İsmet Özel Arapça ve Farsça kelimelerinden Türkçenin arındırılması konusunda şu ifadeleri kullanır: “Dilimizi Arapça ve Farsçadan arındırırsak “hiçbir şey” diyemeyiz. Çünkü “hiç” Farsça, “şey” Arapça.
Yusuf Yavuzyılmaz / Her Taraf
“Harf inkılâbı yüzlerce yıllık milli kültürle bağları kopardıktan sonra dilin değişmesi üniversite gençliğini, ortaokul çocuklarının hizasına indirdi.” (Nurettin TOPÇU, Türkiye’nin Maarif Davası, Dergah yayınları)
Cumhuriyet modernleşmesinin en çok tartışılan devrimlerinden biri, gerek yapılış yöntemi, gerekse amaçları göz önüne alındığında dil devrimi olduğu görülecektir. “Dil devrimi olmasaydı Türkiye Araplaşırdı” iddiası, Kemalist modernleşmeciler tarafından sıklıkla dile getirilmiş bir iddiadır. “Harf devrimi olmasaydı Türkiye Araplaşırdı” sözünün hem tarihsel karşılığı yok, hem de mantıksal temeli bir hayli zayıftır. Kuşku yok ki, diğer devrimler gibi dil devriminin de temel nedeni Türkiye’nin yeni yönelimi, medeniyet yolunda yaptığı radikal tercihle ilgilidir. Bu tercihi uygulamaya koymak için kullanılan yöntemler, Türkiye’de yeni sorunların doğmasına kaynaklık etmiştir.
Öte yandan, Arap alfabesini kullanmak Araplaşmak anlamına gelseydi bu bütün alfabeler için geçerli olurdu. Aynı gerekçe kullanılan bütün alfabe tercihleri için söz konusudur. Arap alfabesi kullanmakla Araplaşmak tehlikesi var ise Latin alfabesi kullanmakla Latinleşmek tehlikesine açık hale gelmek anlamına gelmektedir. Kemalist devrimcilerle muhafazakarlar arasındaki temel farklılık noktalarından biri de budur. Ancak bu konudaki iddialı genellemelerden uzak durmak gerekmektedir. Kemalist modernleşmecilerden bazıları dil konusuna farklı baktıkları gibi, muhafazakar dindar kesimlerden de birbirinden farklı değerlendirmeler mevcuttur. Tüm Kemalist modernleşmeciler ile tüm muhafazakarların bu konuda aynı düşündüklerini iddia etmek gerçeklerle uyuşmamaktadır. Öyle görülüyor ki, Arap alfabesinin değiştirilme iradesi, İslam Medeniyetinden Batı medeniyetine geçiş sürecindeki en önemli devrim olarak tanımlanmıştır. Çünkü her medeniyetin kendine özgü biri dili ve kavramsal sistemi vardır. Cumhuriyet modernleşmecilerinin bütün gayretlerine rağmen, din dili, özellikle fıkıh üzerinden gündelik hayatı etkilemeye devam etmiştir.
Gerçek şu ki, alfabe değişimini Araplaşmak ile açıklamak kolay değildir; sorun büyük ölçüde Cumhuriyetin din-dışı modernleşme amacıyla ilgilidir. Cumhuriyet modernleşmecilerinin pozitivist bilim anlayışı, evrimci toplum görüşü ve ilerlemeci tarih yaklaşımı dinin toplum hayatında belirleyici bir rol oynamasını engelliyordu.
Cumhuriyet modernleşmecilerinin din algısı, kültür politikalarında yönlendirici faktörlerden biri olmuştur. Bu konudaki en büyük zorluk, yüzyıllardır dinin toplumsal kültür içine sinmiş ve insanların davranışlarını etkileyen zihniyet dünyası idi. Din kültür ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde analiz edilmesi gerektiği açıktır. Daha doğrusu her kültürel öbek içinde İslami ve İslami olmayan ögeler vardır. Anadolu Türk kültürü içinde de çok sayıda pagan inanışlar vardır. Anadolu’daki evliya kültü, nazar gibi inançlar, devlet öncelikli otoriter siyasal gelenek, devlet için kardeş katlinin cevazı, Orta Asya pagan inançları, geleneklerin pek çoğu İslam inancına aykırıdır. Geleneğin içinde dini anlamda çok sayıda sorun alanı olduğu konusunda Kemalist modernleşmeciler ile İslamcılar büyük ölçüde örtüşürler. Farklılık şurada ki, sorunun çözümünde gerek içerik gerek yöntem bakımından Kemalist modernleşmeciler ile İslamcı yenilikçiler birbirlerinden ayrılırlar. Kemalist modernleşmeciler, dini devlet ve toplum üzerinde etkili bir faktör olmaktan çıkarmak isterken, İslamcı yenilikçiler, öze dönüşü öne çıkarmışlardır.
Anadolu’da hermetik pagan kültürün İslam’a etkisi, diğer İslam havzalarına rahmet okutacak düzeyde yaygındır. Bu durum Anadolu İslam tecrübesinin, hem teolojik hem de gündelik pratikler açısından, bir hayli sorunlu olduğunu göstermektedir.
Türkiye modernleşmesinde önemli bir yeri olan dil devrimi, halkın hafızasında İslam harflerinin değişmesi olarak yer etmiştir. Bu durum, ileriki yıllarda muhafazakar dindarların politik tercihlerinin temel sebeplerinden biri olarak öne çıkacaktır.
Mustafa Kutlu’dan yapacağımız alıntı, dil devriminin toplumsal katmanlarda nasıl algılandığı konusunda açıklayıcı olacaktır.
“İnkılabın esintisi bir süre sonra fırtınaya dönüşecek; Kur’an eğitimi yapanlar tutuklanacaktı.
Elinde eski harfli kitap olan kişiler bunları muşambaya sarıp toprağa gömdü. Yıllar sonra yapılan bazı kazılarda, ne bileyim işte adam bahçesinde ev yapacak, dededen kalma arsaya temel atıyor, kitaplar ortaya çıkıyor, gözyaşları sel olup akıyor.
Bu şapka ile harf inkılabı çok can yaktı çok.” (1)
Aliya İzzetbegoviç dil devrimi konusunda farklı bir değerlendirme yapar ve tarihsel sürekliliğin kesilmesini öne çıkarır.“Arap elifbasının ilgası, Türk tarihinin radikal bir inkarıydı. Arap elifbasının ilgası, Türk tarihinin radikal bir inkarıydı. Eğer Türkiye’nin gerçekten geçmişi unutması, varlığını değiştirmesi, üzerinde bulunduğu mahiyetinden çıkması – ki özü itibarıyla son derece İslami bir ulustu- istenmişse, o zaman alfabe değişikliği bunu başarmanın en etkili yoluydu. Bir kanun vasıtasıyla empoze edilen başka hiçbir tedbir, bu hedefi daha iyi ve daha hızlı gerçekleştiremezdi.”(2)
Dil konusunda yaşanan kırılma noktalarından en önemlisi, 1 Kasım 1928 de Arap Alfabesinin yerine Latin Alfabesi ikame edilmesidir. Dil devrimi, aynı zamanda, dilin din dilinden arındırılıp sekülerleşmesini amaçlıyordu. Popüler düzeyde, “Selamünaleyküm”, ” Allah’a ısmarladık”, “Allah yardımcın olsun” gibi deyimlerin yerini “Günaydın”, “Hoşça kal”, “İyi şanslar” gibi dine referans vermeyen deyimlere bırakması amaçlanıyordu. Kuşku yok ki, eğitim dili de bu tercihe göre yeniden düzenleniyordu. Dil devriminin asıl amacı bir medeniyet değişimin aracı olabilecek bir dil ve kavramsal sistem yaratmaktı. Ancak Anadolu insanı dini zihniyetini dil devrimi ile yaşanan değişikliğin diline de aktarmıştı. Bu dil, devriminden beklenen değişimin gerçekleşmesini büyük ölçüde önledi.
Aliya İzzetbegoviç’in işaret ettiği gibi “…yeni Türk nesli kendini manevi dayanaktan yoksun ve adeta bir çeşit manevi boşluk içinde buldu. Türkiye kendi hafızasını, geçmişini kaybetti.”(3)Türkiye modernleşmesi, Aliya İzzetbegoviç’in manevi boşluk dediği, geçmişinden temizlenme anlayışı üzerine inşa edilmiştir. Yeni bir tarih, toplum ve siyaset tasarımı önünde bir engel olarak görülen din, Türk modernleşmesinin önündeki en büyük sorunlardan biri olarak öne çıkmıştır. Bugün hala din-devlet- toplum ilişkisi sağlıklı bir zemine oturmuş değildir.
Dil devrimi etrafında dönen tartışmalar, Türkiye’nin politik tercihlerinin önemli ölçütlerinden biri olmuştur. “Yaşadığımız son yıllar, Cumhuriyet Türkiye’sinin aslında daha ilk başlarından itibaren, satıh altında hep süregelmekle beraber, 1990’lardan beri yüzeye çıkan keskin bir siyasal, toplumsal ve kültürel bölünmeyi ve çatışmayı simgeliyor. Söz konusu bölünme ve çatışma son on yıldan fazladır kendi içlerindeki değişik tonlarıyla rezervde tutulmak kaydıyla Kemalist Ulusalcılar ve Sünni Muhafazakar dindarlar arasında artık açıktan açığa cereyan eder hale gelmiş görünüyor.” (4) Ancak görünen o ki, Ak Parti deneyimi, özellikle milliyetçilik üzerinden kurduğu ilişki ve MHP ile yaptığı ittifak, sonuçta bu iki kesimi birbirine oldukça yaklaştırmıştır.
Cemil Meriç, Kemalist modernleşmecilerin aksine, Arapçanın ilerlememize engel olduğu tezini kabul etmez. “İslam harflerinin terakkimize(ileri) mani olduğunu ileri sürenler, Avrupa’nın bizi yok etmeye karar vermiş yazarlarıydı. İslâm harflerinin terakkimize(ileri) mani olduğunu ileri sürenler, Avrupa’nın bizi yok etmeye karar vermiş yazarlarıydı. Bir Volney, bir Baron de Tott vs. İslâmiyet’e düşmandılar. Başlıca hedefleri bizi tarihimizden, irfanımızdan, bir kelimeyle İslamiyet’ten koparmaktı. Bu bedbaht telkinler önce birçok dürüst Türk münevverini (aydın) de büyüler gibi oldu. Sonra meselenin vahametini kavramakta gecikmediler.(5)
Kuşku yok ki, cumhuriyetin modernleştirici elitleri eğitim ve müfredat üzerinden yeni bir dil ve bu dil üzerinden bir zihniyet oluşturmaya çalıştılar. Bu çaba, Türkiye’de kültürel bir boşluk yaratmakla kalmadı, aynı zamanda iki farklı kültürel öbek oluşturdu ve aralarındaki fay hattını derinleştirdi.
Dil devrimi, aynı zamanda, dilin din dilinden arındırılıp sekülerleşmesini amaçlıyordu. Ancak bu çaba istenilen sonuca ulaşamamıştır.
“Dilimizde Arapça kelimelerin çokluğu Arap Hegemonyasını mı, yoksa Müslümanlaşmaya mı işaret eder?” Bu durum bir taraftan doğası gereği çok etnisiteli olan ve temel referansı İslam olan imparatorluk geçmişine ait mirastan kaynaklanmaktadır. Türklerin Müslüman olması ve bunu izleyen tarihsel süreçte, Kur’an üzerinden Arapça kelimeler Türkçeye girmiş, gündelik hayat üzerinde belirleyici olmuştur. Bu durumun doğal sonucu olarak sanat, edebiyat ve müzik gibi alanlarda Arapça ve Farsça etkili olmuştur.
Kur’an dilinin Arapça olması, bu dili, Müslüman toplumlarda özel bir konuma oturtmuştur. Asıl soru şu: “Arapça üzerinden kimliğimize taşınan şey inanç mı yoksa kültür mü?” sorusu tartışmaya değer. İslam inancının Arapçanın kutsallığı üzerinden tanımlanması da bir başka sorun alanıdır. Dolayısıyla Arapçaya olan karşıtlığın altında, Arapçanın taşıdığı inanç sistemine olan karşıtlığın yatması, sorunu çok daha karmaşık hale getirmiştir. Ya da daha çarpıcı olarak soralım: Kemalist modernleşmenin Türkçeyi yabancı kelimelerden (Arapça ve Farsça) arındırma projesinin İslam ile bağlantısı var mı, varsa bu bağlantının sosyolojik karşılığı nedir? Selam vermenin İslami bir eyleme değil, Arapçanın Türkçe üzerine hegemonyasına işaret ettiği algısı, konunun nasıl anlaşıldığı hakkında yeterince fikir vericidir.
Öte yandan dil devrimi Türk milliyetçiliği açısından belirleyici öneme sahiptir. Ancak milliyetçilik, tarihsel miras dikkate alındığında, soruna kaynaklık eden bir ideolojik yaklaşımı beslediği görülecektir. Milliyetçiliğin bu topraklarda neden birleştirici bir fonksiyon üretemeyeceğini yabancı kelime karşıtı dil anlayışı ortaya koyar. Burada yabancı kelime karşıtlığı özellikle Arapça ve kısmen Farsça üzerinden yürütülür. Oysa Arapça ve Türkçe karışımı aslında Müslümanlaşmanın doğal bir sonucudur.
Arapça ve Farsçayı Türkçe için tehdit olarak gören zihin, dili ne kadar kısırlaştırdığının farkında bile değildir. Aslında bu karşıtlığın İslam’dan uzaklaşıp Batılılaşmak amacıyla yakından ilgili olduğunu görmek gerekir. Arapçadan kurtulmanın doğal sonucu, Arapça yazılmış bir Kitaptan ve Arap bir Peygamberden de kurtulmaktır. Arapçaya karşı zihin biliyor ki, din dilinden kurtulmadan dinden kurtulmak mümkün değil. Onun için selam vermemeye (Selamunaleyküm) ve dini terimler kullanmamaya özel bir önem gösteriyor. Onu yerine “günaydın” gibi doğrudan dini refere etmeyen kelimeler kullanmayı tercih ediyor. Çoğu insan, kelime tercihlerinin gündelik hayatı sekülerleştirmek amacıyla bir operasyon olduğunun farkında bile değildir.
Şair İsmet Özel Arapça ve Farsça kelimelerinden Türkçenin arındırılması konusunda şu ifadeleri kullanır: “Dilimizi Arapça ve Farsçadan arındırırsak “hiçbir şey” diyemeyiz. Çünkü “hiç” Farsça, “şey” Arapça.
Dil konusunda yaşanan tartışmanın asıl kaynağını, İslam ile Batı medeniyeti arasında yapılan tercih oluşturur. Bu tercih ve bu tercihe bağlı olarak kullanılan yöntemler, Türkiye’de birbirinden bağımsız, kültürel kodları ve zihniyet dünyaları farklı iki toplum kesimi yaratmıştır. Siyasetten kültüre yaşadığımız bölünmenin ana sebeplerinden biri de budur. Bu durum tarihsel olarak aynı zamanda yaşamasına karşın, birbirinden çok farklı zihniyet dünyasına sahip, iki toplum yaratmıştır. Türkiye toplumunun içine düştüğü kültürel şizofreni, farklı Türkiye tasarımlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu farklı tasarımların her birinde diğerini tehdit olarak algılanması, politik alanda son derece kullanışlı olan “iç düşman” kavramını temellendirir. “İç düşman” tanımlaması ve bunun toplumsal katmanlarda kabul gören bir karşılığının olması, toplumsal bütünlüğünü sağlayamayan ülkelerin temel sorun alanlarından biridir.
1. Mustafa Kutlu, Tarla Kuşunun Sesi, Dergah yayınları.
2. Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım, Klasik yayınları.
3. Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu, Fide yayınları.
4. Ahmet Yaşar Ocak, Selçuklular, Osmanlılar ve İslam. Timaş yayınları
5. Cemil Meriç, Kültürden İrfana, İletişim yayınları.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *