Bir konunun doğru veya yanlış anlaşılması olgusunun muhatabına ulaşmadan önceki evresinde, beynin çatlayacak hâle gelmesi ve kişinin uykularının kaçması, üzerinde çalıştığı konuyu ciddiye aldığının önemli bir göstergesidir.
İbrahim ERYİĞİT
Yanlış anlamanın, bir şeyi anlama konusunda bir çabayı içerdiğinden dolayı kutlanası bir eylem biçimi olduğunu belirtmek istiyorum yazımın başında. Herhangi bir konuda derdi olan kişinin, kafasına takılan soruları çözme adına o konuyu anlama sürecine girdiğinden itibaren bir çaba sergilemesi kaçınılmazdır. Kişinin çabası sonucunda ulaştığı çıkarım kendisine göre doğru, bir başkasına göre yanlış olabilir. Bu bağlamda, doğru veya yanlışın neye ve kime olan göreceliği, birçok tartışma alanı oluşturabilir. Buradaki sorun veya sıkıntı, kişinin ulaştığı çıkarımları sağlıklı bir testten geçirmeden muhatabına aktarma sürecindeki üslubunun dayatmaya evrilmesinde yatmaktadır.
Bu konuda, Franz Kafka’nın (1883-1924) şu cümlesi çok anlamlıdır: “Herhangi bir konunun doğru anlaşılması ve aynı konunun yanlış anlaşılması birbirini tamamen dışlamaz.” Bir konunun doğru veya yanlış anlaşılması olgusunun muhatabına ulaşmadan önceki evresinde, beynin çatlayacak hâle gelmesi ve kişinin uykularının kaçması, üzerinde çalıştığı konuyu ciddiye aldığının önemli bir göstergesidir. Bir konuyu yanlış anlama sürecindeki yaşanılan iç sıkıntıların bir dışavurumu olarak saldırgan ve katı bir tutum sergilenmesi her ne kadar anlaşılabilir olsa da muhataba aktarımın vaaz veya dikte edici bir tavra dönüşmesi, çok önemli bir konunun bile değersiz ve itici olarak anlaşılmasına ister istemez yol açar. Herhangi bir konuyu anlamanın doğru veya yanlış olduğuna dair elimizde somut bir ölçüt olmadığı durumlarda, kişilerin içinde yetiştikleri çevrelerin, kültür ve beğeni düzeylerinin, içinde yaşadıkları ortamların, düşünce ve hayal ufuklarının son derece belirleyici oldukları bilinen bir gerçektir. Yukarıda da belirtiğim gibi, burada önemli olan kişinin ciddi bir çaba sergilemesi ve ulaştığı düşünceyi muhatabına dayatmamasıdır.
Charles Baudelaire’in (1821-1867), “Dünya sadece yanlış anlamayla dönüyor.” sözü, yanlış anlamaların egemenliğini vurgulaması açısından çok ilginçtir. Yanlış anlamaların herhangi bir konunun özüne ilişkin gerçeği asla değiştiremeyeceği vurgusundan hareketle, aslında yanlış anlamaların söz konusu bir konuyu insanların gündemine taşıyacağı ve o konuya dikkatleri çekeceği sonucunu doğurması gibi bir faydası olacağı rahatlıkla söylenebilir. Çünkü Rus yazar ve edebiyat eleştirmeni Vissarion Grigoryeviç Belinsky’nin de (1811-1848) dediği gibi, “Gerçeğin yanlış anlaşılması gerçeği yok etmez.”
Aslında yanlış anlamaların getirdiği / getireceği olumsuzlukların giderilmesi konusunda en güzel çözüm önerisini, yazar ve terapist olan Shannon L. Alder (1978-…) sunuyor: “İnsanlar sadece ‘Bu başka ne anlama gelebilir?’ diye sormak için zaman ayırsaydı, dünyadaki çoğu yanlış anlamadan kaçınılabilirdi.”
Yanlış anlamaların kökeninin merkezinde dil olgusunun yattığı gerçeğini, şair ve yazar Antoine de Saint-Exupéry (1900-1944), “Dil, yanlış anlamaların kaynağıdır.” diyerek çok güzel bir biçimde ifade ediyor. Farklı dillerin birbirlerine çevirilerinde yapılan hatalar, yanlış anlamaya alanlar açabiliyor. Özellikle de Kur’an çevirilerinde bir kelimeye birbirinden çok farklı anlamlar verilmesinden dolayı, söz konusu ayet bağlamından uzaklaşıyor ve bu da toplumları ayeti yanlış anlamaya ve dolayısıyla da yanlış uygulamaya sevk edebiliyor. Kurban bayramını yaşadığımız bugünlerde gündemde olduğu için, Kevser suresinde geçen venhar kelimesinin dilimizdeki karşılığına değinmek istiyorum. Venhar kelimesi, incelediğim toplam 54 mealin 44 tanesinde kurban kes olarak çevrilirken, 10 tanesinde farklı çevrilmiş. Cemal Külünkoğlu: “dik dur”, Edip Yüksel: “kendini O’na ada/yönel”, Erhan Aktaş: “zorlukları göğüsle”, İhsan Eliaçık: “karşılaşacağın güçlüklere göğüs ger”, İlyas Yorulmaz: “zorluklara göğüs ger”, Mehmet Çoban: “hayatını Rabbinin yoluna kurban et”, Mustafa Çavdar: “tüm varlığınla O’na adan”, Mustafa İslamoğlu: “kurbanı yalnız Rabbine tashih et”, Mustafa Öztürk: “ellerini göğsüne kaldırıp tekbirle O’nun şanını yücelt” ve Süleymaniye Vakfı: “Her şeye O’nun için göğüs ger”. Görüldüğü gibi, bir venhar kelimesi bile çok farklı anlamlara geliyor. Günümüzde 500’den fazla mealin olduğunu göz önüne alırsak, dinimizi yanlış anlama gibi bir süreci yaşamamız son derece normal bir hâle geliyor/getiriliyor. Ben kendi adıma, venhar kelimesine verilen anlamlardan ruhumu, aklımı ve kalbimi saran anlam olarak, Erhan Aktaş’ın verdiği anlamı kabul ettiğimi belirtmek istiyorum ve onun venhar kelimesine verdiği anlamın gerekçesini alıntılayarak yazımı bitiriyorum: “Çevirilerin, ayette geçen ‘venhar’ sözcüğüne ‘kurban kes’ anlamını vermeleri, ayetin bağlamını dikkate almamaktan kaynaklanan bir yanılgıdır. Surenin vahyedildiği dönem ve koşullar dikkate alındığında ‘kurban kesmekten’ söz etmenin mümkün olmayacağını da anlamak gerekir. Nahr, sözcük olarak, ‘göğüs, gerdan, göğüslemek, deveyi göğsünden kesmek, elleri göğse değdirmek’ gibi anlamlara gelmektedir. ‘Nahr’ sözcüğü, burada ‘göğüslemek, göğüs germek’ anlamına gelmektedir.”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *