Mehmet Görmez: Halimiz Ashab-ı Kehf’in haline benziyor

Mehmet Görmez: Halimiz Ashab-ı Kehf’in haline benziyor

İslam Düşünce Enstitüsü’nün mezuniyet töreninde konuşan Prof. Dr. Mehmet Görmez, geleceğin alim ve mütefekkiri olmak isteyen gençlerin varlığının kendilerine umut verdiğini söyledi. Törende Görmez ile birlikte, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Mustafa Ceriç ve Hulusi Akar da konuşma yaptılar, ayrıca tasavvuf musikisi dinlendi.

İslam’ın ana kaynaklarını esas alarak; insanı, toplumu ve evreni bütün olarak gören bir bakış açısıyla, disiplinler arası yöntem ve bilimsel metotlar kullanılarak İslam toplumlarına ve insanlığa bilgi, düşünce ve değer üretmek; üretilen bu bilgi ve düşünceler doğrultusunda başta usul ve makâsıd olmak üzere, dünyadaki ilmi çalışmaları yakından takip ederek karşılıklı ilişki ağını oluşturmak, Türkiye’de üretilen bilgi ve düşünce mirasını başta İslam dünyası olmak üzere ilgili kamuoyu ve ilmî merkezlerle paylaşmak; İslam dünyasındaki yetkin kişilerle ortak zeminde sorunlara çözüm üretmek, genç yeteneklerin ilmî çalışmalarına katkı yapmak, ilmî toplantılar düzenlemek, araştırmalar yapmak, yayınlamak ve bu amaçlar doğrultusunda çalışma yapan kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmak maksadıyla 5 yıl önce faaliyetlerine başlayan İslam Düşünce Enstitüsü mezunlarını verdi.

Gazi Üniversitesi Mimar Kemaleddin Salonu’nda gerçekleştirilen mezuniyet törenine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan telgraf gönderip öğrencileri tebrik etti. Öğrenciler sertifika sertifikalarını, Hulusi Akar, Sema Ramazanoğlu, Nazif Yılmaz, Abdullah Eren, Atilla Koç, Serdar Çam, İran ve Afganistan büyükelçisi başta olmak üzere pek çok önemli isimden aldı.

Kur’an’ı Kerim tilaveti ile başlayan programda, İDE’nin “Nehri Yeniden Akıtmak” temalı tanıtım filmi ilk kez izleyicilerle buluştu.

Programın açış konuşmasını Enstitü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmezgerçekleştirdi.

Mehmet Görmez, geleceğin alim ve mütefekkiri olmak isteyen gençlerin varlığının kendilerine umut verdiğini ifade etti.

İslam Düşünce Enstitüsü’nde üretilen bilgi ve ortaya konulan fikirlerin İslam dünyasının dört bir tarafında oluşturduğu kelebek etkisinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Görmez, “İlahiyat alanında çalışan hocaların halini kendi halimizi Kur’an-ı Kerim’in anlattığı Ashab-ı Kehf’e benzetiyorum. Ashab-ı Kehf 309 sene mağarada kaldı. 309 sene sonra uyandılar.  Bizim halimiz bu Ashab-ı Kehf’nin haline benziyor. İlmimizi artırıyoruz okuyoruz, okuyoruz ama dünyanın pazarına indiğimizde tahsil ettiğimiz ilmin karşılığını göremiyoruz” diye konuştu.

Prof. Dr. Mehmet Görmez’in “Nehri Yeniden Akıtmak” başlıklı konuşmasının tamamı şu şekilde:

“İddianın büyüklüğü, iki asırdır bizi kuşatan meydan okumalarla ilgili”

Beş yıl önce mütevazı imkânlar içerisinde bir avuç gençle çıktığımız ilim ve fikir yolculuğunun katlanarak devam eden semerelerini bize gösterdiği için Cenabı Hakk’a sonsuz hamd-ü sena ediyorum.

Geleceğin âlimi ve mütefekkiri olmak isteyen gençlerimizin varlığı umudumuzu artırdı, yolumuzu açtı onlarla birlikte yürümekten bahtiyarlık duyuyoruz. Umudumuzu arttıran diğer bir husus Ankara’nın bir köşesinde mütevazı bir mekânda ürettiğimiz bir bilgi ortaya koyduğumuz bir fikir verdiğimiz bir dersin kısa sürede gönül coğrafyamızın uzak bölgelerinde Özbekistan’dan Bangladeş’e kadar İslam dünyasının muhtelif yerlerinde bir kelebek etkisi meydana getirmiş olması da umudumuzu arttırmıştır. Umudumuzu arttıran diğer önemli bir husus ise sizlerin varlığıdır. Bugün sevinçli günümüzde bizlerle birlikte olduğunuz için bahtiyarız. Her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Kapanış konferansımızı vermek üzere gerçekten resmi ve gayri resmi bütün görevlerim de gönül coğrafyamızın her köşesinde Çin’in en ücra yerlerinden Rusya’nın en ücra yerleri ne kadar birlikte olduğumuz birlikte düşündüğümüz birlikte çalışmalar ürettiğimiz bugün kapanış ve bugün kapanış konferansı vermek üzere Bosna’dan gelen Reisül Ulema Dr. Mustafa Çeriç’e eşi hanımefendi Azra hanımefendiye hasetten huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Çok değerli dostlar,

Eğer az önce izlediğiniz nehir metaforu üzerinden gidecek olursa aslında bu mübarek nehri bütün insanlığa hayat verecek şekilde akıtmak büyük bir iddiadır. Bu iddia bizim boyumuzu aşar. Üstadın ifadesi ile ‘bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya.’ Ancak çok büyük bir iddia olmakla birlikte iddianın büyüklüğü davamızın büyüklüğündendir. İddianın büyüklüğü sadece davamızın büyüklüğü değil aynı zamanda iki asırdır bizi kuşatan meydan okumalarla ilgilidir. Meydan okumaların büyüklüğündendir.

“Salih amel, salih bir toplum inşa olmadan sadece teorik bir ıslahtan söz etmek mümkün olmaz”

Son iki asırda bu mübarek nehri akıtmak için çok farklı düşünceler ortaya çıktı. Ben kendi okumalarında bu okumaları bütün bu düşünceleri iki gruba ayırıyorum. Birinci grup düşünce biçimi: Daha çok savunmacı bir anlayış. Kendisini daima sanık sandalyesinde gören Batı’dan Doğu’dan gelen eleştirilere cevap vermeye yetiştirmekle uğraşan ve sadece ithamlara cevap veren bir anlayış. Bize yakışmayan bu anlayışın ürettiği büyük bir edebiyat var; kütüphaneleri dolduracak bir edebiyat var. Ben bu edebiyata geri kalış edebiyatımız diyorum.

Geri kalış edebiyatı onlar neden ilerledi biz neden geri kaldık. Düşüncesini sürekli beyinlere zerk eden ve bunu hatta eğitim sisteminin içerisine sokan bir anlayıştır. Aslında bu edebiyat kendisi sorunlu bir edebiyattır. Zira ileriki ve gerilik tanımlarının ölçülerini başka dünyalardan alıyor bizden almıyor. Kimileri kim geri niçin ileriye niçin geri bunların ölçülerini başka dünyalardan alarak üretilen bu geri kalış edebiyatı bizatihi geriliğin bir zamanlar Türkiye’de moda olan gericiliğin önündeki en büyük sebeplerden bir tanesidir.

İkinci düşünce biçimi ise: Kendisini sanık sandalyesinde değil kendisini tanık olarak gören kendisini Kur’an-ın ifadesiyle ‘Şüheda alenas’ bütün insanlığa örnek ve şahit olarak gören anlayıştır. Bu anlayış özünde çok doğru ve önemli olmakla birlikte yine aynı şekilde nehir metaforundan gidecek olursak zaman zaman ana nehirden koparak birtakım çaylara ırmaklara dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Bu düşüncede üç ayrı edebiyat doğurdu. Üç edebiyat çeşidi ortaya koydu. Tecrit edebiyatı, ıslah edebiyatı, ihya edebiyatı. Ancak bir şeyi ihmal etti. Aslında hepsi bir şeyi ihmal etti. Tecvit olmadan tecdit olmaz. Salah olmadan ıslan olmaz. Hayâ olmadan ihya olmaz. Tecvit olmadan tecdit olmaz derken tecvitten kastım Kur’an-ı Kerim’i güzel okumaktan ibaret olan tecvid değil.

Hayatı Kur’an’la güzelleştirmek manasındaki tecvittir. Salah olmadan ıslah olmaz derken Kur’an-ı Kerim’de ahlakın en doğru ismidir. Salih amel salih bir toplum inşa olmadan sadece teorik bir ıslahtan söz etmek mümkün olmaz. Hayâ derken de sadece basit bir utanma ِإ َّن ِل ُك ِل ِدی ٍن ُخلُقًا. َو ُخلُ ُق  duygusundan bahsetmiyorum. Bize hayat veren ahlakı Resuli Ekremin ‘Her dinin temel bir ahlakı vardır benim getirdiğim dinin temel ahlak hayadır'(ا ْلْ ْسلاَم ا ْلح َياء َُِِ) ilkesini sözünü dikkate alarak bize hayat veren hayâ ile buluşturarak ihya hareketinden söz ediyorum.

“Bütün insanlığa şahit olarak gönderdiğimizin bilincinde olmalı, sonra nehri akıtmalıyız”

Halimizi kısaca şöyle bir temsil üzerinden anlatmak istiyorum. Bizim halimiz şuna benziyor. Farz edelim günde binlerce kumaş üreten bir fabrikamız olsun. Bu fabrika kumaş üretirken her 1 metre her 2 metrede bir defo veriyor. Biz defoyu oluşturan mekanizma ile uğraşmak yerine binlerce işçi tutuyoruz binlerce memur oluşturuyoruz ve onlara bu defoları tamir etme görevini veriyoruz, yama yapma görevini veriyoruz. Oysa aslolan defoyu fabrikanın mekanizmasını ıslah etmektir.

İşte tam bu noktada İslam Düşünce Enstitüsü olarak bizim üzerinde durduğumuz en önemli husus sadece bu defoları tamir etmek ve yamamak değil. Defoyu üreten mekanizma üzerinde durmak. Usul, usul, usul diye haykırışımızın sebebi budur. Usul olmazsa vusul olmaz. Usul olmazsa biz herhangi bir yere vasıl olamayız. Bütün yeniliklerin bütün değişimlerin usul içerisinde yapılması gerekiyor. Büyük bir Tatar âlimimiz Kazanlı Musa Carullah’ın meşhur ifadesi ile İslam eskimez ki yenileyelim. Ama bizim düşüncelerimiz eskir. Bizim hayatımız eskir. Anlayışlarımız eskir. Önce kendi anlayışlarımızı düzeltmeliyiz. İslam hastalanmaz ki ıslah edelim ancak özümüz hastalanır.

Düşüncelerimiz dindarlığımız dindarlık biçimimiz hastalıklara maruz kalır. Onun için önce halimizi düzeltmeliyiz. Dinde ıslahtan dansöz etmeden. Aynı şekilde İslam ölmez ki ihya edelim. Ama bizim özümüz ki çağdaş insan bir çeşit ölümle karşı karşıyadır. Bir idrak ölümüyle karşı karşıyadır. Bu idrak ölümüne karşı elbette ihya gerekiyor. Tecdit, ıslah ve ihya kavramlarına böyle bakıyoruz.

İslam Düşünce Enstitüsü olarak gençlerle derslerimizde üzerine durduğumuz birinci husus bir defa sanık sandalyesinden kalkıp tanık olduğumuzu şahit olduğumuzu bütün insanlığa şahit olarak gönderdiğimizin bilincinde olmalıyız ve sonra nehri akıtmalıyız.

Öncelikle tekrar bir hususa işaret ederek bitirmek istiyorum. Bugün İslam coğrafyasında İslami ilimler adını verdiğimiz ilimleri tahsil etmek için yüzlerce Üniversite binlerce Şeriat Fakültesi İlahiyat Fakültesi İslami İlimler Fakültesi ki ülkemizde de yüzü aşkın ilahiyat fakültemiz oldu. Lübnan’da yapılan bir araştırmaya göre Arap dünyasındaki İslam dünyasındaki Şeriat Fakültelerinde yılda 58.000 mezun veriliyor. Kaldı ki, klasik medreselerde tahsil eden insanların sayısını bilmiyoruz. Ben Pakistan’ın Peşaver kentinde bir medresede derse girdim sadece bir yerde 5 bin kişi Ebu Davud okuyordu.

Modern zamanlarda İlahiyat Fakültelerinde ortaya çıkan araştırmacılar hocaların sayısı tefsircilerin hadislerin fıkralarının sayısı bizim tarihimiz boyunca sadece Osmanlı’yı kastetmiyorum. Bütün İslam tarihi boyunca iştigal edenlerin sayısından çok daha fazla bir sayı ile karşı karşıyayız. Ama bu kadar büyük bir sayıya sahip olduğumuz halde inanç sorunlarımızı bile çözemiyoruz. Fıkhi en temel basit fıkhi meselelerimiz yeni içtihatlar beklemeye devam ediyor. Kelami meselelerimizi çözemiyoruz ahlaki sorunlarımızı çözemiyoruz insanlığın temel sorunlarına eğilemiyoruz. Bunun üzerinde ciddiyetle durmalıyız.

Bu çoğalmanın özellikli bir yönü de salonda da görüldüğü gibi bütün İslam coğrafyasında artık Ulumu İslamiyet tahsil eden kız öğrencilerimizin sayısı kadınların sayısı erkeklerin sayısını büyük oranda aşmış durumda. Bazı yerlerde yüzde 70’e yüzde 30. Bazı yerlerde yüzde 60’a yüzde 40. Bu da yeni bir durumdur. Bu yeni bir sosyolojidir. Aslında tarihteki eksiklerimizi tamamlamak bakımından son derece önemli ancak yeni durumunun bütün yönleriyle yeniden ele alınması gerekiyor. Elbette İslam ümmetinin iki kanatla uçması hepimizin en büyük muradıdır.

Bu ilim bu din sadece erkeklere gelmedi kadınlara da geldi. Kadınlara geldi erkekler kadar eşit olarak. Öyleyse Müslüman dünyanın kadınları erkekleri birlikte bu Ulûmu İslamiye’yi nasıl elde edecekler ve hayatla nasıl buluşturacaklar. Ben halimizi çeşitli konuşmalarımda Ashab-ı Kehf’e benzetiyorum. İlahiyat alanında çalışan hocaların halini kendi halimizi Kur’an-ı Kerim’in anlattığı Ashab-ı Kehf’e benzetiyorum. Ashab-ı Kehf 309 sene mağarada kaldı. 309 sene sonra uyandılar. Tam da bizim bu 309 sene manidar bir rakam. Eğer 17’inci asırdaki inhitatımızı dikkate alacak olursak tam da 309 sene sonra uyandılar mağarada. “Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan birisine rızık getirsin. Ayrıca çok nazik davransın (da dikkat çekmesin) ve sizi hiçbir kimseye sakın sezdirmesin.” Fakat çarşıya pazara indiği zaman para geçmedi.

Bizim halimiz bu Ashab-ı Kehf’in haline benziyor. İlmimizi artırıyoruz okuyoruz, okuyoruz ama dünyanın pazarına indiğimizde tahsil ettiğimiz ilmin karşılığını göremiyoruz. Bu bizim paramızın değersizliğinden midir? Yoksa sarrafların çarşısını görememekten mi kaynaklanıyor? Yani gerçek sarrafları bulamamaktan mı kaynaklanıyor yoksa bizim paramızın değerini kaybetmesinden mi kaynaklanıyor. Bunu elbette üzerinde düşünmeliyiz. Ve gerçekten toplumun Müslüman dünyanın sorunlarını çözmeye yönelmeliyiz. Ben bu gelecek kuşağın ki 5 yıldır resmi bütün nöbetten sonra onlarla haşır neşir oluyorum onları dinliyorum. Bu gelecek kuşağın inşallah nehri yeniden akıtmak konusunda İslam dünyasının önünü açacağına olan inancımı ifade etmek istiyorum.

Yusuf Tekin: İnşa süreci nehrin akacağı yönü de belirleyecekti

Programda katılım sağlayan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin de konuşmasında, İslam düşüncesini temsil eden nehri, yeniden akıtma gayesi için Mehmet Görmez’in çalışmalarının önemine değindi.

Eğitim anlamında resmî kurumlara destek amacıyla sivil toplum kuruluşlarına olan ihtiyaca, İslam Düşünce Enstitüsü’nün bu konudaki çabalarının umut verici olduğuna işaret eden Tekin, enstitüde yapılan faaliyetleri ve ilmi çalışmaları gördükçe durağan hale gelen İslam düşüncesine yeniden canlılık kazandırılacağına dair umudunun yenilendiğini ifade etti.

Tekin, “Kuşkusuz bu inşa süreci nehrin akacağı yönü de belirleyecektir. Nehri yeniden akıtacağız ama yönünü de önce bu inşa süreciyle tanımlamak gerekiyordur diye düşünüyorum” dedi.

Mustafa Ceric’den kapanış konferansı

İDE Akademi 2022-2023 akademik dönem kapanış konferansı Bosna eski Reisu’l-uleması Mustafa Cerić tarafından verildi. Cerić “Müslümanların Geleceği, Geleceğin Alim ve Mütefekkirleri” başlıklı konferansında; İslâm medeniyetinin nehirler etrafında kurulduğuna, buralarda İslâm düşüncesini üreten alimlerin, peygamberlerin varisleri olduğuna, peygamberlerden vahyî ve aklî olmak üzere iki tür miras kaldığına, bu iki mirası birleştirmenin önemli olduğuna işaret etti.

Kanuni döneminde Süleymaniye Camii’ne imam alınırken 5, 6 lisan bilmek, Kur’an’ı Kerim yanında Tevrat ve İncil’e de hâkim olmak, fizik kimya matematik yanında, yüzücülük, atıcılık bilmek gibi hasletler arandığına değinerek, günümüz alimlerinde aranan şartlar ile geçmişi mukayese etti.

Özellikle Türkiye’nin son 20 yılda bu aklî miras ile vahyî mirası birleştiren bir atmosfer oluşturmayı başardığını ifade etti.

Hulusi Akar: Artık kendi kavramlarımızı kendimiz bulacağı

İDE Akademi’nin çalışmalarındaki öncülüğünden dolayı Mehmet Görmez’e teşekkürlerini sunan Hulusi Akar da “Yapılan hareketleri tekrarlamak kolay. Ama yeni bir şeyler düşünüp onları icraata koymak hakikaten büyük bir takdir, büyük bir sevap meselesi. Bu manada bu çalışmalarından dolayı gençlerimizi tebrik ediyor, Hocamıza önceliğinden dolayı şükranlarımı sunuyorum. Gerçekten bu yapılan çalışmalar, ülkemiz, milletimiz, ümmeti Müslim adına son derece gerekli ve önemli” dedi.

Bilimsiz, ilimsiz herhangi bir şeyin yapılması ve başarılması mümkün olmayağını vurgulayan Akar, “Eğer bir aksiyon, bir amel varsa onun başında mutlaka bir niyet vardır. Niyetin halis olması için de ilim gereklidir. Bu manada yapılan çalışma son derece önemlidir. Temennimiz, bu çalışmaların artarak bir çığ gibi büyümek suretiyle hem ülkemizde hem dünyada çektiğimiz sıkıntılara son verip, yeni bir aydınlığa doğru yürümeyi mümkün kılacak. Ve artık kendi kavramlarımızı kendimiz bulacağız. Kendi çalışmalarımızı, olgularımızı bizler kavramsallaştıracağız” diye konuştu.

Kapanış konferansının ardından Dr. Fatih Koca ve ekibi, tasavvuf musikisinden seçkilerle sahnede yer aldı.

İDE Akademi Yüksek İhtisas Programında eğitim gören öğrencilerden İmren Turner ve Seyit Süleyman Nabil, tüm mezunlarımızı temsilen, İDE Akademi’nin ilmi hayatlarına katkılarını ve ilim yolundaki tecrübelerini aktardıkları bir konuşma yaptı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *