‘Eğitim şart’ olgusu ve vurgusunun hakiki bilgi ve bilinç çerçevesinde tahakkuku gerekiyor! Bu öncelikle defolardan, boş beleş bagajlardan, gelenekselciliğin ve modernizmin ekleme, eksiltme ve hurafelerinden kurtularak ilk adımı atmakla başlamalıdır.
Mustafa Bozacı
Başlık malumunuz hemen her konuda, yaşanan her problemin ardından bir kılıf gibi, bir maymuncuk aparatı gibi işe koşulan sihirli bir değnek sanki… Ya da çözümü salık veren bir kurtarıcı can simidi…
Kim demişti hatırlamıyorum ama ‘Sizin eğitim sorunu gördüğünüz şeyler, bizzat eğitimin kendisi, ondan kaynaklı olabilir!’ diye, tam o kabilden bir durum da var ortada. Bataklık sivrisinek ilişkisi gibi bir ilişki…
Yine daha öncelerde de paylaşmıştım, ‘Bir mesele, ona sebep olan, onu doğuran düşünceye bağlı kalarak çözülemez!’ diyen Einstein’ın yaklaşımı gereğince ‘eğitim şart’ denilecek durumu oluşturan, buna sebep olan her ne ise ona dışarıdan bakmak, açıyı değiştirmek gerekebilir çoğunlukla. Tıpta ilaç tedavilerinde pek konuşulmayan, denize düşenin yılana sarılması kabilinden, istemesek de başka çözümün üzerinde durulmadığı, bir ilacın prospektüsünde genellikle de küçük puntolarla yazılan kontrendeksiyonlar/yan etkiler nedense dikkate alınmaz, görmezden gelinir. İşteki aciliyet, mecburiyet bize bu adımı attırabilir belki ve fakat başlıktaki yargıya konu sair meseleler, dil alışkanlığına dönmüş, kanıksama, çözümsüzlük izharı, ‘böyle gelmiş, böyle gider’ kabilinden bir (a)normalleşmeyi ifade eden tarza dönüşmüştür.
‘Eğitim şart!’ bu kesin! Ama hangi eğitim, kimin (alan ve veren) eğitimi, nasıl bir eğitim, hangi muhteva ve müfredat, niçin eğitim, öğretimle alakası, örgün ve yaygın kısmı, kaynaklar, ölçme ve değerlendirmesi, alanı, vb. meselenin birçok bileşeni var ve bunların her biri diğerine feda edilemeyecek, ertelenip ihmal edilemeyecek önemdedirler.
Bir de bu yargı cümlesini kuranların, gerçekten çözüm isteyip istemedikleri, o eğitime başta kendileri olmak üzere ahalinin ‘evet’ deyip demeyecekleri, gönüllü katılım sağlayıp sağlamayacakları, bedel ödemeye hazır olup olmadıkları, sunulan farklı çözümlere rıza gösterip göstermeyecekleri de diğer önemli hususlardır.
Gerçek anlamıyla ‘eğitim şart’ derken kastedilenlerle mecaz kullanımı arasında bir paralellik kurulabilse de tam anlamıyla bir çakışma var denilemez.
Gerçek anlamıyla kullanıldığında ‘eğitim şart’ terkibi ile bileşenleri, paydaşları, eğitim psikolojisi, eğitim sosyolojisi, pedagoji gibi içerikler, müfredat, amaç ve hedefler, eğitimciler ve kurum kuruluşlar, eğitim politikası, yerel ve küresel algılar, zaman ve mekan, eğitim ile öğretimin fark ve farkındalığı, velilerin durumu, örgün ve yaygın eğitim, zorunlu eğitim, ölçme ve değerlendirme, okullar arası nicel ve nitel farklar, lise ve üniversiteye geçişte uygulanan sınavlar, üniversitelerin nicelik ve nitelikleri, eğitime tabi tutulacak kişiler ve bunların özellikleri, hazır bulunuş, eğitim öğretim birliği (tevhid-i tedrisat), cinsiyet ve dolayısı ile karma ve müstakil eğitim, fırsat eşitliği, kaynaklar ve muhteva, derslerin dağılımı ve oranı, kurumların ihtisaslaşması, yönlendirme, ilgi ve istidat, mesleki eğitim gibi ilk akla gelenler ardışık veya sistematik sıralanabilir. Bunların etkileri, ağırlık ve öncelikleri elbette tartışmaya açıktır. Bizim bu yazı dolayısı ile arayışımız bunların tahlil, tetkik ve analizi de değildir, çözüm önerileri sunmak da… Bu konulardan her biri doktora tezlerine, şuralara, ciddi araştırmalara konu olan başlıklardır. Ancak genellikle yapıldığı gibi bunların birbiri ile olan ‘lazım-melzum’, ‘tencere-kapak’ ve hatta ‘etle tırnak’ benzeri yakın ve zorunlu ilişki göz ardı edilmeden, ihmal ve ihlallere düşmeden.
Eğitimin en tepesinde karma eğitimle ilgili nabız yoklama mı diyelim, kulağa su kaçırma mı, yahut bir ön yoklama kabilinden bir test mi, ne dersek diyelim işte o malum seküler, laik, modernist çevrelerden çıkan yüksek volümlü seslerin akabinde derhal bir yanlış anlaşılma(!), kendini ifade edememe(!) beyanlarının gelmesi sorun görülenlerin de çözümsüzlüğü sadedinde bir örnektir. Aslında yeri gelmişken işte o malum çevrelerin mecaz anlamıyla kastettiğimiz şekliyle ‘eğitim şart’ vurgusunun hakkını verdikleri söylenebilir. Tam tersi oranda da meseleyi benimseyip savunması beklenen kitle ise hafif perdeden, cılız sesler çıkarmış, imza vb kampanyalara yönelmiş olsa da o ‘eğitim şart’ mecazi vurgusunun içeriği gereği pasifliği, eğitimsizliği(!), özgüvensizliği, cesaretsizliği, organizasyonsuzluğu, ‘ben bilmem’ edilgenliğini sergileyerek yazımız başlığıyla ilgili güzel, ama yanlış/kötü örneklik sergilemiştir. Bu iki örnek (biri olumlu ve fakat bizler açısından ters ve her şeye aykırı, ikincisi de başlığın kastı açısından olumsuz) haddi zatında yazının muradını, başlığın mecazi kastımızdaki vurgusu açısından yeterli bir misaldir. Arif olana…
‘Bu kadar cehalet ancak eğitimle olur.’ sözü de konuya eşlik edip analizini kolaylaştıracak kapsamlı bir ifadedir. Asıl vurgu ise, yukarıda temas ettiğimiz üzere Einstein’a ait olan ‘Bir sorun aynı paradigma içinde kalarak çözülemez!’ ifadesidir. Daha Osmanlı döneminden (Burada belli kategorik, dönemsel farklılıklar olabilir) itibaren yozlaşmaya, nitelik kaybına uğrayan/uğratılan ilgili kurumlar cumhuriyete geçişle beraber yüz seksen derecelik bir paradigma değişimi ile yönünü batıya, sırtını da ‘gericiliğin, yobazlığın, medeniyetsizliğin’(!) kaynağı tanımlama ve betimlemesiyle doğulu(!) değerlere, dini umdelere (her türlü eksiği, yanlış uygulama ve algısı söz konusu olsa da(!), ki sebep bu değil, zira eğrisi doğrusuna bakmadan bir toptancılık ve yapı bozumculukla bakılmıştır meseleye) dönen uygulayıcılar bugünün çözümsüzlükleri için kapıyı kilitlemişler, anahtarı da suya atmışlar adeta… Sadece ‘harf inkılabını’ düşünmek, tahlil etmek bile kafidir. Akabinde ‘birbirinden ayrılmaması gereken konular’ vurgusu gereği sosyal dokudaki uzantılarla şapka ve kılık kıyafet devrimleri de hesaba katılmalıdır. ‘Çıkış’ için kapıyı tekmelemenin, delik açmaya uğraşmanın, içeriden güzelle(ştir)me çabalarının bir kıymeti harbisi olabilir mi?! Einstein düsturunca paradigma değişiminin gerek ve zorunluluğu her türlü zorluğuna rağmen apaçık ortada değil midir?! Yine sözün burasında yine mecazi anlamıyla ‘eğitim şart’ olgusu devreye girmektedir; bilgi birikim, bilinç, cesaret ve celadet, liyakat, farkındalık, arz talep, hak ediş gibi içerikler çerçevesinde…
Bakınız, 2. sınıftan başlayarak uygulanan, en az 10 sene süresince devam edilen İngilizce öğretiminde sonuçlara bakmak yeterlidir, ‘eğitim-öğretim olgusundaki’ sorunun paradigma içinde kalarak çözülemediğinin örneği olarak, ya da ‘Sizin sorun gördükleriniz, eğitimin kendisidir!’ sözünün muktezasınca. Aynı örneği Arapça dersi/lisanı için de verebiliriz; 7 yıl İmam Hatip dönemi, artı 4 yıl İlahiyat, sonuç; elde var hiç! Aslında yeri gelmişken paradigma içinden bakacak olursak haydi Arapçayı -o sırt dönme metaforu gereği- anladık (öğrenilmesini istemiyorsunuz!) da yönün döndürüldüğü, muktesebatı (batıl batının çıkar ve sömürü odaklı değeri olmayan ederleri!) baş göz üstü bilinen batının dili İngilizce açısından durum gerçekten tam bir muamma, acınası bir durum değil midir?! (İfade dil tercihinde öne çıkan tutumla alakalı değil, salt bir dil eğitimi açısından alınmalıdır.)
Ha bir de unutmadan, eskiden ‘sıfırcı hocalar’ vardı; şimdilerde ise üniversite sınavlarında her yıl artan oranda ‘sıfır çeken öğrenci’ olgusu… Demek ki neymiş; mantalite değişmeden, bakış açısı değiştirilmeden, paradigma dışı bakmadan avara kasnak gibi başı boş dönüş tek yol olarak kalacaktır. Eskilerin eğitim öğretim anlamında karalanması, niteliksizliği vurgulanırken söylenen ‘Bizim oğlan bina okur, döner yine okur!’ sözünün dönüp kendilerini vurması gibi… Görece güncelleme ve düzenlemeler ise bu ‘oyalamacanın’ sürdürülmesine katkıdan başka bir netice de doğurmayacaktır.
Gel gör ki kimin söylediğini hatırlayamadığım ‘Sizin eğitimde sorun gördüğünüz sorunların hemen tamamı bizzat eğitimin kendisidir!’ sözü de hani olan bitene bakınca, Milli Eğitim Bakanlığı ve uhdesindeki kadro değişimleri, yap-boz, hâlâ deneme yanılma izlenimi veren arayışlar görüldüğünde insanın pek umudu kalmıyor ve ‘eğitim şart’ deyip geçmek gerekiyor! Yani iktibas ettiğimiz o söz devreye giriyor!
Bir de yine bir rapor var ülkeyi batılı iş verenlerine açık eden, ülke fotoğrafını çekerek, ağababalarının ileriye dönük planlamaları, stratejileri, kimlerin istihdam edilip iş tutulacağı ile ilgili öngörü ve fikir veren; ülkenin en başarılı (sınav sistemine göre) ve dolayısıyla zeka potansiyeli de yüksek, en yüksek yüzdelik dilimden yüzde kaçı şu okullara (tıp gibi), sonraki yüksek dilimden yüzde kaçı şu okullara (mühendislik gibi) sırayla azalarak sıralama veriliyor ve netice en alt dilimde kalacak kitle de ülkeyi yönetiyor tarzında… Psikoloji, sosyoloji gibi dallar o başarı(!) sıralamasının genelince pek tercih edilmiyor, rağbet görmüyor -iyi ki(!)- demek istiyor! Aynı araştırma uygulamaları egemen zihniyetlerce hemen her alanda süregelen şekilde biteviye uygulamada malumunuz, o dünya nüfusunun nüfuzu yüksek, devşirmeyi, oryantalizmi, emperyalizmi ellerinde tutan müstekbirlerce, ama gel gör ki ayıkma yok. ‘Eğitim şart’ mecazi kullanımı da tam bu manada düşünülmelidir zaten. Malik b. Nebi’nin ‘sömürgeye müsait olmak’ ifadesi de burada efradını cami bir kullanım olarak zikredilmelidir.
Düşünsenize ta Elazığ’da Amerikan koleji var, ta yıllar öncesinde… Ülkenin köşe başlarında farklı emperyal düzencilerin okulları, kolejleri, kurum kuruluşları mevcut! Bizi ne kadar da düşünüyorlar, değil mi?! Eğitimimize ne kadar önem veriyorlar, medeniyet aşılıyorlar! Hele bir ‘Amerikan Okulları’ adında kurumları var ki o dünya jandarmalığı yapan, baş sömürgeci ABD’de, dünyanın hemen her noktasında ‘nizamat’ için devşirme ve eğitme(!) işini meccanen yürütüyor! Eğitim şart yani; her zaman ve her yerde, herkes için! Genelkurmaydaki NATO subayı mevcudiyeti ile eğitimdeki Fulbright yapılanması arif olana yeter de artar bile!
Ülkenin hemen her yerinde her konudan ihmaller ve ihlaller, hemen herkesin ‘kör göze şiş’ kabilinden vakay-ı adiyeden olarak şahit olabileceği olaylar, gelişmeler yaşanmakta ve bizlere bunların ‘görmemiz, duymamız’, dolayısı ile ‘bellememiz’ istenen kısımları öne çıkarılıp gündemleştirilerek vurgulanmakta, ısrarla ve ısıtılıp tekrarlanarak servis edilmektedir. Trafikten çevre sorunlarına, üretimden tüketime, zamlardan vergilere, ağaç/orman katliamlarından yangınlarına, doğal afetlerden beşeri afetlere/zulüm ve hak hukuk ihlallerine, göç sorunundan geçim sorunlarına, adaletsizlikten liyakatsizliğe, siyasetten ticarete, eğitimden hukuka, iktisattan itikada, daha sıralanabilecek pek çok konuda ‘bu kadar cehalet ancak eğitimle olur’ sözünü tekraren hatırlatacak, hep gelenin gideni arattığı, hep geçmişe bir yönüyle ‘daha iyiydi!’ şeklinde atıf yapıldığı bir ortamda, ortalama insanımızdan entelektüeline, amirinden memuruna, vekilinden aslına ve vekalet hususuna dair yazıp çizilecek o kadar konu var ki, çık işin içinden çıkabilirsen! Bu noktada ‘mektepli olmakla alaylı (okul dışı bilgi bilinç muktesebatı) olmak aynı yekûn içinde yazılır çizilir olmuş! Aykırı(!), farklı, biraz dışarıdan bir ses verilmeye, ikazda bulunulmaya kalkılsa hemen bir yaftalama, karalama, ötekileştirme refleksleri devreye giriyor, alınıyor! ‘Öğrenilmiş çaresizlik’ devreye giriyor! ‘Eğitim şart’, ama bir o kadar da zor!
Toplumsal yapı bozum, dejenerasyon, çürüme ve çözülme, başkalaşım ancak bu nevi bir eğitim işe koşularak başarılabilirdi; ve başarıldı maalesef! Bunu cumhuriyet kazanımlarına mı yazmak lazım, ahalinin aymaz, ayıkmaz müsaitliğine mi bilemedim! Buradan çıkış da ancak tersi nicelik ve nitelikte bir bakış, duruş ve düşünüş gerektirmektedir! Etkin ve yetkin çabalar!
‘Eğitim şart’ olgusu ve vurgusunun hakiki bilgi ve bilinç çerçevesinde tahakkuku gerekiyor! Bu öncelikle defolardan, boş beleş bagajlardan, gelenekselciliğin ve modernizmin ekleme, eksiltme ve hurafelerinden kurtularak ilk adımı atmakla başlamalıdır. Denilebilir ki bu adımı atmak için öncelikle o doğru bilginin ziya ve şifasına dönmek, o bilginin bilinç ve beceriye, davranışa dönmüş yetkinliğini kuşanmak gerekli ve daha önceliklidir, buna da ‘eyvallah’! Dahası bu iki adımı birbirinden koparmadan eş zamanlı ve eş güdümlü olarak devreye almak, devrede tutabilmek olmazsa olmaz kabilinden bir sorumluluk, gerekliliktir. Yoksa; yok!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *