“İslam toplumlarında dini hayat, Türkiye’de de bir çok örnekte görülebileceği üzere, yüz kızartıcı, utanç verici, ilkel, bayağı tartışmalarla vakit öldürüyor. Akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar içerisinde bulunan toplumlar, hamaset dili aracılığıyla kolaylıkla sömürgeleştirilebiliyor.”
Atasoy Müftüoğlu
İslam dünyası ülkelerinde/toplumlarında, halklar, düşünce/kültür ve ilahiyat hayatı; etnik aidiyetleri, mezhepçi aidiyetleri, hizipçi/partizan aidiyetleri, ideolojik aidiyetleri, içselleştirdikleri için, İslami bütünü ve bütünlüğü bağlamından bütünüyle kopararak, yerel yorumların sınırları içerisine hapsettiler, İslami önceliklere ve bütünlük bilincine yabancılaştılar. İslami önceliklere ve bütünlük bilincine yabancılaşan toplumlarda, bu yabancılaşma sebebiyle, Türkiye’de de yaşandığı üzere, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan kesimler, politik, ekonomik, psikolojik çıkarları, kazançları, ayrıcalıkları çoğaltma mücadelesi üzerinde yoğunlaştıkları için, İslami mutlak referansları/ilkeleri çok büyük bir kayıtsızlık ve sorumsuzluk içerisinde değersizleştirdiler. Politik/ekonomik/psikolojik çıkarları çoğaltma mücadelesi veren bu kesimler, hiç bir kültürde eşi ve benzeri görülmeyen, utanç verici görgüsüzlükleri, sonradan görmelikleri ve gösterişçilikleri de çoğalttılar. Çıkar ve ayrıcalık mücadelesi üzerinde yoğunlaşan, derinleşen ve uzmanlaşan muhafazakâr kesimler, bu yoğunlaşma sebebiyle varoluşsal/hayati/tarihi meseleleri gündeme kazandırma, temsil etme yeteneklerini kaybederek, oportünist bir hayat tarzını sıradanlaştırdılar. Bu sıradanlaşma sebebiyle, İslam toplumları sıradışı zihinler-kişilikler-kadrolar-karakterler yetiştiremediği için, bugün, içerisinde bulunduğu varoluşsal bunalımı/kuraklığı ve yabancılaşmayı göremiyor.
İslam toplumlarında halklar, eleştirel olmayan bağlılıklar, hayranlıklar, putlaştırmalar sebebiyle bugün, İslam ailesinin karşı karşıya bulunduğu çok ağır ve radikal sorunların farkında değil. Radikal sorunların farkında olmayan toplumlar/halklar, radikal sorunların farkında olmadıkları için, bu sorunların nedenleriyle ilgili olarak da radikal soru’lar sorma iradesine sahip bulunmuyor. Karşı karşıya bulundukları radikal sorunların nedenleri etrafında radikal sorular soramayan, sorgulamalar yapamayan toplumlarda muhafazakâr kesimler, kitleler, kalabalıklar, bugün resmi akıl, partizan akıl, propoganda aklı tarafından kolaylıkla iktidarların çıkarları doğrultusunda araçsallaştırılabiliyor, kontrol edilebiliyor, yönlendirilebiliyor. Propoganda aklı, kalbin aklına, ahlakın aklına, selim akla hayat hakkı tanımıyor. Propoganda aklının ve kültürünün etkili olduğu, dönüştürücü olduğu, olabildiği İslam toplumlarında bugün, ne yazık ki, ölümcül istismarlar yaşanıyor; yakıcı konular, eğitim ve kültür seviyesinin önlenemez düşüşü/yozlaşması, kültürel alanın sahipsizliği, terkedilmişliği, ıssızlığı, çoraklığı hiç bir şekilde tartışma konusu yapılamıyor. Bütün bunlar yapılamadığı için de, sınırsız bir biçimde hamaset tüccarlığı yapılıyor. Hamaset klişeleri/sloganları havalarda uçuşuyor. Hamaset dili-söylemi aracılığıyla oluşturulan kitleselleşme, ilgili toplumlarda duygusallığın tiranlığına yol açıyor. Duygusallığın tiranlığı, karşıtlık ve nefret dili, çok kirli bir istismar iklimi-ortamı oluşturuyor. Bugün, içerisinde yaşamakta bulunduğumuz toplumlarda, çok aziz ve mükerrem İslam’ı, taşralı, oportünist/popülist politik kadroların istismar nesnesi olmaktan kurtaracak, ahlaki ve entelektüel bağımsızlığa sahip kadrolar yok. Bu tür nitelikli kadrolara sahip olmadığımız için, aziz İslam bugün, yerli-milli, gelenekçi-görenekçi, partizan-hizipçi klişelerin, bencilliklerin, romantizmlerin sınırları içerisine hapsedilebiliyor. İslami düşünce hayatının resmi-yerli-milli sınırların, duygusallıkların içerisine kapatılması, düşünce hayatını yoksullaştırıyor. Niteliksizlik, kültürsüzlük, bireyleri/toplumları kendi özgün varoluşlarına, hayat tarzlarına ve onurlarına yabancılaştırıyor. Medya endüstrisinin manipülasyonlarına maruz kalan kitleler, zihinsel edilgenlikle malûl hale getirildikleri için, neyi nasıl düşüneceğini, neyi/nasıl anlayabileceğini bilemiyor. Propoganda sloganlarıyla büyülenen bir halkın, hiç bir zaman ve hiç bir şekilde hakikate ulaşamayacağı düşünülmüyor. Bilgisayar okuryazarlığı, kültürü değersizleştiriyor. Yakın geçmişte, Müslüman halk, ideolojik patolojilere maruz kalıyordu, içerisinde bulunduğumuz dönemde de hamaset patolojilerine maruz kalıyor, kent kültürüne, kent estetiğine ve kentsel ilişki biçimlerine yabancı, taşralı-sağcı-muhafazakâr-milliyetçi zihniyet, kentleri ancak yasaklarla, kaba kuvvetle ve kaba bir dille yönetmeye çalışırken, bütün bu kabalıkları aziz ve mükerrem İslam’a nisbet etmekten de imtina etmiyor, böylece aziz İslam’ı bütünüyle içeriksizleştiriyor. Kamusal alanın etkili-özgün-bağımsız-eleştirel fikirlerden/bilgeliklerden ve estetikten boşaltılarak, politik-popülist propoganda dili tarafından işgal-istila edilmesi, konformist bir tekdüzelik oluşturuyor. Hangi toplumda olursa olsun, demagojinin ve popülizmin sınırsız yükselişi, kültürsüz ve niteliksiz bir topluma işaret eder.
İslam toplumlarında, resmi otorite, resmi çıkarlar, resmi eğilimler tarafından topluma dayatılan düşünsel çerçeveler ve gündelik popülist-politik bağlamın klişeleri tarafından kuşatılan toplum, küresel- evrensel meselelere-tartışmalara-gelişmelere nüfuz yeteneğini bütünüyle kaybediyor. Yerli-milli-resmi sınırlar-klişeler-sloganlar ötedenberi Türkiye’de görülebileceği üzere, eleştirel bağımsız zihinlere hayat hakkı tanımıyor. Bağımsız eleştirel düşünme-tefekkür ve bilgelik içermeyen, propoganda ürünü, sıradanlaştırılmış, kitleselleştirilmiş, duygusallaştırılmış varoluşlar, bugün, bütünüyle içeriksizleştirilmiş varoluşlara dönüştürülüyor. İçeriksiz varoluşlar, adaletsizliğin, bayağılığın sıradanlaşması gibi, hayati bir sorunu farketmiyor. İçeriksiz varoluşlar, Hıristiyan bağlamı dışında, hiç bir anlamı olmayan kavramların toplumlarımıza ideolojik soykırım yoluyla dayatılması karşısında da hiç bir eleştirel entelektüel mevcudiyet ve irade ortaya koyamıyor. İçe ve geçmişe kapanan İslam toplumlarında din’i hayat büyük ölçüde uhreviyat-kıyamet-mehdilik vb. gibi, dünya/tarih ve insanlıkla ilgisi olmayan meseleler üzerinde yoğunlaştığı için, bugün, İslam ülkesi olarak tanımlanan ülkeler, Siyonist vesayete muhtaç ülkeler haline gelmişlerdir. Kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan, uhreviyatı, batıni dindarlığı, halk dindarlığını, popülist-politik dindarlığı, kehanet-menkıbe dindarlığını, oportünist dindarlığı, propoganda dindarlığını içselleştiren kesimlerin, bugün Siyonist İsrail rejiminin vesayetine ihtiyaç duyan yerli-milli iktidarlarla ilgili hiç bir rahatsızlıkları, duygusal tepkiler dışında politik tepkileri yok. Tarihsel sorunlara, insanlık sorunlarına yabancılaşan İslam toplumlarında, İslam, yüzyıllardır yerel bir kültüre dönüşen tasavvuf ve tarikat ilişkileri yoluyla engelleniyor, engellenebiliyor. İslam toplumlarında, ötedenberi, hükümdarları, evliyaların da hükümdarı olarak tebcil eden, evliya ile bir nefes beraber olmanın yüz yıllık namaz-oruç-zekât’tan daha üstün bir mertebeye sahip olmak anlamına geldiğini, şeyhlerin gelecek bilgisine ve Allah’la (c.c.) özel ilişki içerisinde bulunduklarını iddia eden, aşırı-ölçüsüz bir gelenek, bugün, kendi çıkarlarını çoğaltmak için, popülist ve oportünist siyasal iktidarlara ‘’meşruiyet’’ kazandırmaya çalışıyor. Siyonist İsrail’in ekonomik/politik vesayetini kabul ederek, aziz İslam’ın onurunu kirleten politik iktidarların bu tercihleriyle ilgili olarak, tasavvuf-tarikat çevrelerinin eleştirel bir ima’da bulundukları görülmemiş, işitilmemiştir. Müslümanların, İslami anlamda yeni başlangıçlar yapabilmeleri için kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan, ancak hiç bir temel İslami ilkeyi muhafaza etmeyi başaramayan kesimlerin, hayal bile edilemeyecek bir popülizm-oportünizm ve rant kültürüyle, ajitatif ve sadist bir propoganda diliyle nasıl bütünleştiklerini, bütünleşebildiklerini, aziz İslam’ın aziz hatırı için kamusal zeminlerde tartışmaları, sorgulamaları gerekir.
Teknobilimsel evrenselliğin, teknikçi küreselleşmenin, küresel rekabetin, yerli-milli sınırları-klişeleri ve abartılı sloganları geçersiz kıldığı, dev teknoloji şirketleri tarafından oluşturulan dünya algısının genç kuşakların geleceğini belirlediği, biyoteknolojilerin genetik manipülasyon yoluyla, teknobilimsel ‘’meşruiyet’’ temelinde ilahi fıtrat’a müdahale ederek, varoluşsal anlamları/değerleri/referansları değersizleştirerek, insanlığı ‘’insan sonrası’’ varlıklar haline getirmeye, çok özel ve çok üstün ayrıcalıklı kesimler oluşturmaya çalıştığı bir dönemde; İslami bütünlük bilincinin, kültürünün, bilgeliğinin, büyük bir soykırıma tabi tutulduğu bir dönemde, batıni dindarlıklarla, popülist-oportünist propoganda dindarlıklarıyla oyalanmaya, aldanmaya devam edemeyiz. Gerçek iyiliklerin yerini, propoganda iyiliklerinin aldığı, politik çıkar mülahazalarıyla oluşturulan ahlaki eşitsizliklerin/adaletsizliklerin normalleştirildiği bir toplum; kuşatıcı/kapsayıcı İslami dikkatin, eleştirel dikkatin bütünüyle kaybedildiği bir toplumdur. Politik propoganda dili’nin hiç bir topluma ahlaken hiç bir şey kazandıramadığını, hiç bir iyi şey öğretmediğini bilmek/anlamak gerekir. Propoganda ve manipülasyona maruz kalan bir toplumsal bünye, bütün özgünlükleri ve kendiliğindenlikleri kaybetmiştir. Bütün diktatörlükler, bütün halkları kişiliksizleştirir, aptallaştırır, bireyleri dalkavuklara dönüştürür. Etnik bencilliklerin ve patolojilerin, mezhep bencilliklerinin ve patolojilerinin ve partizan bencilliklerin ve patolojilerin neden olduğu derin uçurumlardan, medeni bir toplum çıkarılamaz, yeni bir yüzyıl inşa edilemez. Aziz İslam nazarında, propoganda iyiliklerinin, propoganda etkinliklerinin, propoganda yoluyla sürdürülen dindarlık gösterilerinin zerre miktarınca bir değer taşımadığını bilmek/hatırlamak gerekir. Yerli-milli ideallerle/referanslarla, İslami idealler/referanslar arasındaki dipsiz uçurumları görmeyen, anlamayan, farketmeyen bir zihniyetin/yaklaşımın, İslami aidiyete istihkakı olamaz. Günümüz İslam toplumlarında yerli-milli dindarlıklar, halk dindarlıkları, batıni dindarlıklar aracılığıyla kitleler kontrol altında tutuluyor, halkların İslami bilince uyanışı iktidarlar tarafından sistematik bir biçimde engelleniyor. Siyasal iktidarlar, toplumsal istikrarı sağlamak üzere, geleneksel/konformist kültür aracılığıyla yapısal edilgenlikleri, tekdüzelikleri tahkim ediyor. Siyasal iktidarlar, İslami bütünlük bilincinin, eleştirel bilincin yükselmesi durumunda, toplumsal istikrarın bozulabileceğini düşünüyor. Yine toplumsal istikrar adına, ulus-devlet çıkarları adına, terörizm ve terörist tanımına keyfi anlamlar yükleniyor. Ulus-devlet çıkarları adına, kimi dönemlerde, topluma ideolojik masallar anlatılırken, kimi dönemlerde de hamaset masalları anlatılıyor. İslam toplumlarında, Türkiye’de olduğu gibi, resmi din’i kurumlar aracılığıyla, halk dindarlıkları aracılığıyla, yerli-milli dindarlıklar, batıni dindarlıklar aracılığıyla, birörnek, itaatkâr toplumlar oluşturuluyor. Birörnek-homojen-sağcı-muhafazakâr kültür, farklı yorum ve yaklaşımlara, eleştirel yorum ve yaklaşımlara hayat hakkı tanımıyor, tek yanlı zihinlerden oluşan bir toplum inşa ediyor.
Günümüz dünyasında, modern-seküler kesimler, ahlaksız bir aklı yüceltirken; muhafazakâr-dindar kesimler de, akılsız bir ahlakı yüceltiyor. Böylece günümüz toplumları, iki aşırılık, ölçüsüzlük arasında savruluyor. Modern seküler kesimler, seküler tercihlerini bilgiyle değil, ideolojik mülahazalarla temellendirirken; muhafazakâr-dindar kesimler de tercihlerini, İslami bilgi-bilinç temelinde değil, geleneksel alışkanlıklar temelinde şekillendiriyor. Bilginin ideolojik kullanımı, araçsal kullanımı, ırkçı kullanımı, anlam ve değer içermeyen bilgi, her gün yeni sorunlara, yeni çatışmalara, yeni karşıtlıklara neden oluyor, insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Teknobilimsel gelişmeler de dünya ölçeğinde büyük belirsizliklere neden oluyor. İslam toplumlarında, İslami ilkelerin, ideallerin, referansların otorite ve meşruiyet kaybına uğramasıyla birlikte, aziz İslam, ulus-devlet çıkarlarının, yerli ve milli çıkarların, iktidar ve parti çıkarlarının, faşist ve mafyatik yapılara özgü propoganda bayağılıklarının paryası haline dönüştürüldü, İslami dünya görüşü erkek merkezli bir dünya görüşü olarak tanımlandı. Yerli-milli retoriği milliyetçilikleri tahkim etti, yerli-milli bir insanlık anlayışının olamayacağı düşünülemedi, idrak edilemedi. Günümüzde her tür çıkar mülahazası, çıkar mücadelesi, ahlakın ve bilgeliğin kaynaklarını bütünüyle kurutuyor. Kendi bencillikleriyle, kibirleriyle, tekelci yaklaşımlarıyla büyülenen taşralı politik kadrolar, hiç bir zaman ahlaki sorgulamalar, yüzleşmeler yapmıyor, yapamıyor. Popülist ve oportünist çok sığ propoganda dilinin işgali altında bulunan kamusal hayat, adalete, merhamete ve vicdana yabancılaşıyor. Konformist kültür ve konformist din algısı, otoriteyi sorgulamak, radikal eleştiri ve analizler yapmak yerine, popülist politik otoriteyi putlaştırıyor, kutsallaştırıyor. Popülist/muhafazakâr propoganda sloganlarını, iftiharla sahiplenen, muhafazakâr kesimler, entelektüel, kültürel niteliklere ilgi ve ihtiyaç duymuyor. Propoganda camilerine dönüştürülen camilerde, cemaat’le seçim mitingleri yapılabiliyor. Geçmiş zamanlar nostaljisi, toplumun tarihe ve gerçeğe uyanışını geciktiriyor, engelliyor. Konformist din algısı Müslüman birey’i ve toplumu köleleştiriyor, her durumda itaati dayatıyor. Bu nedenle de, Müslüman birey kendi varoluşunu, sorumluluklarını, kişiliğini gerçekleştiremiyor. Konformist din algısı, her tür istismara açık bir toplum oluşturuyor. Konformist kültür ve konformist din algısı otokrasileri çok seviyor. Günümüz muhafazakârlığı, kendilerini muhafazakâr olarak kabul edenlere bağımsız bir kişilik ve karakter kazandıramıyor. Muhafazakârlığın, bugün, yalnızca sağcı-milliyetçi popülizmin ifadesi olduğunu bilmek, hatırlamak gerekiyor. Sözünü ettiğimiz muhafazakârlık, popülist-otoriter toplum mühendisliği için çok elverişli bir ortam/iklim oluşturuyor. Nitelikli içerikten yoksun olan bugünün muhafazakârlığı, sadece etiketlerden ibaret bir muhafazakârlıktır. Muhafazakâr kimliklerin sahiciliklerini yitirerek siyasallaşması, pragmatik kimlikler oluşturuyor.
Geçtiğimiz on yıllar içerisinde, Türkiye’de, kültür ve eğitim, nitelik ve derinlik konusu olmaktan çıkarılarak, bütünüyle nicelik konusu oldu. Bilgi, kültür ve eğitim metalaştırıldı, propoganda malzemesi haline getirildi. İdeolojik ya da dindar-muhafazakâr kesimlerin-çevrelerin kullandıkları dil büyük ölçüde klişeler, etiketler, sloganlarla sınırlı hale geldi. Bu durum, dilin ve kültürün içinin bütünüyle boşaltıldığını gösterir. Bu nedenle de, ‘’dava’’ gibi, ‘’ümmet’’ gibi, ‘’Kudüs’’ gibi çok değerli sözcükler, içi boş propoganda sözcüklerine dönüştürülürken, bayağılaşma/çözülme/parçalanma, kamplaşma gerçek sözcükler olarak somutlaştı. Ahlaki bir topluluk, çıkar topluluğuna dönüştü. Ahlaki kaygıların yerini çıkar ve iktidar kaygılarının alması karşısında, dindar-muhafazakâr kesimler sağır edici bir sessizliği seçtiler. ‘’Dava’’ klişesi adına, ‘’ümmet’’ sloganı adına gerçekleştirilmek istenen bütün politik partizan uygulamalar için, bütün ahlaki engeller ortadan kaldırıldı. Çıkarlarını ve ayrıcalıklarını kaybetmemek için, ahlakı ve adaleti kaybetmeyi göze alan fırsatçı-oportünist tuhaf bir muhafazakâr sınıf ortaya çıktı.
Günümüz dünyasında, toplumlarında, sosyal hayat özellikle genç kuşaklar için elektronik hayatlara dönüşüyor. Fiziksel hayattaki çıplaklık, müstehcenlik, elektronik hayatta ruhsal-manevi çıplaklık ve müstehcenlik olarak somutlaşıyor. Birbirlerine bütünüyle yabancılaşan genç kuşaklar, bundan böyle Chatbot’larla-sohbet robotlarıyla konuşacaklar. Müslüman halklar, her dönemde, içerisinde yaşadığımız dönemde Türkiye’de yaşandığı üzere, akılsız ve düşüncesiz umutların, tarihsel umutların ihanetine uğruyor. Toplumlarımızda hamaset ve popülizm dili ve söylemiyle, beka dili ve söylemiyle sürdürülen psikolojik şiddet, düşüncesizliğin şiddeti, toplumu, düşünceden, bilinç ve bilgelikten boşaltıyor. Popülist-muhafazakâr-sağcı hezeyanlar ve ihtiraslar, ideolojik hezeyanlar ve ihtiraslar, ahlaki adaletsizliği derinleştiriyor. Hangi toplumda olursa olsun, adaletsizliğin sıradanlaşması, İslami alanın ve ahlakın terkedildiğini gösterir. İdeolojik hezeyanlar ve ihtiraslar, gibi, popülist-muhafazakâr-sağcı hezeyanlar ve ihtiraslar, bugün, bütün bilgelikleri yerle bir ediyor. İdeolojik ya da popülist muhafazakâr klişelere-sloganlara hapsedilen bir toplumda, nitelikli bir kültür mücadelesi verilemiyor, kültürel içerik üretilemiyor. İdeolojik ya da popülist-hamasi klişelere, sloganlara ve karşıtlıklara hapsedilen bir toplumda, ahlaki-entelektüel bağımsızlığa-özgünlüğe, eleştirel dile ve duruşa sahip düşünce ve kültür adamları, yalnız seslere dönüşüyor. Zamanı mumyalayan konformist kültür ve konformist din algısı, hiç bir gerekçeyle savunulamayacak, hayal bile edilemeyecek bayağılıkları/yabancılaşmaları ve yozlaşmaları savunabiliyor.
Toplumlarımızın, düşünceden, tefekkürden, bilinç ve bilgelikten boşaltılarak, bu boşluğun patolojik partizanlık ve bayağı popülizmle doldurulması sebebiyle, insanlık tarihinin en büyük depreminin yaşandığı Türkiye’de, 10 şehirde yıkılan 294 bin binanın imar affından yararlanan binalar olduğu, bu nedenle de, bu benzeri az görülen büyük yıkım ve can kaybının sorumlularının vicdani bir sorumluluk taşıyarak ahlaki bir eleştiri yapmamak için direnmeleri, çok derin bir ahlak ve anlam krizi ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, İslam’ı bütünüyle değersizleştiren, metalaştıran, toplumu İslam’a yabancılaştıran, bilgeliği katleden, içsel yozlaşmayı derinleştiren, kutuplaştırıcı, dışlayıcı, ötekileştirici, sevgisiz/saygısız propoganda dindarlığı, hiç bir kültürde benzeri görülmeyen propoganda bayağılıklarını sıradanlaştırdı. Kendilerini İslam’a nisbet eden düşünce-kültür-sanat-edebiyat-ilahiyat hayatı, sözünü ettiğimiz sevgisiz-saygısız propoganda bayağılıklarını sorgulamak yerine, paylaşarak daha derin bayağılaşmalara neden oldu. Propoganda bayağılıkları, toplumun bilinç ve kültür seviyesini yükseltme çabalarına gölge düşürdü. İslam adına sergilenen ilkellikler, keyfilikler, yasaklar, kabalık ve çirkinlikler, gösterişçi dindarlıklar, araçsal dindarlıklar, kibir ve tekbencilikler, varoluşsal-evrensel içeriği boşaltılmış, taşralı-folklorik bir dindarlık biçimi oluşturuyor. İçerisinde yaşadığımız toplumda, oportünist muhafazakârlığın, materyalist tezahürler sergilediğini görmek gerekiyor. Nesnelere olan düşkünlük ve maddi zenginlik ihtirası yoğunlaştıkça, ahlaki yoksulluk ve perişanlık da o ölçüde yoğunlaşıyor. Geleneğin ve konformist din algısının ürünü olan akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar, sadakatler ve itaatkarlıklar sebebiyle, muhafazakâr kesimler kendi seçtikleri iktidarların bütün tasarruflarını, ahlaksızlıklarını, yalancılıklarını, yolsuzluklarını, ilkesizliklerini, ikiyüzlülüklerini, yüzsüzlüklerini, görgüsüzlüklerini, keyfiliklerini sorgulama ihtiyacı duymuyor, akılsız ve düşüncesiz bağlılık ve sadakatların, itaatkarlıkların, seküler kesimlerde bile benzeri görülmeyen patolojik bir putperestlik biçimi icat ve inşa ettiklerini fark etmiyor. İslam toplumlarında, kitlelerin akılsız ve düşüncesiz bağlılıkları ve itaatkarlıkları, tiranlıkların, tiranlıklarına ‘’meşruiyet’’ kazandırıyor.
Tarihi gerçeklere bütünüyle yabancılaştıkları, romantik ve duygusal kurgularla büyülendikleri için, analitik düşünme ve muhakeme-muhasebe yeteneklerini bütünüyle kaybeden muhafazakâr-milliyetçi-sağcı kesimler, iktidarların Siyonist zorbalık ve küstahlık karşısında yıllardır dillerinden hiç düşürmedikleri ‘’Kudüs kırmızı çizgimizdir’’ retoriğinin, hiç bir şekilde bir yaptırım gücü olmayan göstermelik, içi boş, yavan-bayat, ikiyüzlü bir retorik olduğunu da hiç bir biçimde sorgulama konusu yapmıyor, yapamıyor. Hamaset-manipülasyon-propoganda diline maruz kalan bir toplum, tarihin dışına sürüklendiğini fark etmiyor. İslam toplumlarında, İslam’ın, karizmatik kimi din’i, ya da karizmatik kimi politik figürlerin ihtirasları, taşralılıkları, keyfilikleri tarafından, nasıl amansız bir biçimde vulgarize edildiğini ve araçsallaştırıldığını tartışma konusu yapmak gerekiyor. Müslüman halklar için evrensel İslami bütünlük bilinci ve entelektüel bağımsızlık çok büyük ve eşsiz bir imkân iken, konformist din algısı çok büyük bir imkânsızlık oluşturuyor. Konformist din algısı Müslüman halklar üzerinde uyuşturucu bir rahatlık ve sorumsuzluk oluşturuyor. Tekno-bilimsel çalışmaların, ilahi-fıtri-insani varoluşu tehdit eden bir çerçeve içerisinde ilerlediği, biyoteknolojinin vücut ve beyin mühendisliği projelerine hız kazandırdığı, hayatın tekno-bilimsel araçlar aracılığıyla manipüle edildiği, tekno-bilimsel putperestliğin küstahlık derecesine varan aşırılıklarının bütün dünyada büyük gerilimlere ve tedirginliklere neden olduğu bir zamanda; İslam toplumlarında dini hayat, Türkiye’de de bir çok örnekte görülebileceği üzere, yüz kızartıcı, utanç verici, ilkel, bayağı tartışmalarla vakit öldürüyor. Akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar içerisinde bulunan toplumlar, hamaset dili aracılığıyla kolaylıkla sömürgeleştirilebiliyor. Bugün, İslami bilgi-bilinç ve bilgelik ufkunu evrenselleştiremediğimiz, dünya-insanlık entelektüel hayatına hiç bir katkıda bulunamadığımız, kültürel bir yankı-etki uyandıramadığımız, evrensel tek zihne sahip olmadığımız, varoluşsal-evrensel insanlık meseleleriyle ilgili hiç bir anlamlı-eleştirel çözümleme yapamadığımız, yirmi birinci yüzyıl için İslami hiç bir öneride bulunamadığımız halde, propoganda klişeleriyle bir Türkiye yüzyılından söz edebiliyoruz. Evrensel bir tarih felsefesi ve tarih bilinci perspektiflerine sahip olmadıkları için, aşırı-ölçüsüz-bilinçdışı romantik bir tarih anlayışıyla malûl bulunan popülist muhafazakâr çevreler, uğrunda mücadele edebilecekleri, fedakârlık yapabilecekleri, gerçek bedeller ödeyebilecekleri bir davaları kalmadığı için, kendilerini bir propoganda ve manipülasyon kültürünün sınırları içerisine hapsetmiş bulunuyor.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *