Maalesef olup bitenleri muhalefet partilerinden değil de doğa olayları sayesinde anlıyoruz. Daha bilmediğimiz ne gerçekler var tahmin bile edemiyoruz. Erzincan’daki maden göçüğü sayesinde yurdun her köşesinin yabancı şirketler tarafından delik deşik edildiği, madenlerin sömürge aracı haline geldiği ortaya saçıldı.
Gülbahar Ay Satan
Doğanın insanlar gibi bir dili yok. Ona uzun bir süre istediğinizi yapabiliyorsunuz ama doğa konuşmaya başladığında neler olduğunu acı bir şekilde anlatıyor.
Maalesef olup bitenleri muhalefet partilerinden değil de doğa olayları sayesinde anlıyoruz. Muhalefetin derdi bu millet ve bu ülke ise neden miting alanlarında bu konular konuşulmuyor. Onların cahilliği mi yoksa seçmenin dikkatini çekmez diye mi gündemlerine almıyorlar.
Kuraklık oluyor,
Müsilaj oluyor,
Deprem oluyor,
Sel oluyor,
Maden göçüyor vb olaylar…
Daha bilmediğimiz ne gerçekler var tahmin bile edemiyoruz. Dış ülkelere ihraç edilen meyvelerde aşırı derecede tarım ilacı tespit edilince geri gönderiliyor. Bu olay bazen küçük bir haber mahiyeti bile taşımıyor. Ne yediğimi, içtiğimizi açıkça bilmiyoruz.
Ancak yıllar sonra artan hastalıkların istatistikleri bilimsel bir makaleye konu oluyor. Çernobil faciasında çay içip konuyu kapatan bakanlar vardı. Ama o yıllarda radyasyon yağmurunun yağdığı iller ile şimdiki kanser vakalarının arttığı iller arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır.
Hiç açılamayacak defterler de var, kul hakkı; işçi hakkı, yetim hakkı, adaletsiz ve haksız kazançlar… Çok büyük düşünürken ya altta ezilenler? Gün görmeden ölenler? Hangi parti fark etmez, belediyelerde rantçıların, aç gözlülerin sömürdükleri, yakınlarına peşkeş çektikleri her şeyi bir kenara bırakalım sadece giderleri bile halkla açıkça paylaşılsa kim bilir nelere hayret ederiz.
Birkaç gün önce Erzincan’daki maden göçüğü sayesinde yurdun her köşesinin yabancı şirketler tarafından delik deşik edildiği, madenlerin sömürge aracı haline geldiği ortaya saçıldı. İnanması çok güç ama binlerce maden ocağından bahsediliyor. Meğer bu yabancı şirketler bir koyarak bin kazanıyorlarmış. Çıkarılan altın Türklerin, çalışanlar Türk işçiler, ölen Türk işçiler, zehirlenen su ve toprak Türkiye’nin… Ama parayı kazananlar birkaç işlemle şirket kuran yabancılar. Bu hunharca, açgözlülükle yapılan madencilik, dünyanın neresinde olursa olsun yanlıştır demeliyiz. Çünkü ekosistem bir bütündür ve makro olarak baktığımızda hepimiz bu dünyada yaşıyoruz. Nasıl ki dünyanın bir yerinde bir ahlaksızlık, adaletsizlik ya da bir zulüm er ya da geç herkesi etkiliyorsa, doğaya verilen zarar da hepimizi etkiliyor. Ama ben, milliyetçilik yapanlar için bilinçli olarak Türk vurgusunu yaptım. Çünkü milli olduğunu iddia edenler bu duruma ses çıkarmıyor. Gündem yapmıyor bazıları ise, karşı çıkanı, haber yapanı hainlikle bile suçluyor. Acaba milliyetçilik de din gibi kullanılan bir maske mi?
Bazı bakanlar, böyle facialarda sanki mağdur gibi açıklama yapabiliyor. Son merci kendileri olduğu halde neden lafı dolandırıyorlar. Acaba makamdan hariç bir de sihirli değnek mi istiyorlar? Yoksa bilmediğimiz durumlar var da güçleri mi yetmiyor. Olabilir ama en azından doğruları söyleyerek istifa etmesi gerekir ki hem halk aydınlanır hem de yerine gelecek kişi sorumluluğu alarak gelir. Ama geçmişe dönüp baktığımızda büyük çoğunluğu, makam elinden alındıktan sonra eleştirel konuşmaya başlıyor.
Bilmediklerimiz bildiklerimizden fazla. Belli ki bir ülkeyi yönetmek kolay değil; mültecisi, sınır komşuları, emperyalisti, Çin’i, Rusya’sı terör örgütleri derken her konuda çok yönlü düşünmek zorundalar. Örneğin yapılan bazı yollara hiç gerek yoktu diyerek karşı çıkıyorsunuz ama araştırdığınızda o yol demir ipek yolu güzergahı için yapılmış bir yol olabiliyor.
Örneğin, yüzeysel baktığınızda Türkiye’nin, Libya’da ne işi var diyorsunuz, mesafe çok uzun olsa da fark etmez o senin kıyı komşun oluyor. Ve imzaladığınız antlaşmalarla Libya’ya doğru uzanan koskoca Akdeniz’in azımsanmayacak bir bölümünde söz sahibi olabiliyorsunuz. Hatta Bazı strateji uzmanı emekli askerler, Gazze ile Türkiye’nin de (mesafe uzun olsa da) kıyı komşusu olduğu ve bir anlaşma ile orada büyük söz sahibi olabileceğine dair analizleri bulunmaktadır.
Söyleyecek çok söz var, evet büyük düşünün ama doğaya ve insana adil davranarak. Eleştirenlere, doğa, orman, su diyenlere de hain gözüyle bakmayarak.
Doğa gibi kısa, öz konuşalım bu yazıda ve gündeme dair bir soruyla noktalayalım:
“Bu cennet vatanın her bir köşesini yabancı şirketler; ağaç, insan, su kaynakları demeden hunharca, büyük bir aç gözlülükle talan ediyor. Sonucunda ise çok büyük kârlar elde ediyor. Sonra elde ettiği ham maddeleri sana dolaylı bir şekilde tekrar satıyor. Şimdi fotoğrafa baktığımızda bu durumun “gönüllü sömürge ülke ve köle insanlar olmaktan” başka mantıklı bir açıklaması var mı? Belki ben cahilim, fotoğrafı benden farklı görebilen birileri var mı? Eğer varsa cevap versin. Gerçekten çok merak ediyorum.
Bu arada toprak altında kalan yakınlarını bekleyen ailelere de sabırlar diliyorum…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *