Hamas’ın Aksa Tufanı ve etkileri

Hamas’ın Aksa Tufanı ve etkileri

7 Ekim operasyonu Hamas açısından Gazze’nin yanı sıra Kudüs ve Batı Şeria’daki etkisini artırma ve Filistin hareketinin liderliğini ele alma adımı olarak okunabilir.

Dr. Ferit Belder, Hamas tarafından başlatılan 7 Ekim operasyonu ile bundan 50 yıl önce gerçekleşen “Yom Kippur”la benzerlikleri ve farklılıklarını, Filistin ve işgal rejimi cephesinde ne anlama geldiğini AA analiz için 3 soruda kaleme aldı.

1 • “Yom Kippur”la benzerlikleri ve farklılıkları nelerdir?

7 Ekim saldırıları, 1973’te Mısır ve Suriye’nin ani bir hareketle başlattıkları ve savaşın ilk dönemlerinde önemli ilerleme kat ettikleri ‘Yom Kippur’ savaşının 50. yılında gerçekleşti. Hem sürpriz ve kapsamlı bir saldırı oluşu hem de İsrail’e yaşattığı şok açısından 7 Ekim saldırıları 1973 Yom Kippur Savaşı ile birtakım benzerlikler gösteriyor. Buna karşın bu iki olayı birbirinden ayıran bariz farklar bulunuyor. İlk olarak 1973’te savaşan taraflar devletlerdi. Bugün benzer bir güç simetrisi ve düzenli ordular yerine Hama ve İslami Cihad gibi devlet dışı aktörleri sahnede görüyoruz. Bununla bağlantılı olarak Mısır’ın 1973’teki askeri ilerlemesinden ve toprak kontrolünden farklı olarak Hamas stratejik bir ilerleme yerine toplu bir saldırı ile can kayıplarını artırma ve rehin alma odaklı bir saldırı gerçekleştirdi.

Mısır’ın aksine Hamas’ın belirli bir toprak parçasını ele geçirip kontrol etmek gibi bir olanağı, kabiliyeti ya da arzusu olmadığı görülüyor. 1973’te özellikle Mısır’ın amaç ve hedefleri oldukça netti. Kısmi bir başarı ile sonuçlanan harekatın sonrasında barış süreci başlamış ve Mısır, savaştan birkaç yıl sonra 1979’da İsrail’i tanıyan ilk Arap devleti olmuştu. Bu yönüyle 1973 Savaşı’nın barışa yönelik yolu kapatmadığı söylenebilir. Hamas’ın hedefleri sınırlı ve belirli bir eylem planının olmaması ve sivilleri de hedef alması ‘7 Ekim saldırılarının’ tarafları barış sürecine zorlama ihtimalini olanaksız kılıyor. 1970’lerde Filistin meselesi, Mısır açısından İsrail ile ilişkilerinin merkezinden koparmak istediği bir konu haline gelmişti. Hamas’ın ise böyle bir hedef ya da arzusu yok. Hamas’ın bizzat Filistinli siyasal bir aktör olması, Mısır’ın tersine Filistin davasının merkezine, hatta liderliğine yöneldiğini gösteriyor. Bu açıdan 7 Ekim saldırıları Hamas’ın Filistin hareketi içerisindeki rolü ve etkisi açısından da yeni bir sürece işaret ediyor.

2 • Filistin hareketi için ne ifade ediyor?

7 Ekim saldırıları Gazze’de organize edildi ve Hamas’ın liderliğinde, İslami Cihad’ın desteği ve katılımıyla gerçekleştirildi. Buna karşın Ramallah yönetimi ilk açıklamalarında saldırıların Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkının gasp edilmesinin sonucu gerçekleştiğinin altını çizerek Filistinli gruplar arasında olası bir ayrımın önünü kesti. Hamas’ın aldığı bu inisiyatif, İsrail-Filistin meselesinin tarihi açısından en son halkayı temsil eden Mayıs 2021 olaylarından da bir farklılık gösteriyor. 2021 yılının mayıs ayında Kudüs çevresindeki Şeyh Cerrah mahallesinde başlayan politik mülkiyet davaları ve sonrasında Filistinliler ile yerleşimciler arasında patlak veren, önce Kudüs ve Batı Şeria’ya, sonrasında ise İsrail’in ‘Arap- Yahudi şehirlerine’ sıçrayan toplumlararası şiddet olayları Filistin aktivizminin aktörlüğünü Gazze’den uzaklaştırmıştı. Çünkü Gazze’nin, Batı Şeria, Kudüs ya da İsrail’in Arap-Yahudi şehirlerine kıyasla ‘homojen’ yapısı bu türden hareketlenmeleri mümkün kılmamıştı. Gazze’deki aktivizm, 2018 Büyük Dönüş Yürüyüşü örneğinde olduğu gibi işgalin ve ablukanın verdiği yoksunluk ve öfkenin mobilize edilmesi şeklinde tezahür etmişti. Batı Şeria ve Kudüs merkezli, kendisini ‘yerleşimcilik’ karşıtı konumlandıran bu yeni aktivizmin Ramallah tarafından mobilize edilen ya da yönlendirilen bir hareket olmadığının da altını çizmek gerekir.

Bu bakımdan 7 Ekim saldırılarını Hamas açısından Gazze’nin yanı sıra Kudüs ve Batı Şeria’daki etkisini artırma ve Filistin hareketinin liderliğini ele alma adımı olarak okuyabiliriz. Hamas’ın çağrıları şu ana kadar sınırlı bir yanıt bulsa da Hamas’ın bu yöndeki hamlesinin İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki askeri operasyonlarıyla dinamik bir ilişki içinde olduğunu vurgulamak gerekir. Bu yönüyle bu hamlenin nereye evirileceğini görmek için henüz erken. Ancak Gazze’deki mevcut şartlar içerisinde İsrail ile daha sert bir mücadele isteyen ve bu yönüyle zaman zaman Hamas liderliğine meydan okuyan İslami Cihad’ın Hamas’ın yanında aktif olarak yer alması Hamas’ın siyasal aktör düzeyinde Gazze’deki konumunu pekiştirdiğini gösteriyor.

3 • İsrail siyasetine etkisi nedir?

7 Ekim saldırılarının İsrail’e etkisini 3 başlıkta toplamak mümkündür: Formel siyasete etkisi, siyasal-toplumsal düşünüşe etkisi, aşırı sağa etkisi. Özellikle son bir yılda yargı düzenlemeleri protestolarıyla ciddi bir baskı altında olan ve peş peşe yapılan seçim süreçlerinde daha önce siyasal yelpazenin meşru çemberinde yer almayan aşırı sağcı aktörlerle işbirliği yaparak inisiyatif alma kabiliyetini büyük ölçüde yitiren Netanyahu için bu saldırılar büyük bir darbe oldu. Her ne kadar ‘ulusal birlik’ söylemleri, 7 Ekim Cumartesi protestosunun hızlı bir biçimde iptal edilmesi örneğinde görüleceği gibi yargı reformuna karşı protestoların durması, güvenlikçi ve sağcı söylemin zemin kazanması gibi gerekçelerin Netanyahu’nun elini güçlendirebileceği gibi bir önerme mevcut olsa dahi Netanyahu’nun bu ölçekte bir güvenlik kriziyle baş etmenin gerektirdiği temel olanaklardan yoksun kaldığı, siyasal-toplumsal mobilizasyonu kuracak aktörlük gücünün ise son dönemde iyice zayıfladığı görülüyor.

Ayrıca haftalardır İsrail’in yargı düzenlemeleri konusunda yaşadığı ayrışmaları öne çıkaran ve özellikle yedek askerlerin protestolara katılması noktasında yüksek sesle dile getirilen güvenlik zafiyeti endişelerinin bu saldırılarla somut bir içerik kazandığı görülüyor. Bu konudaki maliyetin de kim tarafından ne ölçüde ödeneceği sorusu ortada duruyor. 2. olarak sivil can kayıplarının ve rehine sayısının yüksek olmasının ve kaba şiddet görüntülerinin hızla ve dramatik bir şekilde yayılmasının İsrail siyasal-toplumsal yapısı üzerinde uzun vadeli etkileri olacaktır. Bu ise bir bütün olarak İsrail-Filistin meselesinin ne düzlemde ele alınacağını etkileyebilir. Bu etkilerin yönünü halihazırda yaşanan çatışmanın ve rehine krizinin gidişatı belirleyecektir. 3. olarak, İsrail’de son dönemde meşru siyasetin parçası haline getirilen aşırı sağcı aktörlerin ve aşırı sağcı yerleşimci gruplar olarak tezahür eden, bu aktörlerin şiddet kullanan uzantılarının, ‘7 Ekim saldırılarını’ hem İsrail siyasal sistemi içerisinde ana akım hale gelme hem de özellikle Kudüs ve Batı Şeria’da mevzi kazanma hamlesine çevirme konusunda aktif kullanacakları beklenebilir.

[Dr. Ferit Belder, Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi.]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *