Gazze Şeridi’ni kontrol eden Hamas’ın işgal rejimine karşı başlattığı, İslami Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) de katıldığı Aksa Tufanı Operasyonu’nun yankıları sürüyor.
Voa Türkçe’nin haberi
İsrail devletinin kuruluşundan bu yana eşi benzeri görülmeyen saldırı, büyüklüğü ve etkileri bakımından Yom Kippur saldırısına benzetiliyor. Ancak İsrailli yetkililer ve uzmanlar, artık bölgede hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına işaret ederek siyasi sonuçları bakımından saldırı için “İsrail’in 11 Eylül’ü” diyor. Hamas ise, “İbrahim (Abraham) Anlaşmaları’yla unutulan “Filistin davasını” yeniden Ortadoğu’nun gündemine koyuyor.
Hamas’ın 7 Ekim Cumartesi Şabat günü şafak vakti İsrail sınırını geçerek ve tüm İsrail istihbaratını atlatarak gerçekleştirdiği büyük baskın, bundan tam günü gününe 50 yıl önce Mısır’ın eski cumhurbaşkanı Enver Sedat ile Suriye’nin eski cumhurbaşkanı Hafız Esat tarafından başlatılan, Ekim 1973 ‘Yom Kippur’ savaşıyla karşılaştırılıyor.
Bu saldırı İsrail devletini önemli ölçüde zayıflatmış, Haziran 1967’deki “Altı Gün Savaşı” sırasında işgal ettiği topraklardan geri çekilmeye zorlamıştı. Saldırı aynı zamanda, dünya ekonomisini ve Ortadoğu’daki güç dengelerini sarsarak, bölgesel süper güç Suudi Arabistan’ın ve Kral Faysal’ın ham petrol fiyatlarındaki büyük artışı tetikleyen ‘Arap petrol ambargosunu’ başlatmıştı.
Peki Hamas nasıl İsrail istihbaratı ve ordusunu atlatarak, 50 yıl sonra, böylesine büyük bir saldırıyı gerçekleştirdi. Ve daha da önemlisi neden şimdi? Bu eylemin, bölge ve Türkiye açısından etkileri neler olur? Türkiye nasıl bir rol üstlenebilir?
“İsrail’in 11 Eylül’ü” bölge için ne sonuçlar getirir?
Hamas’ın Yahudi devletine yönelik kanlı saldırısı, Ekim 1973’teki Yom Kippur Savaşı’na benzetiliyor. Ancak İslam ve çağdaş Arap dünyası uzmanı, Paris Fen Edebiyat Fakültesi’nde (PSL) profesör ve Ecole Normale Superieure’de Ortadoğu-Akdeniz kürsüsünün yöneticisi Gilles Kepel için operasyon daha çok 11 Eylül 2001’i anımsatıyor ve sadece İsrail’e değil Batılı güçlere de bir darbe teşkil ediyor. İsrailli yöneticiler de, saldırıyı “İsrail’in 11 Eylül’ü” olarak adlandırıyor.
Yom Kippur ya da 11 Eylül, benzetmeler farklı olsa da, herkesin birleştiği önemli bir nokta var; o da bu saldırının eşi benzerinin görülmediği ve bundan sonra Ortadoğu’da pek çok şeyin değişeceği…
Gilles Kepel, Le Figaro gazetesinde bu sabah (9 ekim) yayınladığı makalesinde, “Geçilmez denilen ve son derece pahalı olan güvenlik bariyeri yarılıp, endişe verici bir kolaylıkla geçildi, karadan girildi, havadan uçuldu, denizden by-pass edildi. Yüzlerce sivil ve askeri rehine, linç sahneleri eşliğinde Gazze’deki tünellere götürüldü. Sokakların cesetlerle dolu olması, sosyal medya tarafından tüm dünyaya yayılan korkunç bir manzara. Bu İsrail devletinin kurulduğu 1948 savaşından bu yana duyulmamış bir şey. Filistin yerleşim bölgesinin halihazırda misilleme olarak maruz kaldığı yıkımın boyutu ne olursa olsun, vurulan darbe eşi benzeri görülmemiş bir darbedir. Bu darbe sembolik olarak İsrail’e; ama aynı zamanda birçok Arap, Müslüman ve sömürge edilen üçüncü dünya halkları tarafından, nefret edilen Batı’ya ve Kuzey Atlantik’e de bir darbedir” diyor.
Fransa eski Dışişleri Bakanı Hubert Vedrine gibi Gilles Kepel de, tıpkı 11 Eylül saldırıları gibi, saldırıdan 2 yıl sonra El Kaide bitse de, “Aksa Tufanı operasyonu da, Amerika’nın süper güç olduğu sistemini sonlandırıp, 20 yıl sonra, Ukrayna savaşından BRICS’in her yerde bulunmasına kadar uzanan, çatışmalı çok taraflılığın yolunu açmıştır” diyor.
İran’ın rolü
VOA Türkçe’ye konuşan Paris Siyasi Bilimler Akademisi Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nden (CERI) Bayram Balcı, her ne kadar rejim reddetse de, saldırıların arkasında İran’ın olduğunu düşünüyor ve “Beni en çok korkutan İran’ın tutumu. Filistin meselesini kullanıyorlar. Dertleri Filistin ya da İsrail değil” diyor.
Balcı, bu kadar uzun süre hazırlanmayı gerektiren, bu kadar karmaşık ve tüm İsrail istihbaratını atlatan bir saldırıyı yalnızca Hamas’ın yaptığını düşünmek olanaksız” diyerek, Tahran’ı işaret ediyor.
Kepel de, Sünni bir hareket olan Hamas’ın, hem malzeme tedariği, hem de maddi yardım yoluyla Şii İran’ın topyekün yardımı sayesinde, böylesine bir saldırının mümkün olduğunu düşünüyor ve “Tahran istihbarat servislerinin bu büyüklükte bir operasyon için tasarladığı etkileyici hazırlık, aynı zamanda İsrail’in bu alandaki üstünlüğünün örnekleri olan Mossad ve Shin Beth’in kibrini de yok etti” diye ekliyor.
Hamas ve İran ne istiyor?
Uzmanların üzerinde uzlaştığı bir başka konu da, Hamas’ın bu saldırıyı neden yaptığı. Uzmanlar İsrail ve Arap devletleri arasında İbrahim Anlaşmaları ile planlanan yakınlık girişimlerinin Hamas’ı hareket etmeye ittiği görüşünde birleşiyor.
Bayram Balcı, “İsrail’in son zamanlarda Arap dünyasıyla yakınlaşması Filistinliler’i ve Hamas’ı korkutuyor. Birçok Arap ülkesinin İsrail’i tanıması, İsrail’in Fas, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri derken son olarak Suudi Arabistan ile yakınlaşması Hamas’ı endişelendirdi. ‘Eğer Suudi Arabistan da İsrail’i tanırsa, bizim geleceğimiz ne olacak’ sorusunu soruyor. Şimdi bu saldırıya İsrail çok sert yanıt vermek zorunda. Ölü sayısı artacak ve çok Filistinli ölecek. Arap dünyasının İsrail ile ilişkileri Abraham (İbrahim) Anlaşmaları çerçevesinde normalleşirse, İsrail güçlenir, İran zayıflar. Bu saldırıların ardından Arap ülkelerinde insanlar sokağa dökülerek, İsrail’i protesto edecek, devletler üzerinde kamuoyu baskısı oluşacak. Unutuldu denilen Filistin davası yeniden canlanacak” diye değerlendiriyor.
Gilles Kepel de Le Figaro’daki analizinde, İbrahim Anlaşmaları’nın devamı niteliğinde ilk kez İsrailli iki bakanın Suudi Arabistan’a gittiğine dikkat çekerek, “İsrail bombardımanları nedeniyle Gazze’de yıkılan camilerin de aralarında bulunduğu yıkım görüntüleri daha şimdiden Riyad’ı birbirine karıştırıyor” diyerek aynı noktaya işaret ediyor. Ancak Gilles Kepel, Hamas’ın zamanlamasında İsrail içinde yaşanan gelişmelerin de etkili olduğuna dikkat çekiyor:
Gilles Kepel, “İçeride ve uluslararası alanda güveni sarsan Benjamin Netanyahu, Hamas için “cehennemin kapılarını açacağı” varsayılan tepki göstereceğini açıkladı. Bu siyaseten hayatta kalmanın olmazsa olmazı. Nitekim, İsrail’in aşırı dinci bakanlar tarafından rehin tutulan koalisyon hükümetini etkisi altındaki ahlaki parçalanma, anayasaya yönelik saldırılar, kitlesel gösteriler ve bu siyasi sürüklenmeyi protesto etmek için eğitim almayı reddeden çok sayıda yedek askerin sivil itaatsizliği söz konusu. Bunlar Hamas ve İran’ın faydalanabileceği zaafiyetler” değerlendirmesinde bulundu.
Arap ülkeleri ve İsrail ile ‘normalleşme’ çabaları
İsrail devletiyle ilişkilerini normalleştiren ve gerilimi azaltma çağrısında bulunan Birleşik Arap Emirlikleri ve Fas dışında çoğu Arap ülkesi, şiddetin patlak vermesinden özellikle İsrail’i ve onun Filistin topraklarındaki işgalini sorumlu tuttu. Suudi Arabistan, ABD himayesinde İsrail ile normalleşme müzakereleri yürütüyor olmasına rağmen, Tel Aviv yönetiminin politikasını kınadı.
Riyad yönetimi, Arap-Müslüman dünyasının liderliğini Şii rakibi İran’a kaptırmamak ve bu yakınlaşmayı İslam dünyasında kendisine karşı kullanmasını engellemek için, İsrail ile yakınlaşma girişimlerini bir kenara bırakarak, İsrail’i “İşgal ve Filistin halkının meşru haklarından mahrum bırakılmasının yanı sıra, kutsal mekanlarına yönelik sistematik provokasyonlar nedeniyle olası gerilimi tırmandırma risklerine karşı uyaran” bir açıklama yaptı.
Le Figaro’nun Ortadoğu uzmanı, gazeteci yazar Georges Malbrunot da bu noktaya dikkat çekerek, İsrail’in Sünni Arap ülkeleriyle yakınlaşmasının, “İran destekli Hamas’ın, şok operasyonuyla tehlikeye girdiğini” yazdı. Malbrunot’ya göre, Hamas, “Ortadoğu’nun İran’a düşman ve Filistin davasını unutan yeni bir Arap-İsrail ekseni etrafında yeniden yapılandırılmasını” engellemeyi amaçlıyor. Malbrunot, Riyad’ın bu normalleşme girişimini yavaşlatacağının “çok açık” olduğunu yazıyor.
Gazeteci, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in Suudi mevkidaşını telefonla arayarak “Hamas terörizmini kınamasını istediğini ancak Riyad’ın bu öneriyi kabul etmediğini de” ekliyor.
Uzmanlar, Hamas’ın Şii rakibi Hizbullah’ın da, Pazar sabahı saldırıyı kutlayan bir açıklama yaptığına dikkat çekiyor. Batılı başkentler, Lübnan Hizbullah’ının İsrail’in kuzeyine ikinci bir cephe açmasından korkuyor.
Türkiye nasıl bir rol alabilir?
Hamas’ın İsrail’i şok eden saldırısı Türkiye’de, İstanbul’da yalnızca bir mahallede kınama gösterilerine yol açtı. Küçük bir grup, Fatih camisinde toplandı ve Filistin’e destek gösterisi düzenledi.
Bayram Balcı, saldırının son dönemde İsrail ile yakınlaşmaya çalışan Türkiye’yi zor durumda bıraktığını vurguluyor. İsrail Büyükelçiliği yeniden Ankara’da açılmışken, Ankara’nın şimdi “İsrail ile istese de istemese de birlikte çalışması gerektiğini” savunuyor.
Akdeniz’de Türkiye’nin çok sıkıştırıldığını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “mecburen İsrail ile iletişime geçtiğini” belirten Balcı, “Şu anda Erdoğan barış çağrısında bulunuyor. Bence de Türkiye’nin yapabileceği en iyi şey bu. Arabuluculuğu bir Arap ülkesi yapamaz. Türkiye elinden geldiğince arabuluculuğa oynayacak. Erdoğan yüksek sesle azınlıkları savunamaz artık, arabulucu olabilmek için objektif olmalı şimdi başka çare yok” dedi.
(Voa Türkçe)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *