Utanma ve haya duygusunu bütünüyle yok eden neoliberal kültür, fuhşiyat ve münkeratı özgürleştiriyor, normalleştiriyor. Evrensel yankısı-etkisi olabilecek bir dil ve içerik üretmesi gereken Müslüman zihin dünyası, büyük idealleri temsil-tecrübe yeteneğini kaybediyor. Ahlaki toplum olma özelliğini yitiren bir toplumun, maddi alanda, niceliksel alanda kazandığı başarıların, İslami anlamda hiç bir değer taşımadığını bilmek gerekir.
Atasoy Müftüoğlu
İslam dünyası toplumlarında, Müslüman kitleleri, kendi arzu ve istekleriyle sömürgeleştiren, düşüncesizleştiren, akılsızlaştıran, dünyayı/tarihi ve gerçeği görme yeteneklerini yok eden, kitleleri geçmişe doğru yönlendiren, geçmişe doğru kaçmalarını öğütleyen, bilinçsizliği ve iradesizliği tahkim eden patolojik bir bağımlılık, mistik/batıni/ahbarı/tasavvufi bir bağımlılık, günümüzde genişleyerek/yayılarak etkisini sürdürüyor. İslami bünyeyi içeriden kuşatan, baskılayan, güçsüzleştiren, etkisizleştiren bu bağımlılık; bugün, dışarıdan dijital devrim yoluyla dayatılan dijital bağımlılıkla, kölelikle, büyülenmeyle bütünleşerek, toplumlarımızda olumsuz/yıkıcı sonuçları olan travmatik bir değişim/dönüşüm iklimi/ortamı oluşturuyor.
Kur’an’ı Kerim, geleneğin bir referans olarak alınamayacağını açıkladığı halde, konformist din algısı, bu uyarıyı dikkate almayarak, geleneği, değişime mutlak olarak kapalı bir kader olarak Müslüman kilelere dayatıyor. Geçmişe doğru kaçan/savrulan bir zihin ve ruh dünyası, bugün, yirmibirinci yüzyılda, ne yapılması gerektiğini, nelerin konuşulup tartışılması gerektiğini bilmiyor, bilme ihtiyacı duymuyor. Bu nedenle de, İslam toplumlarında, yeni bir ufuk, yeni bir düşünüş-tefekkür alanı açılamıyor. Bu durum, İslam toplumlarında, kitlesel düzeyde düşünsel intiharlar yaşandığını gösterir.
İslam toplumları, bu toplumlarda, düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, yerli-milli retoriğiyle, ezan bayrak ve şanlı tarih söylemiyle büyülendiği için, Müslümanlar, İslam’ın, evrensel anlamda, nasıl bir varoluş/insanlık/dünya/tarih/birey-toplum/siyaset/ekonomi/özgürlük vb. gibi varoluşsal meselelerle ilgili ne düşündüğünü ne önerdiğini bilmiyor, bu konularla ilgili olarak bağımsız ontolojik/epistemolojik, evrensel ve kuramsal bir sistem çerçevesi inşa edemiyor. Hem geleneksel bağımlılıklar, hem de dijital bağımlılık ve sömürü, özellikle Müslüman genç kuşakları, bilgi’den, bilinç’ten, bilgelikten nasibi olmayan kadavralara dönüştürüyor.
Hangi toplum olursa olsun, bir toplumun, yaşayabileceği en büyük, en derin yabancılaşma/çürüme, o toplumun bir çıkar toplumuna, çıkar gruplarının hâkim olduğu bir topluma dönüşmesidir. Bu toplumlarda, insanlar, hayata benzemeyen, idealsiz, ilkesiz, hayatlar yaşamaya mahkûm olurlar. Bu toplumlarda, içerisinde yaşadığımız toplumda da, derin kültürsüzleşme, derin lümpenleşme bayağılığın, bayağılıkların tiranlığına yol açıyor. Kültürsüzleşen toplumlarda, bağnazlıklar, karşıtlıklar, görgüsüzlükler, fanatizm gösterileri yeni bir kültür tarzı, tuhaf bir kültür tarzı oluşturuyor.
Neoliberal dünya görüşü, neoliberal akıl, değer içermeyen, iyilik/merhamet/vicdan içermeyen, kârlılık ve paradan ibaret bir dünya/hayat algısı oluşturdu. Ahlâkın para’ya ve çıkara dönüştüğü toplumlarda bugün ikiyüzlü hayatlar yaşanıyor. İdeolojik katılıklar, din’i ya da din’e nisbet edilen katılıklar, kültürsüz toplumlarda büyük yanılsamalara neden oluyor. Bir toplum, seküler ya da muhafazakâr/dindar tek adamın, tek adamların ufkuna kapatıldığında, özgürlüğünü ve geleceğini yok ediyor. Seküler ya da muhafazakâr romantizm, ilgili toplumlar üzerinde uyuşturucu etkisi oluşturuyor. Tek adamların ufkuna kapatılan toplumlarda, eleştirel/bağımsız/entelektüel üretkenlik mümkün olmuyor. Bu toplumlarda seküler hayatlar biyolojik süreçler halinde yaşanırken, din’i hayatlar da, duygusal süreçler halinde yaşanıyor. Maddi ilgiler dışında ilgileri olmayan günümüz insanı, fiziksel varlıklara dönüşüyor, araçların amaçlardan çok daha değerli olduğu günümüz dünyasında iyi’nin yerini faydalı alıyor. Maddi araçların ve nesnelerin sembolik anlamı-dili, moda’ların kışkırtıcı-ayartıcı yanı insanları baştan çıkarabiliyor. Para, güç, çıkar arayışı, ayrıcalık arayışı, mücadelesi çok sefil ve kirli toplumlar oluşturuyor.
İslam toplumlarının, zihin ve ruh dünyalarını sömürgeleştiren, Batı’ya özgü, özgün-tarihsel kültürel paradigmalarla, entelektüel-felsefi anlamda hesaplaşamayan toplumların-kültürlerin, İslam medeniyeti tasavvur ve tahayyülünden söz etmeleri soyut bir iddiadan, tutarsız-geçersiz bir iddiadan ibarettir. Bugün, bizler, Müslümanlar olarak, tecrübe etmediğimiz, tecrübe etmek üzere kapsamlı çabalar harcamadığımız, İslami anlam ve ilkeler etrafında tartışmalar yapmakla meşgulüz. Emperyalist tarih ve epistemik emperyalizmin, Batı’nın kendine özgü, özgün-ırkçı kavram ve kurumlarını, Batı dışı toplumların, özellikle de İslam toplumlarının-kültürlerinin bütün özgün kavram ve kurumlarını değersizleştirerek, bu toplumlara ideolojik mutlaklar olarak dayatması, İslami paradigmaları tarihin dışına sürgün etmesi, İslam toplumlarının-kültürlerinin acilen yüzleşmeleri gereken en hayati sorunudur.
İslam dünyası toplumlarında, düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, bu hayati sorunlarla yüzleşmeye cesaret edemediği, seküler-epistemik paradigmalara mecbur-mahkûm edildiği için, bugün, gelenek/görenek/hamaset/menkıbe-kehanet, ne yazık ki; İslami paradigma, İslami miras-birikim ya da hafıza sayılıyor. İslam toplumlarının, romantik tahayyüllerle, menkıbe-keramet-kehanet dili ve retoriğiyle avunması, büyülenmesi, tarihsel gerçeklere uyanışını geciktirirken, toplumun zihinsel-ruhsal sağlığını da yitirmesine neden oluyor. Politik iktidarlar, romantik tahayyüllerle, menkıbe-keramet-kehanet kültürüyle büyülenen kitlelerin gerçeğe uyanmalarını kesinlikle istemiyor. Hiç bir ahlaki, entelektüel, eleştirel otoriteye sahip olmayan toplumlarda, toplum, ahlaki yükümlülüklerine yabancılaşıyor. Bir toplumun bilgeliğe, tefekküre, adalet ve hakkaniyet duygusuna yabancılaşarak politik karşıtlıkları ve kamplaşmaları normalleştirmesi ilgili toplumda büyük ve derin çölleşme/kuraklık yaşandığını gösterir. Radikal bir değişim, konformist bir düşünce ve hayat tarzını terkederek, bilinçli bir hayata geçmekle başlatılabilir. Konformist düşünme ve hayat tarzıyla bütünleşen toplumlarda eleştirel düşünceye yer olmadığı gibi, farklılık ve çeşitliliğe de yer yoktur. Bu tür toplumlarda temel varoluşsal sorunların-soruların-meselelerin, gündeme getirildiği, duyulmamış ve görülmemiştir.
İçerisinde yaşadığımız dönemde, Müslümanlar olarak, ontolojik-epistemolojik, emperyalist, sömürgeci, Siyonist vesayete maruz bırakıldığımız halde, ahlaki-entelektüel sorgulamalar yapmıyor, varlığımızın her zerresiyle itiraz etmemiz gereken yabancılaşmalar, teslimiyetçilikler karşısında sessiz kalıyoruz. Evrensel İslami bilincin içini boşaltan gelenekçi/görenekçi/folklorik retorik, İslami tefekkürü hayatımızdan çıkarıyor. Tefekküre yabancılaşan toplumlar umudun imkânları üzerinde düşünemez, propoganda masallarıyla oyalanırlar. Tefekküre yabancılaşmak, ortak iyiliklere de yabancılaştırır. Aklın aşırılıkları da, kalbin aşırılıkları da; ilkesizliğe, ölçüsüzlüğe, dengesizliğe hizmet eder. Hayatlarını çıkar-iktidar ayrıcalıklarına, tahakküm mücadelelerine adayanlar ilahi bağışlara istihkak kazanamazlar.
İçerisinde bulunduğumuz sınırsız sorumsuzluk çağında, materyalist akılcılık/faydacılık, bütün insanlık için büyük tehditler oluşturuyor. Sorumsuzluklar çoğaldıkça, insanlık acıları ve merhametsizlikler de çoğalıyor. Endüstriyel/teknolojik/kapitalist/sömürgeci/seküler uygarlık, sürekli tahakküm/sömürü açlığı içerisinde bulunan uygarlık, dünyayı yakarak/yıkarak/yok ederek ilerleyen ilerleme ideolojisi, gezegeni insanlığın yaşayabileceği bir yer olmaktan çıkarıyor. İslam toplumları bugünün dünyasında yaşanan acıların/ızdırapların/yoksullukların/yoksunlukların, çaresizliklerin/güçsüzlüklerin gerçeğine uyanmak yerine, patolojik umutlar/iyimserlikler biriktiriyor. Gerçek umutlardan söz edebilmek için, yerel sınırları aşan, etnik ve mezhepçi sınırları aşan bir dayanışma iradesi ortaya koymak, bütün bencillikleri, benmerkezcilikleri acilen terkederek, evrensel anlamda bilinç ve umut toplulukları, oluşturmak gerekir. Bilinç ve umut toplulukları sınırları aşan nitelikleri temsil etmek zorundadır. Nitelikleri temsil etmek, hem aklı, hem de kalbi ikna eden bir dil yoluyla mümkün olabilir. Kökten bir yenilenme, keskin ve bütüncül bir dikkat, zihinsel enkaz durumundan kurtulmakla mümkün olabilir. İslam toplumlarına hâkim olan konformist kültür, mistik/batıni kültür, kehanet kültürü bugün, Müslüman halkları dünyadan/tarihten/gerçeklikten koparıyor. İslam toplumlarında, ahlaki çöküş pahasına sürdürülen otoriter/popülist politikalar, korku politikaları, ölümcül bencillikler, kitlesel bir duyarsızlaşma oluşturuyor. Geleneksel ya da modern hurafeler kitleleri aptallaştırıyor. Bu şartlar içerisinde, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan kesimler, ancak inanç kırıntılarını muhafaza edebiliyor. Her popülizm, mutlak anlamda, niteliklerin ve derinliklerin kaybına işaret ediyor. Bencil karşıtlıklar, kamplaşma bağnazlıkları hayatı değersizleştirir, kalplerin/gönüllerin pas tutmasına neden olur. Bugün, bencil hesapçılıklar ve aşağılık çıkarlar, bütün temel/varoluşsal ilkeleri yozlaştırıyor. Bu şartlar içerisinde, İslami bir toplumu oluşturabilecek, yabancılaşmamış, kirlenmemiş, kişiliksizleşmemiş erdemli kadroların yetişmesi imkânsız hale geliyor. İslam toplumlarında, Türkiye’de de, İslami anlamda, entelektüel/paradigmatik bir değişim yaşanmadığı için, İslamcılık-ümmetçilik bir propoganda sloganına ve etikete dönüştü, yalnızca bir söylem meselesi olarak kaldı. İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, paradigmatik bir değişim gerçekleştiremediği için, özgün-evrenselci İslami yorum kayda değer bir etki/yankı oluşturamadı. Özgün evrenselci İslami yoruma hayatiyet kazandıramadığımız için, bugün, İslami kesimlerde, yerli-milli yorumlar, mezhepçi yorumlar mistik yorumlar, seküler-liberal yorumlar etrafında çok büyük savrulmalar yaşanıyor. Bütün bu yorumları eleştirel bir sorgulamaya tabi tutabilecek, geçerliliklerini tartışabilecek Müslüman düşünürler/bilginler yok. İslam dünyası toplumlarında pozitivist dünya görüşü karşısında utanç verici bir eziklik, edilgenlik yaşanıyor. Din’i dünya görüşünün, düşüncesizlik, yerellik, batınilik ve bağnazlıkla malûl hale gelmesi, İslami bütünlük ve evrensellik bilincinin kökünün kazındığını gösterir. Bilinç özgürlüğünden ve bütünlüğünden yoksunlaştırılan din’i hayat bugün, güçsüz, etkisiz, iradesiz, yasakçı bir muhafazakârlığa, maneviyatçılığa dönüştürülmüştür. Günümüzde, İslam toplumlarında, fanatik dayatmalar, popülist/oportünist dayatmalar, bilinç özgürlüğüne geçit vermiyor. Toplumlarımızda, İslami temel ilkeler doğrultusunda, Müslüman zihin dünyasını şekillendirebilecek kültürel-entelektüel bir ortam/iklim olmadığı için, din algısını ve din’i hayatın çerçevesini gelenekler ya da ulus-devlet kutsalları belirliyor. İslam sistematik bir hamaset aracına dönüştürülüyor. İslam bir hamaset aracına dönüştürüldüğü için, seküler epistemolojik araçlarla İslami bir eğitim yapılamayacağı, kültür ve medeniyet oluşturulamayacağı akledilemiyor, fehmedilemiyor.
Müslüman olmak, evrensel bir zihne, ufka, kişilik ve sorumluluğa sahip olmayı gerektirir. İslam’ın edilgenlikle eşitlenmesi, yerelliklere mahkûm edilmesiyle ilgilidir. İslam toplumlarında halen geçerliliğini koruyan taklit geleneği, Müslümanların derin düşünme yeteneklerini, yenilenme yeteneklerini, özeleştiri yapma yeteneklerini, öngörüde bulunma yeteneklerini bütünüyle yok ettiği için, toplumlarımızda entelektüel üretkenlik gelişmiyor. Günümüz İslam toplumlarında, geleneğin baskısı sebebiyle, İslam hiç bir şekilde bilinç düzeyine çıkamıyor. İslam’ı özgün/evrensel bilinç düzeyinde idrak edemediğimiz için, yapısal sorunların farkına varamıyoruz. Toplumlarımızda apartheid tarzı zihniyet, etnik/dinsel/dilsel ayrımcılıkları ne yazık ki, kurumsallaştırmış bulunuyor. Tekkültürlülük bağnazlıkları derinleştiriyor. Politik çıkarlar, iktidar çıkarları adına icat edilerek kurumsallaştırılan etnik gurur yaklaşımı otoriter/güvenlikçi toplumlar oluşturuyor. İslami ufku kapatan kurumsallaştırılmış bağnazlıklar, ayrımcılıklar ve karşıtlıklarla yeni bir medeniyet tasavvur/tahayyül edilemeyeceğini bilmek/anlamak gerekir. Eleştirel bir tarih bilincine sahip olmadığımız takdirde, geleneksel bağnazlıkları, hurafeleri, ayrımcılıkları, karşıtlıkları biriktirir ve gelecekten söz edemeyiz. İslami bilincin özgürlüğü, bilinçli farkındalıklarla ve eleştirel okuryazarlıklarla sağlanabilir. Geleneksel bağnazlıklar, tekdüzelikler, edilgenlikler dilsiz-sessiz varoluşlar oluşturur. Dilsiz-sessiz varoluşlar halkları gerçekliğe yabancılaştırır. Geçmişi tekrara koşullandırılan bir zihin dünyası yeni-farklı hiç bir şey keşfedemez. Hangi alanda olursa olsun her bencillik, benmerkezcilik barbarlıkla sonuçlanır. Tekkültürlülükle bütünleşen derin bağnazlık, farklı etnik/dilsel/dinsel topluluklara, muhalif çevrelere, Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar vb. örneğinde olduğu gibi, yerli yabancılar muamelesi uyguluyor. Hamaset/menkıbe/keramet/hurafe/kehanet söylemleriyle, bilinçdışı alana köklü bir şekilde yerleşen din’i hayat, İslam toplumlarını dünyadan ve tarihten tecrit ederek, geleceksizliğe sürüklüyor. Bilinçdışı alana yerleşen din’i hayat zamanın ve tarihin farkına varamaz. Yirmibirinci yüzyıl için İslami içerik üretemez. Kendilerini yerel-etnik-mezhepçi sınırlar içerisine hapsederek, bu sınırlarla büyülenenlerin, hiç bir zaman ortak özgürlüklerle, ortak iyiliklerle, ortak acılarla, merhamet ve adalet duygularıyla ilgili İslami kaygıları yok. İslami bir toplum, her şeyden önce, ahlaki bir toplum olarak temayüz eder. Bugün, karşı karşıya bulunduğumuz inanç kayıpları, ahlaki kayıplar sebebiyle, toplumsal-kamusal hayat aşırı bir kokuşmuşluk ve çürümüşlük sergiliyor. İslam, siyasal çıkar sağlama aracına dönüştürülüyor. Utanma ve haya duygusunu bütünüyle yok eden neoliberal kültür, fuhşiyat ve münkeratı özgürleştiriyor, normalleştiriyor. Evrensel yankısı-etkisi olabilecek bir dil ve içerik üretmesi gereken Müslüman zihin dünyası, büyük idealleri temsil-tecrübe yeteneğini kaybediyor. Ahlaki toplum olma özelliğini yitiren bir toplumun, maddi alanda, niceliksel alanda kazandığı başarıların, İslami anlamda hiç bir değer taşımadığını bilmek gerekir. İdealsiz ve ilkesiz hayatlar, hayatı ve toplumu bütünüyle yavanlaştırıyor, duyarsızlaştırıyor. Toplum, merhamet etme yeteneğini kaybediyor. Varoluşun/hayatın maddileştirildiği, her şeyin, din’in, tasavvufun ticarileştirildiği, pazarlama konusu haline dönüştürüldüğü bir dünyada bütün kutsallar alınıp satılabiliyor. Müslümanlar olarak ölüm bilincine sahip olabilseydik; hayatı, daha dikkatli, daha ölçülü, daha sade, daha içtenlikli, daha yoğun, daha sorumlu, daha adil, daha merhametli, daha duyarlı, daha diğerkam ve her an sınırlarının farkında olarak yaşıyor olacaktık. İslam toplumlarında bugün, Türkiye’de de, dini hayat çok derin, çok vahim patolojilerle malûl bulunuyor. Dini hayatı niteliksizleştiren, kültürsüzleştiren bu patolojiler, ilgili toplumlarda iktidarlar tarafından sistematik bir biçimde kullanılarak meşrulaştırılabiliyor. Bu gelişmelerle ilgili olarak, İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı etkili eleştirel bir tavır ortaya koyamıyor.
İçerisinde yaşadığımız hamaset zamanlarında, bir tarih ve gelecek vizyonu/öngörüsü oluşturamıyoruz. Otokrasileri ve otokratları çok seven İslam toplumları, eleştirel düşünceyi, özgün düşünce üretimini varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. Taklit ve itaat kültürü, din’i hayatı, düşünce hayatını zihinsel/entelektüel sorumluluklardan muaf saydığı için, bugün, İslam toplumlarında, Türkiye’de de, zihinsel-entelektüel yoksulluk/malûliyet sebebiyle, seküler epistemolojik emperyalizmin tiranlığı farkedilemiyor, zihinsel-entelektüel bunalımlarla hesaplaşılamıyor. İslam toplumlarında aydınlar kendilerini iktidarların/sarayların önceliklerine/beklentilerine göre konumlandırdıkları için, hiç bir şekilde epistemik emperyalizm sorunu, epistemik emperyalizmin tiranlığı sorunu gündeme getirilemiyor. Hemen her konuda, bağımsız eleştirel düşünceyi zincire vuran gelenekler gündemi belirleyebiliyor. Aydınların; kendilerini, düşünce/kültür/ilahiyat hayatının tek yanlı, resmi söylem ve yorumlarının sınırları içerisine hapsetmiş olmaları, özgün/bağımsız/çok yönlü/çok boyutlu, evrensel İslami yorumu, ufku ve üretkenliği imkânsız kılıyor. Otokrasiler, İslam toplumlarını düşüncesizleştirdikleri, kültürsüzleştirdikleri, niteliksizleştirdikleri, yozlaştırdıkları, bayağılaştırdıkları ve toplumları tek resmi ufka kapattıkları için, İslam toplumları yüzyıllardır, bağımsız bir bilgi felsefesi, dünya görüşü felsefesi inşa edemiyor, evrensel anlamı olan düşünsel çerçeveler çözümlemeler, öneriler, eleştiriler üretemiyor. Din’i/ilmi hayatın klasik dönemde yoğun olarak yaşadığı tartışmalar, günümüzde de aynı yoğunlukta sürdürüldüğü için, hiç kimse, İslami özgürlük mücadelesinin nasıl hayata geçirilebileceğini, Filistin ve Kudüs’ün ne zaman ve nasıl özgürleştirilebileceğini bilmiyor, bilmek istemiyor. İslam toplumlarında otokrasiler, keyfilikleri şiar edindikleri için, özgürlük sorunlarına karşı, hakkaniyet ve adalet sorunlarına karşı kibirli bir kayıtsızlık içerisinde bulunuyor. Otokrasiler, büyük sayıların/kalabalıkların büyük niteliklere sahip olmalarını istemedikleri gibi, nitelik mücadelelerini ve düşünce özgürlüğünü de çok sakıncalı buluyor. Teslimiyetçiliğin ve teslimiyetçiliğin ifadesi olan tasavvufun kurumsallaştığı toplumlarda, bugün, kader/sabır/tevekkül/tahammül/kanaatkarlık vb. gibi kavramlar özgün bağlamları dışında kullanılarak, iktidar/saltanat sahipleri tarafından, iktidar/saltanat çıkarları adına sömürülebiliyor, araçsallaştırılabiliyor. İslam toplumlarında düşünce/kültür/ilahiyat hayatı zihinsel ve entelektüel tükenmişlik nedeniyle, halen karşı karşıya bulunduğu, tarihsel-yapısal edilgenliklerin nedenlerini konuşmuyor.
İslam dünyası toplumları, yüzyıllardır, kendilerine dayatılan bilinçsizliği, sessizliği sıradanlığı, bunların nereden kaynaklandığını, toplumlarımızı nesneleştiren popülizmlerin ve hamasetin kısıtlayıcı bayağılıklarının nasıl normalleştirildiğini hiç bir biçimde tartışma konusu yapmıyor. Müslüman halkların, zihin dünyalarının, sömürgeci etkilerden özgürleşmesi bugün ne kadar hayati bir önem taşıyorsa, konformist kültür ve din algısından özgürleşmesi de bir o kadar hayati önem taşıyor. İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı bu bağlamda bir özgürlük mücadelesi başlatmadığı takdirde, hiç bir zaman özgün ve bağımsız fikirler/yorumlar/etkiler üretemez. Endüstriyel/teknolojik uygarlığın, üretim tarzının, modern hayat tarzının, insanlık için çok büyük bir tehdit haline geldiği bir zamanda, İslami düşünce/kültür hayatı, insanlığa, İslam toplumlarına İslami bir hayat, üretim ve siyaset tarzı öneremiyor, önermeye cesaret edemiyor.
İslam toplumlarında, otokrasiler, toplumların/halkların akla/bilince ve eleştirel tavra uyanmasını engellemek için, duygusal/romantik tahayyüller temelinde, resmi bir dil ve söylem oluşturuyor. Bu nedenle de, toplumlarımızda akılcı ve bilinçli hareketler değil, duygusal/romantik hareketler belirleyici olabiliyor. Duygusal/romantik hareketler, oluşumlar, yoğunlaşmalar, yapılanmalar nedeniyle de, İslam toplumlarında mümkün olan şeyler bile gerçekleştirilemiyor. Kendi romantik/duygusal parçalarıyla/hizipleriyle/cemaatleriyle büyülenen, kendilerini çok seven patolojik bencillikler sebebiyle, İslami dayanışmayı imkânsız kılan bencil karşıtlıklar sebebiyle, İslami dayanışma gerçekleştirilemiyor.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *