İslami düşünce, kültür, ilahiyat hayatı, resmi dil ve söylemin sınırları dışına çıkabilecek entelektüel cesarete, yetkinliğe sahip olmadığı için, İslami varoluşa yönelik akıldışı, bilinçdışı, şizofrenik saldırılarla hesaplaşamıyor.
Atasoy Müftüoğlu
Günümüzde insanlık, ideolojilerin; anlamların/değerlerin/ahlakın/ilkelerin/bilgeliklerin yerini aldığı; büyük bayağılıkların evrenselleştiği, inançsızlığın evrenselleştiği bir dünyada yaşıyor. Bu dünya bugün, ilerleme kültü’nün felç edici sonuçlarıyla yüzleşiyor. Yeni dünya düzeni, kanlı bir dünya düzeni şeklinde somutlaşıyor. Modern kapitalist uygarlık, biyolojik ve kültürel çeşitliliği yok ediyor. Irkçılıklar ortak insanlık ve iyilik bilincini imkânsız kılıyor. Halkların algılarını değiştiren, yönlendiren, ideolojik kontrol sağlayan kültür teknolojileri karşısında bugün, İslam toplumları büyük bir çaresizlik sergiliyor. İslam toplumlarında iktidarlar, hiç bir zaman gerçekleşmeyecek umutlarla, ölümcül iyimserliklerle halkları aldatıyor, avutuyor. Müslüman halklar, ölümcül iyimserlikler sebebiyle, gerçeğe uyanamadıkları için, İslam’ı yüzyıllardır bir dünya gücü olmaktan alıkoyan, İslam’ı siyasal iradesizliğe mahkûm eden nedenleri anlayamıyor, yine bu ölümcül iyimserlikler nedeniyle, hiç bir zaman gelmeyecek olan bir geleceği beklemeye devam ediyor. Müslüman halklar, yüzyıllardır, hiç bir zaman gerçeklik alanıyla ilişki kuramayan, gerçeklik alanına hitap edemeyen, patolojik/şizofrenik kurgu menkıbe/keramet/kehanet/hurafe öyküleriyle, batıni/mistik öykülerle, mecusilikten kaynaklanan ‘’hululiyeci’’ öykülerle, zamanı ve tarihi, aynı zamanda İslam’ı fütursuzca/insafsızca ihmal ediyor, savsaklıyor, israf ediyor, çarpıtıyor. Mistik batıni, tasavvufi, hululiyeci zihniyet bugün kurumsallaşarak, resmileşerek, resmi dinin vazgeçilemez bir parçası haline getirilerek, uluslararası, ihtifallerle/ayinlerle takdis-tebcil ediliyor.
İslami düşünce, kültür, ilahiyat hayatı, resmi dil ve söylemin sınırları dışına çıkabilecek entelektüel cesarete, yetkinliğe sahip olmadığı için, İslami varoluşa yönelik akıldışı, bilinçdışı, şizofrenik saldırılarla hesaplaşamıyor. Günümüzde Müslüman halklar maddi konularda Makyavelist bir tutum sergilerken, gerçekçi bir tavır alırken; İslami konularda gerçekdışı, akıldışı, dindışı tezahürleri büyük bir coşku ile içselleştirebiliyor. İslam toplumlarında mistik, popülist, hurafeci söylem, toplumu homojenleştirir, sıradanlaştırırken; nitelikli kadroların, eleştirel kadroların yetişmesini de imkânsız kılıyor. İslam toplumlarında, seküler çevrelerde, akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar ideolojik robotlar yetiştirirken, akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar muhafazakâr çevrelerde de muhafazakâr robotlar yetiştiriyor. Yüzyıllardır, evrensel anlamda, İslami bilgi/içerik üretemeyen İslam toplumları, hiç bir alanda tarihe bir katkıda bulunamadıkları için, sömürgeci tarihe, kendilerine dayatılmış bir tarihe maruz kalıyor. İslam’ın evrensel niteliğini/içeriğini/boyutunu, yerel/yerli/milli ölçütlere indirgeyen pragmatist ulus-devlet iktidarları, Müslüman halkları ortak tarihi misyon ve vizyonlarının farkında ve bilincinde olmayan taşralı kitlelere dönüştürüyor. İslam toplumlarında akıldışılığın normalleşmesi, eleştirel bilincin dışlanması, otokrasilerin işine yarayan toplumsal bir iklim oluşturuyor. Bu toplumlarda bugün, yalnızca, itaat ve sadakat özgürlüğünden söz edilebiliyor. İtaat ve sadakat özgürlüğünü seçenler, büyük sürü’ye katılarak meşruiyet sahibi oluyor, büyük sürü ile birlikte hamaset rüzgarları doğrultusunda savruluyor. Büyük sürüyle birlikte sürüklenmek/savrulmak zihinsel/ruhsal iradesizliğe mahkûm olmak anlamı taşıyor.
İslam toplumlarında bağımsız eleştirel düşünce, yorum, içerik üretiminin, yani içtihad’ın, dondurulduğu, durdurulduğu günden bu yana, iktidar hesapları adına Müslüman kitleler pervasızca araçsallaştırılıyor. İçtihad’ın dondurulduğu günden bu yana, yüzyıllardır bir türlü onarılamayan, telafi edilemeyen zihinsel kırılmalar yaşanıyor. Bugün, İslam toplumlarında, toplumun eleştirel vicdanı olan entelektüeller, toplumun ahlaki vicdanı olan emri bi’l maruf sorumluluğu taşıyan bilgeler yok. Bu nedenledir ki, toplumlarımızda adalet politik karşıtlıklara, kutuplaştırıcı karşıtlıklara göre, insanların muvafık-muhalif konumlarına göre dağıtılıyor. Bu tür toplumlar için, iyi bir gelecek tasavvur edilemeyeceğini bilmek gerekir. Hangi toplumda olursa olsun, kişisellikler, bireycilikler, bencillikler, karşıtlıklar, insanları ortak ideallere bütünüyle yabancılaştırıyor. Nicel, matematiksel, teknik düşünce, bilgeliklere, tefekküre, maneviyata ihtiyaç duymuyor. İnsanlar yaşamak zorunda oldukları için yaşıyor. Nicel, matematiksel, teknik düşünce varoluşu bütünüyle dünyevileştiriyor, maddileştiriyor. Nicel varoluşlar, ilahi varoluş bilincine meydan okuyor. İslam toplumları, karşı karşıya bulundukları entelektüel yoksulluk, yeteneksizlik, kuraklık ve bozgun sebebiyle epistemolojik emperyalizmden, epistemolojik emperyalizm karşısında yaşadıkları derin teslimiyetçilikten, derin çaresizlikten özgürleşemedikleri için, bu epistemolojiye teslim olmuş durumdalar. Bu epistemolojiye teslim olmanın, aziz ve mükerrem İslam’ı, yalnızca yerel bir folklore dönüştürmek anlamı taşıdığını görmek gerekir.
Bütün bilgeliklerin yeniden hayata geçirilmesi gereken bir zamanda, dar görüşlü yerellikler, ortak insanlık bilincini, vicdanını imkânsız kılıyor. Bugünün dünyasında, toplumlarında, pratik, çıkarcı, ideolojik, ırkçı bilgi yaklaşım ve yöntemleri; kalbin/vicdanın/ahlakın/merhametin ve masumiyetin kaybı pahasına yükseliyor. Bağımsız düşünceyi, eleştirelliği felç eden, duygusal bağlılık ve sadakatler, İslami umutları kesin inanca dönüştürmeye çalışıyor. Duygusal bağlılık ve sadakatler, düşünme yeteneğine sahip olmadıkları için, varoluşsal sorular soramıyor. Duygusal bağlılık ve sadakatler düşünme ve soru sorma yeteneğine sahip olmadığı için, İslam toplumlarında halklar popülizm ve hamaset putu tarafından kolaylıkla araçsallaştırılabiliyor, aptallaştırılabiliyor. Duygusal bağlılık ve sadakatler zihinsel bir felç durumu oluşturduğu için, kitleler, entelektüel özgünlüğün/özgürlüğün, özgüvenin ve bağımsızlığın ne anlama geldiğini bilmiyor, bilmek istemiyor. Konformist dünya görüşünün, din algısının, yapısal/tarihsel edilgenliğinin İslam toplumlarını iradesiz kıldığını hiç kimse fark etmiyor. İçerisinde bulunduğumuz yapısal/tarihsel edilgenlikler/teslimiyetçilikler sebebiyle, eleştirel düşünme cesaretine sahip olmayan Müslüman aydınlar, düşünürler, kültür-sanat adamları, resmi/yerli/milli popülizm dalgaları/rüzgarları doğrultusunda savruluyor.
İslam toplumlarında, seküler kesimler, ideolojik sömürgecilerle aynı dili, aynı kavramları, aynı düşünceleri paylaşarak, gönüllü köleliği seçerlerken; duygusal-popülist sömürgeciliğe maruz kalan muhafazakâr çevreler de, konformist dünya görüşünün ve din algısının dili ve kavramlarıyla bütünleşiyor. Muhafazakâr kesimler, her durumda, her yerde, sağcı devlet iktidarlarının belirlediği çerçeveye, biyosiyaset çerçevesine dahil olmaya hazır bir zihni eğilim sergiliyor. İslam hakkında çok şey biliyor olmak, çok bilinçli olmak, çok ufuklu olmak, çok dindar olmak, çok samimi olmak anlamına gelmiyor. Müslümanların, modern-seküler-kapitalist uygarlığın neden olduğu çoklu krizler çağında, modern sahte mutlakların, mutlakiyetçiliklerin aşındığı-dağıldığı-parçalandığı bir çağda, ideolojik dokunulmazlığı olan kavramların, kurumların, dinamiklerin ve süreçlerin işlev kaybına uğradığı bir çağda, modern dünya görüşü ve hayat tarzının baskısı-terörü ile hesaplaşamamaları büyük bir bilinç felci ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Her türlü teslimiyetçilik; insanları, toplumları, bağımsızlığa/onura/direnişe/ilkeselliğe yabancılaştırıyor. İslam dünyası ulus-devletleri, düştükleri yerden kalkamadıkları, yerlerinde saydıkları, yeniden yola koyulamadıkları için, bir dönem Atlantik İttifakı’nın vesayetine ihtiyaç duyarken, içerisinde bulunduğumuz dönemde de Asya pasifik İttifakı’nın vesayetine ihtiyaç duyuyor. Koşulların belirleyiciliği, İslami anlamda yapısal değişimi imkânsız kılıyor. Hamasetle zamanın kuşatılamayacağını, yönlendirilemeyeceğini, belirlenemeyeceğini bilmek/anlamak/görmek gerekir.
Ulus-devlet bencillikleri, kibri, bağnazlığı, etnik bencillikler/milliyetçilikler sebebiyle bugün, İslam toplumları-ülkeleri, ortak gelecek/ortak tarih, ortak kader bilincine bütünüyle yabancılaşmış bulunuyor. Aziz İslam’ın bir dünya görüşüne, bir dünya gücüne dönüşmemiş olmasının nedeni de, bu büyük yabancılaşma ile ilgilidir. İktidarların ve sarayların çıkarları doğrultusunda İslam’ı taşra’ya, taşralılığa ve taşralı popülizmlere, yüzeyselliklere, tek tip yoruma hapsetmek de, İslami geleceği imkânsız kılan faktörler arasındadır. İslam ülkelerinde bugün, Türkiye’de de, muhalif kesimlere dayatılan muhafazakâr mutlakıyetçilikler; yalnızca biyolojik ve ırkçı değerlere sahip; Filistin’i insanlık tarihinin en acımasız toplama kampına çeviren, kudurmuş İsrail’in talepleri karşısında derin bir çaresizlik-teslimiyetçilik yaşıyor. İslami düşünce, kültür, ilahiyat hayatı bu derin çaresizliklerin sıradanlaşması karşısında, derin bir sessizlik/suskunluk sergiliyor. İslam toplumlarında nitelik kaygısı taşıyanlar, konformist kültür ve konformist din algısıyla hesaplaşarak, yeni-bağımsız bir entelektüel iklim-ortam-çevre oluşturmanın büyük zorlukları ile karşı karşıya bulunuyor. Konformist din algısı, Müslüman halkları İslami özbilinçten mahrum bırakarak, onları yapısal bir edilgenliğe mahkûm ettiği günden bu yana, İslam, sömürgeciler tarafından engellenmeden önce, gelenek/görenek/tasavvuf/batınilik tarafından engelleniyor. Bugün, bu engellerin ortadan kaldırılması için, radikal entelektüel kadroların, bütün bir yeryüzü ve insanlık bilinci içerisinde kendilerini konumlandırarak, yeni çözümlemeler, yeni kavramlar, kurumlar ve yorumlar üretmesi gerekir. Bunları üretemeyen bir toplum ve kültür, kendi zamanını dönüştüremez, kendi zamanını ikna edemez. Yeni bir medeniyet, bütün bir yeryüzüne ve insanlığa hitap eden bir bilgi/bilinç ve bilgelikle başlar. Yerli-milli kabilelerin-kabileciliklerin, medeniyet kurdukları görülmüş ve işitilmiş değildir.
Günümüzde, toplumlarımızda, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan çevreler, zihinsel-düşünsel-niteliksel, ahlaki yoksulluk/yoksunluk, çölleşme, lümpenleşme pahasına, sayısal, nicel, maddi, fiziki kazanımlar, galibiyetlerle iftihar ediyor. İslam toplumlarında etkili olan itaat ve sadakat kültürü-geleneği, akletme, sorgulama, hayır deme iradesini yok ediyor. Akletmeyen kitleler her durumu teslimiyetle karşılayan, şeyleştirilmiş kitleler olarak hayatlarını sürdürüyor. Hangi toplum olursa olsun, bir toplumun akılsızlaştırılması, düşüncesizleştirilmesi, ilgili toplumun yapısal bir cehalete, derin bir cehalete hapsedildiğini gösterir. İslam toplumlarının kendi kendilerini akılsızlaştırarak, düşüncesizleştirerek, etkisizleştirilmeleri sebebiyle, yüzyıllardır, İslam toplumları Avrupamerkezci yerel bir dünya görüşünün, yerel bir tarihin, yerel bir kültürün nesneleri haline getirildi. Sömürgeciliğin, Avrupamerkezli yerel bir dünya görüşünü, yerel bir tarihe ve kültüre, ideolojik anlamda evrensellik kazandırması, bu ideolojik evrensellik projesini İslam toplumlarına dayatması, halen, İslam toplumlarında, entelektüel bir hesaplaşma, yüzleşme, sorgulama konusu haline getirilemedi. İslami düşünce hayatı, Avrupalı yerel tarih-kültür-dünya görüşü evrenselleştirilirken, İslam’ın insani evrensel tarihinin nasıl yerelleştirildiğini, İslami bilincin Müslümanların elinden nasıl alındığını, İslam’ın referans kaynağı olmaktan nasıl çıkarıldığını, hiç bir zaman ve hiç bir şekilde eleştirel analiz konusu yapmadı, yapamadı.
Felç edici bencillikler ve aşırılıklarla malûl hale gelen İslam toplumları, bugün, statükocu gerçekçiliğin kirli/bayağı teslimiyetçilikleri doğrultusunda savrulmaya devam ediyor, İslam’ın bir dünya gücü olabilmesi için, ortak bir kültürel/siyasal iradeye ihtiyacımız olduğunu düşünmüyor, tartışmıyor. Müslüman halkların, etnik, mezhepçi, kabileci dünya görüşlerini içselleştirmeleri sebebiyle, bugün, evrensel bir İslami bilinç topluluğu, düşünce topluluğu, dayanışma topluluğu oluşturamıyor, İslami anlamda küresel bir entelektüel hareket/iklim/çevre oluşturabilmek için ortak bir dil üzerinde çalışmıyoruz. İslam toplumlarında entelektüel bağımsızlık ve özgürleşme, statükonun-geleneğin sınırları dışına çıkarak düşünmeye başladığımızda başlatılabilir. Epistemik mahkûmiyetten özgürleşmedikçe, hiç bir alanda, bağımsızlıktan söz edilemez. Radikal romantizmlerle malûl olan toplumlarda seküler ya da muhafazakâr karizmatik politik veya din’i figürler hangi ölçüde putlaştırılır, kutsallaştırılır ve dokunulmaz kılınırsa, o ölçüde hitap ettikleri toplumlar düşüncesizleştirilir ve aptallaştırılır. Kendi iradelerinin farkında ve bilincinde olmadıkları için kurtarıcı bekleyen halklar, hiç bir şekilde hiç bir mahrumiyetten, maduniyetten kurtulamazlar. Eşi ve benzeri görülmeyen popülist/oportünist otoriter liderlerin, mücahit ya da ümmet lideri olarak selamlandığı, selamlanabildiği toplumlarda, hiç bir zaman hakikate ulaşılamaz.
İnsanlık tarihinde bir başka benzeri görülmeyen askeri bir işgali, vahşi ve zalim bir toplu cezalandırılmayı, soykırımı, küstahça, bütün dünya Müslümanlığına meydan okuyarak, bütün dünya Müslümanlığını aşağılayarak sürdüren Siyonist irade karşısında, her zaman edilgen-teslimiyetçi konumlar, tutum ve davranışlar sergileyen, politik figürlerden hiç bir zaman gerçek bir kahraman çıkmadığını, çıkmayacağını görmek, anlamak gerekir. Sömürgeci, işgalci, ilhakçı, apartheid ve soykırım rejimi Siyonist ırkçılık ve Filistin sorunu karşısında İslam ülkelerinin tutumu, bu ülkelerin ve ülke liderliklerinin siyasal bir hiçlik ve benzersiz bir samimiyetsizlik içerisinde bulunduklarını gösterir. Sözünü ettiğimiz siyasal hiç’lik, bugün, ‘’uygarlaştırma misyonu’’ ideolojisinin ve seküler aklın evrensel tahakkümünün belirleyici olmaya devam ettiğine işaret eder. Filistin halkı özgürleşmedikçe, hiç bir Müslümanın özgür olamayacağını bilmek/anlamak gerekir. Aziz İslam’ın taşra’ya ve taşralılığa mahkûm edilmesi sebebiyle, yüzyıllardır, ‘’uygarlaştırma misyonu’’ ideolojisine ve seküler aklın evrensel tahakkümüne, İslami anlamda, bütüncül, ikna edici, bağımsız, özgün, etkili cevaplar verilemiyor. Taşralı muhafazakârlıkların toplumlarımızı ele geçiren adaletsizlikler, eşitsizlikler, eğitimsizlikler, görgüsüzlükler, kültürsüzlükler ve lümpenliklerle ilgili ahlaki ve entelektüel kaygıları yok. Eğitimsizlik ve kültürsüzlük sebebiyle, küreselleşme ve neoliberalizmin ekonomik bir yöntem olmaktan çok, yeni bir uygarlaştırma ve emperyalizme biçimi olduğunu fark etmiyoruz. Bugün, bütün toplumlarda, bütün ahlaki kötülükler, neoliberal dünya görüşünün hayat tarzının himayesi altında sürdürülüyor. Eğitimsizlik ve kültürsüzlük sebebiyle toplumlarımız, siyasal Oryantalizme maruz kalmanın ne demek olduğunu da konuşmuyor, tartışmıyor.
Bağımsızlıklarını tamamlayamayan, tamamlanmış bağımsızlıkların ne anlama geldiğini fark etmeyen İslam ülkeleri siyasal Oryantalizmle hesaplaşamadıkları için, bağımsız bir siyasal dil/model oluşturamıyor. Günümüzde İslam toplumları uygarlaştırma misyonu adına sürdürülen neoliberal dünya görüşünün ve hayat tarzının sistematik saldırıları ile karşı karşıyadır. Neoliberal dünya görüşünün sistematik/yoğun saldırıları toplumlarımızı İslam’a ve ahlak’a yabancılaştırırken, sağ-popülist-oportünist-muhafazakâr otoriterliğin saldırıları da, toplumlarımızda bağnazlıkları, fanatizmleri derinleştiriyor, normalleştiriyor, sağ-popülist-oportünist muhafazakârlık gerçeklikten bütünüyle kopmuş bir hamaset kültürü oluşturuyor. Popülizm/oportünizm temelinde oluşturulan, gerçeklerle hiç bir biçimde ilgisi bulunmayan tek yönlü propoganda dili ve söylemi, otoriter bir siyaset, otoriter bir toplum oluşturuyor. Günümüz dünyasında küresel siyaset, Batılı seküler referanslar temelinde sürdürülürken, yerel siyaset de etnik asabiyet, mezhepçi asabiyet temelinde, geleneksel muhafazakârlık zemininde yürütülüyor. Bağımsızlıklarını tamamlayamayan İslam toplumları ideolojik, ırkçı kuramsallaştırmalara, kavramsallaştırmalara maruz kalmaya devam ediyor. Seküler rasyonalite yaklaşımı bütün ilkesel varoluşları, ilkesel tercihleri, ideal varoluş ve mevcudiyetleri imkânsız kılabiliyor.
İslam toplumlarında kitabi bilgi’nin değersizleştirilerek, içsel/mistik/batıni/manevi deneyimin kurumsallaştırılması-toplumsallaştırılmasıyla birlikte, İslami bilgi/bilinç evrensel boyutlarını, ufuklarını, evrensel bakış açısını bütünüyle kaybetti. İslami bilinç evrensel boyutları ve ufukları kaybettiği, yerel/taşralı sınırlara, konformist kültürlere kapatıldığı için, İslam toplumları, Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere evrensel zihinler, yetenekler, eserler, kadrolar yetiştiremiyor. Bu nedenle de, İslami otorite ve meşruiyetin yeniden nasıl kurulabileceğine, İslami bir siyasal modelin nasıl tasavvur edilebileceğine ilişkin, entelektüel yetkinlik, yeterlilik, içtenlik, sorumluluk ve cesaret sahibi bir bilinç topluluğu ortaya çıkmıyor. Küresel çapta karşılıkla bağlantıların gerçekleştirildiği, ekonomik ve teknolojik bütünleşmenin yoğunlaştığı, ulus-aşırı bir dünyada, yerli-milli retoriği/jargonu kutsallaştıran toplumlar, hamaset söylemiyle zamanı ve tarihi israf ediyor. Hamaset/menkıbe/keramet/kehanet dili ve söyleminin gerçek dünyada ve tarih’te hiç bir karşılığının olmadığını hatırlamak hatırlatmak gerekiyor.
Eleştirel düşünceye hayat hakkı tanımayan toplumlarda, derin önyargılar ve derin korkular kolaylıkla harekete geçirilebiliyor. Yanlış umutlarla, propoganda umutlarıyla büyülenen toplumlar, insanlığı uçuruma sürükleyen sermaye çağının teknokratik araçsalcılık, teknik uzmanlık ve faydacılık çağının gerçekleriyle yüzleşemiyor. Bu toplumlarda ekonomik/kültürel/siyasal ve din’i alanda sistematik bir biçimde sömürülenlerin gerçeğe uyanışı gecikiyor, geciktiriliyor. Milliyetçi, mezhepçi ve ideolojik bağnazlıkların ortaya çıkışına kadar, İslam çoğulcu toplumlar oluşturarak, birlikte yaşama kültürünü hayata geçirdi. İslam her durumda sınırları genişletmeye çalışırken; milliyetçilikler, mezhepçilikler, hizipçilikler sınırları ve zihinleri daraltıyor. Bugün, bütün benmerkezcilikler Müslümanları İslam’a yabancılaştırıyor. İslami sözcükler, kavramlar, politik propoganda/gösteri/çıkar aracı olarak kullanıldığı için, bunların gerçek anlamlarını tecrübe edemiyoruz. Konformist toplumlar/kültürler, yapısal/köklü/derinlikli değişim/dönüşüm ve yenilenmeye ihtiyaç duymadıkları için, bugün, biz Müslümanlar küresel entelektüel hayata İslami bir katkıda bulunamıyor, anlamlı bir şey öneremiyoruz. Aziz ve mükerrem İslam’ın bütün bir yeryüzüne, bütün bir varoluş alemine/insanlığa hitap etmek üzere tarihe girdiğini her nasılsa unutuyor, bu bilinci Müslüman kitlelere kazandıramıyoruz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *