İslam düşmanlığı araştırmacısı Prof. Salman Sayyid, İslamofobi tehdidinin sadece Müslümanlara değil, çok daha çoğul ve heterojen olan insanlık fikrinin kendisine yönelik olduğunu öne sürdü, “Sorunun temelinde Amerika’dan Asya’ya kadar uzanan bir İslamofobi çağına giriyor olmamız yatıyor” ifadesini kullandı.
Gemi hadisesi İngiltere’nin mülteci politikaları hakkında ne söylüyor?
Bu olay İngiltere’nin mülteci politikalarının bazı kritik yönlerini ortaya koyuyor. Hükümet bir yandan göç konusunda sert bir duruş sergilemeye çalışırken, diğer yandan da mülteciler için görünüşte mükemmel tesislere sahip bir gemiyle insancıl bir görüntü vermeye çalışıyor. Ancak gemide Lejyoner hastalığının ortaya çıkması, mültecilere sağlanan güvenlik ve sağlık standartları konusunda ciddi endişelere yol açtı. Mültecilerin bu gemide barındırılması, İngiliz hükümetinin mültecileri Ruanda’ya yerleşmeye zorlayarak dışarıdan bakım temin etme planlarının bir başka versiyonu aslında. İngiliz hükümeti ülkede yabancı düşmanlığını körükleyerek mültecilerin İngiltere’ye gelmesini engelleyebileceğini düşünüyor. Ancak mülteci akışını azaltmadaki başarısızlıkları yeterlilikleri konusunda soru işaretleri yaratıyor. Hükümet, istikrarı bozan ülkelere askeri müdahalede bulunmak gibi mülteci akınına neden politikalarını gözden geçirmek yerine Avustralya’nınkine benzer bir strateji izliyor. Bu strateji, mültecilerin ülke kıyılarına ulaşmasını fiziksel olarak engellemeyi amaçlıyor ve onlara sert davranmanın onları sığınma aramaktan caydıracağını varsayıyor. Özünde hükümet, mülteci krizinin temel nedenlerini ele almaktan ziyade mültecileri gelmekten caydırmaya odaklanmış görünüyor.
Bu olay Britanya’nın liberal kozmopolit imajıyla nasıl örtüşüyor?
Bu liberal kozmopolit Britanya imajının, Britanya’da ırkçılığın rolünün unutulmasından kaynaklandığını kabul etmemiz gerek. Britanya ve diğer Batılı ülkeler kendilerini hoşgörülü ve merhametli kozmopolit toplumlar olarak sunmayı tercih ediyor. Ancak 1930’larda ve 1940’larda Almanların Yahudilere yönelik zulmünün en yoğun olduğu dönemde bile Britanya, Yahudilerin Britanya’ya göçünü büyük ölçüde kısıtlamaya devam etmiştir. 1950’ler ve 1960’larda Britanya, savaş sonrası yeniden yapılanmaya yardımcı olmaları için Karayipler ve Güney Asya’daki eski sömürgelerinden insanları davet etti. Yine de bu postkolonyal göçmenler barınma, istihdam, sosyal hizmetler ve ceza adaleti sisteminde ırkçılığa maruz kaldılar. Bu postkolonyal göçmenlerin ırkçılık karşıtı mücadeleleri Britanya’yı tek renkli bir adadan çok kültürlü bir topluma dönüştürdü ve kozmopolit bir Britanya’nın yaratılmasına yardımcı oldu. Bu kozmopolitlik her zaman tartışmalı olageldi. Ve bu imaj şu anda, çok kültürlü bir dünya adasından ziyade yabancı düşmanlığının arttığı bir ‘küçük İngiltere’ imajıyla yer değiştirmiş durumda. Ne yazık ki, son zamanlarda Britanya’da yabancı düşmanı görüşler dile getiren pek çok kişi, ülkeye mülteci ya da göçmen olarak gelmiş kişilerin torunlarıdır. Şu anda yabancılara karşı ayrımcı ve önyargılı görüşleri savunan bu kişiler, atalarının zamanında yürürlükte olsaydı, ebeveynlerinin veya büyükanne ve büyükbabalarının Britanya’ya göç etmelerini engelleyecek politikaları onaylıyorlar.
Sadece bu ayrımcı politikaları onaylamakla kalmıyor, aynı zamanda etnik olarak azınlık gruplarına mensup oldukları için bu politikaların ırkçı olarak değerlendirilemeyeceğini savunarak ırkçılığı meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
Peki ya diğer Batılı ülkeler?
Tüm Batı’da da benzer bir durum söz konusu. Bu toplumların birçoğunda beyaz üstünlüğünden etkilendiği için yükselen bir yabancı düşmanlığı dalgası var. Batılı ülkeler liberalizm ve hoşgörü gibi aydınlanma değerlerini dile getirmeye devam ediyor. Ancak hepsi mülteci karşıtı ve İslamofobik politikalar yürütüyor. Azınlıklara, özellikle de Müslümanlara yönelik muameleleri giderek otoriterleşmesine rağmen, kendileriyle aynı fikirde olmayan yabancı hükümetlerin otoriter olduğundan şikayet etmekle özgürlükçü bir tutum takındıklarını düşünüyorlar. Otoriterliğin sadece “yabancılar” yaptığında kötü kabul edildiğini görüyoruz.
Çifte standart var mı?
2023 yılında artık çifte standart var mı diye sormamıza gerek yok. Elbette çifte standart var. Batı dışındaki herkes çifte standart olduğunu biliyor. Sadece politikacılar, kanaat önderleri ve Batı müesses nizamında yer alanlar çifte standartları görmüyor. İngiltere ve Avrupa Birliği’nin Ukrayna’dan gelen mültecilere nasıl davrandığını Afrika ya da Asya’dan gelen mültecilere nasıl davrandığı ile karşılaştırırsanız çifte standartları görebilirsiniz. Ukraynalı mültecilere muazzam yardımlar yapıldı. Ancak Ukraynalı göçmenlerin durumu, Batılı güçler tarafından kışkırtılan savaşlarda ya da yine Batılı güçler tarafından kışkırtılan hükümetleri devirme veya baskıcı rejimleri destekleme girişimlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan mültecilerden neden farklı olsun ki?
Sorunun köklerini nerede görüyorsunuz?
Sorunun temelinde Amerika’dan Asya’ya kadar uzanan bir İslamofobi çağına giriyor olmamız yatıyor. İslamofobi Müslümanları etkiliyor ve Müslümanlığı – Müslüman kimliğinin bir parçası olarak kabul edilen değer ve uygulamaları – hedef alıyor. Bunlar arasında Müslümanların bir ulus devlet içinde tutulamayacağı fikri de yer alıyor. Müslüman azınlıkların varlığı ve Müslümanlık kavramı, ulus-devletlerin varlığı konusunda soru işaretleri yaratıyor. Müslümanlık etno-milliyetçiliğe karşıt olarak görülüyor. İslamofobi tehdidi sadece Müslümanlara değil, çok daha çoğul ve heterojen olan “insanlık” fikrinin kendisine yöneliktir. Ne yazık ki dünya genelinde çok az sayıda hükümet aktif olarak farklılıkları barından bir insanlık fikrinden yana ya da İslamofobi ile ciddi bir şekilde mücadele ediyor. Nitekim mültecilere yapılan muamele de etnik-milliyetçi şablonlarla düşünüldüğünün bir göstergesidir. Aynı zamanda, tarihi inceleme ve anlama becerimiz de giderek azalıyor. Batı’nın kendisi hakkında sunduğu hikayeleri sorgulanamaz gerçekler olarak kabul etmeye devam ediyoruz. Örneğin, Avrupa’nın tarihsel olarak sömürgecilikten önceki birçok Müslüman topluma kıyasla kültürel açıdan daha az kültürel çeşitliliğe sahip ve daha az kozmopolit olduğu görmezden geliniyor.
Göçmen meselesinde İngiltere hükümetinden herhangi bir olumlu adım bekliyor musunuz?
Bu İngiliz hükümetinden herhangi bir olumlu adım beklemiyorum. Ana muhalefet partisi İşçi Partisi’nin iktidara gelmesi halinde de mültecilere yönelik muamelede kayda değer bir iyileşme beklemiyorum. İşçi Partisi ve Avrupa’daki birçok sosyal demokrat parti, sağcı muadillerinden ayırt edilemez hale geldi ve siyasi ve ahlaki korkaklıkları nedeniyle İslamofobi ve yabancı düşmanlığını benimsedi. Britanya’da refah devletinin çökmesi, sosyal eşitsizliklerin artması ve altyapının çökmesi nedeniyle sorunlar yaşandığına şüphe yok; ancak bu sorunların nedeni mülteciler olmamasına rağmen onlar suçlanıyor. İnsana yakışır konut eksikliği, mültecilerin gelişinden değil, hükümetin neredeyse 13 yıldır uyguladığı kemer sıkma politikalarından kaynaklanıyor. Bu kemer sıkma politikası ve yabancı düşmanlığı söylemine karşı harekete geçilmediği sürece olumlu adımlar atılması hayal bile edilemez. Bazen politikacılar bir şeyler yapmak zorundadır çünkü yapılması gereken doğru şey budur. Danışmanları ve kanaat önderleri onlara bunun uygun bir şey olduğunu söylediği için hoşgörüsüzlük ve adaletsizlik karşısında sessiz kalamazlar. Böyle bir duruş sergilemek çağın ruhuna karşı çıkmak anlamına gelir ve cesaret gerektirir. Bugün İngiltere’nin ya da Avrupa Birliği’nin bu tür bir siyasi cesaret gösterebileceğini düşünmüyorum.
(Röp. Zeliha Eliaçık, Hatice Karahan/AA)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *