Utanç İmparatorluğu: İngilizler Hindistan’da ne yaptı?

Utanç İmparatorluğu: İngilizler Hindistan’da ne yaptı?

Londra doğumlu Shashi Tharoor, “2016 yılında bir Hindistanlı olarak iki asır önceki Hindistan hakkında yazıyorum. İngiliz idaresinin zulmüne uğramış bu topraklarla manevi ve coğrafi bağım var. Hindistan benim ülkem. Dolayısıyla, öfkem şahsımı bağlar.” diyor.

Venhar’dan Alaaddin Aydın’ın değerlendirmesi

Kitabımızın yazarı Hindistan parlamentosunda milletvekilliği yapan entelektüel kimlikli bir Hint milliyetçisidir. Yazar Hint milliyetçisi olduğunu belirtmesine rağmen ırkçılığa meyleden bir yaklaşımının olmadığını kitabı okuduğumuzda anlıyoruz.

Shashi Tharoor, Londra’da doğmuştur. İki yaşında ailesi ile Hindistan’a dönüyor. Ülkesindeki eğitiminin ardından Amerika’ya giderek eğitimini tamamlıyor. Ülkesinde siyasete atılıp bakanlık düzeyinde görevler yürütüyor.  Halen milletvekili olan yazarın 23 tane kitabı vardır. Bahsedeceğimiz kitap Kronik kitaptan neşredilmiş olup 304 sahifedir.

Kitaptan bahsetmeden önce başka bir kitaptan alıntı yaparak, bahsini edeceğimiz kitabın anlaşılmasına katkı sunmak istiyorum.

Niall Ferguson ‘Britanya’nın Modern Dünya’yı Biçimlendirişi” isimli kitabında Batı imparatorlukları içerisinde en geç sömürge faaliyetlerine İngilizlerin başladığını belirtir. İspanyollar, Portekizliler, Hollandalılar ve Fransızların sömürge faaliyetlerinde hayli yol aldıklarını anlatır kitabında. İngiliz korsanlar İspanya, Fransa, Hollanda gibi erken dönem sömürge devletlerinin, sömürgelerinden çaldıkları altın yüklü gemilerine saldırıp çalınan altınları çalınca, bu kârlı işe İngiliz yönetimi korsanları ile anlaşma yaparak hırsızlık sonucu elde edilen ganimetin yarısını İngiliz kralına ödemek şartıyla korsanlara kralın mührünü taşıyan fermanlar verir. Bu iş o kadar kârlıydı ki, insanlar hırsızlık yapmak için kraldan yetki belgesi almak için sıraya giriyordu. İngiliz yönetimi bu kârlı işi sürdürmek için hırsızlarını cesaretlendirmek için yeni kıta Amerika’ya yönlendiriyordu. Artık diğer sömürgecilere yetişmek gerekiyordu. Ümit Burnu’nu dolaşan Vasco dö Gama, Hindistan, Endonezya, Malezya gibi ülkelere giderek ülkesi adına ticari antlaşmalar yapıyordu. Egzotik, yer altı ve yerüstü zenginlikleri göz kamaştırıcı zenginlikler vardı bu yeni coğrafyada.1600 yılında İngiliz Kraliyet Şirketi’nin Doğu Hindistan Kumpanyasını kurarak, Hindistan’ın İngiliz boyunduruğuna girmesi ile sonuçlanacak süreç başlıyordu. 347 yıl sürecek vahşi, acımasız aynı zamanda şeytani sömürü düzeni yaşanacaktı.

Yazar Sashi Tharoor, “İngiliz idaresi altındaki Hindistan’dan bahsediyorum. Artık bu Hindistan’ın var olmadığını, üçe bölündüğünü biliyorum. Dediklerimin çoğu bugün bağımsız olan Pakistan ve Bangladeş için de geçerli. Amacım gönülsüz yabancıları, kendi iddialarımın bir parçası yapmak değil ama ister kabul etsinler ister etmesinler, benim davam onların da davası. 2016 yılında bir Hindistanlı olarak iki asır önceki Hindistan hakkında yazıyorum. İngiliz idaresinin zulmüne uğramış bu topraklarla manevi ve coğrafi bağım var. Hindistan benim ülkem. Dolayısıyla, öfkem şahsımı bağlar” demektedir.  Yazarımız Sashı,  İngilizlerin böl-parçala-yönet ilkesini uygularken ülkesinin bölünmesini istemediğini birlikte uzun yıllar birlikte yaşadıklarını, Babür devletinin Hindistan’ın bir parçası olduğunu, Müslümanların mimari eserlerinin Hindistan’ın ortak değeri olduğunu dile getirmektedir. Yazarımız sömürgecilik öncesinde Hindu ve Müslümanların dini inanç konusunda birbirlerine hoşgörü ile yaklaştıklarına dair örnekler vermektedir. Hindular ve Müslümanlar birbirlerinin ibadetlerinin yapımında yardımlaştıklarını, dindar Hindulara bile bazen Müslüman ismi verildiğini belirtmektedir. Hinduların çoğunun Farsçaya hakim oldukları, bir birlerinin ordularında asker oldukları, Hindu ve Müslümanların birçok ortak adetleri olduğunu söylemektedir. Hatta bazen aynı yerde ibadet ederlermiş. Bir türbede yatan kişiyi her iki taraf da evliya kabul ediyorlardı demekte yazarımız. Hindistan’da bütün din mensupları birbirleriyle kesişen hayatlar yaşamışlar. Dini adetler bile birbiriyle pek çelişmezmiş. Sishı Tharor, Hindu ve Müslümanların din konusundaki hoşgörülü ilişkilerine örnekler verdikten sonra “kimliklerin o kadar keskin olmadığını ve hem Hindu hem de Müslümanlar arasında kimliğin din üzerinden tanımlanmadığını göstermektedir” tespitini yapıyor. “Müslümanların İslam’ı Hindistan ‘a kılıç ile değil tüccarlar, seyyahlar ve tebliğciler ile gelmişti. Yeni din barışçıl bir şekilde kabul görmüş, reddedilmemişti” demektedir. Yazar, İngilizlerin sömürge düzenlerini devam ettirmek için böl-parçala-yönet taktiği ile Hindistan milliyetçiliğine karşı bir denge unsuru olarak Müslümanları kullandığını belirtiyor. Yazar, ayrılık sürecinde öne çıkan Müslümanların lideri konumundaki Muhammed Ali Cinnah’ın İngilizlerin adamı olduğunu ima ederek Müslümanların Hindistan’dan ayrılmasını istemediğini söylüyor. Müslüman elitin İngilizlerin ayrılıkçı politikasına hizmet ettiğini vurgulayan yazar, Cinnah için şu ilginç bilgileri veriyor: “Savile  Row’dan giyinen(Londra’da bir cadde. Kaliteli ve özel erkek giyiminin merkezi. Terzileriyle meşhur. Bir nevi erkek giyiminin merkezi) domuz eti yiyen, viski içen Cinnah’ın kıyafetlerden ve yemeklerden bahsetmesi tuhaftı. Aynı şekilde, karısının ‘cesur’ kıyafetler giymesini teşvik eden bir adamın ağzından kadınlara dair sözler işitmek de garipti” demektedir.

Her şey Doğu Hindistan Kumpanyası ile başlamıştı. 1600’de İngiliz kraliçesi tarafından Hindistan’dan ipek, baharat ve diğer kıymetli malların ticaretini yapmak için kurulan şirket, ticaretin yanı sıra Hindistan’ın değişik şehirlerinde karakollar ve fabrikalar inşa etmişti. İngilizlerin binalarını, çalışanlarını ve ticaretini askeri araçlarla koruma ihtiyacı artmıştı. Giderek artan çatışma ile ayrılmış olan bölgelerden asker alınmaya başlandı. Ticaret kısa süre içerisinde ele geçirme işine dönmüş, ticaret merkezleri kalelerle koruma altına alınmış ve tüccarlar da askerlerin gölgesinde kalmıştı. Hindistan o kadar zengin bir ülkeydi ki İngilizler bu zenginlikleri ele geçirmek için insanlık dışı zulümleri işlemişlerdi. 19. Asrın sonunda Hindistan, İngiltere’nin en büyük gelir kaynağı, İngiliz mallarının dünyadaki en büyük ithalatçısı ve İngiliz memurlar ile askerlerin en fazla para kazandığı yerdi. Hintliler kendilerine yapılan zulmün parasını ödüyorlardı. Hindistan’da çalışan bir İngiliz memur yüklü miktarda emeklilik ücreti alıyordu. Hint kumaşının kalitesi dünyada bir markaydı. El dokuması Hint kumaşları ile rekabet edemeyen İngilizler, Hint kumaşı ustalarının başparmaklarını keserek Hint kumaşı üretimini acımasızca yok ediyorlardı. İngiliz acımasız sömürgeciliği, Çinlileri afyona alıştırarak afyon üretiminde tekel olmak istiyordu. Zavallı Çinliler İngiliz zalimliğinin sonucunda afyon içen milyonlarca insanın yaşadığı bir toplum olmuştu. Hintliler afyon üretimi konusunda zengin topraklara sahipti. Ürettikleri ürünlerini değişik ülkelere ihraç ediyorlardı. İngilizler afyondan o kadar çok para kazanıyordu ki, zehirlediği milyonlarca insana afyon satmak için, zavallı Hintlileri daha fazla afyon üretmeye, ürettikleri afyonu sadece efendileri İngilizlere onu da onların belirlediği fiyata satmak zorunda bırakılmışlardı. İngilizler adeta para basıyorlardı Hindistan’da. Daha fazla askeri personel ve teçhizat getiriyordu.

Hindistan’da Hindistanlılardan çok Kraliçe Viktorya’nın heykelleri bulunuyordu. Bunun yanında Hindistanlılar makam sahibi olsalar da güç sahibi olamıyorlardı. İngilizlerin siyasetine katkıda bulunmuş Seyyit Ahmet Han’ın oğlu Seyyit Mahmut İngiltere’nin en iyi okullarında okuduktan sonra hâkim olarak göreve atanmıştı.  İngilizlere hizmet etmede kusursuz davranan Seyyit Ahmet’in oğlu İngiliz efendileri tarafından fethedilmiş bir ülkenin tebaasıymış gibi ayrımcılığa tabi tutuluyordu. Mahmut, İngilizlerin Hindistanlıları dost ve eşit göreceklerinin hayalini kuruyordu. Bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. Mahmut işten atılmak üzereyken istifa etti. Kendi kurumunda İngilizlerle aynı masaya oturmasına müsaade edilmemesini kaldıramayan Seyyit Mahmut istifa ettikten sonra kendisini içkiye vermişti. Elli üç yaşında öldü. İngilizler, Hintlilere makam ve güç sahibi olmalarına imkân vermezken, İngiliz ordusuna asker devşirmede çok cömert davranıyordu. Birinci Dünya Savaş’ında Hindistan dışına gönderilen asker sayısı toplamda 1.215.318’di. İngilizler askerin yanı sıra Hindistan’dan erzak ve para almıştı. Bugünkü parayla 50 milyar sterlin toplanmıştı. Yaklaşık 700.000 kadar Hindistanlı asker Mezopotamya’da, Almanya’nın müttefiki Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaşmıştı. Bu askerlerin çoğu Müslüman’dı. İngiliz İmparatorluğu’nu savunmak için dindaşlarına silah çekmişlerdi.

Sashi Tharoor

Yazarın “Hindistan’ın özelliklede Gandi’nin Birinci Dünya Savaş’ında İngiltere’ye verdiği desteğe mukabil ülkenin savaşın sonunda beyaz İngiliz milletler topluluğuna üye olan Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi dominyon statüsü elde etmesi bekleniyordu” diyerek, Hintlilerin 1.Dünya Savaş’ında İngilizlere destek verilmesini meşrulaştırmaya çalıştığı anlaşılıyor. Burada İngiliz Derviş kitabından alıntı yaparak Gandi’nin Birinci Dünya Savaş’ında, İngilizlere nasıl destek verdiğini hatırlatmak istiyorum. İngiliz Derviş Kitabının 283. Sayfasında Gandi şöyle demektedir: “Cihan harbi başladığında, Mahatma Gandi, Hintlileri İngiltere’ye destek olmaya teşvik etmişti; ” Biz her şeyden önce Büyük Britanya İmparatorluğu’nun İngiliz yurttaşlarıyız. İngilizler şu anda haklı bir dava uğruna, insan şerefinin ve medeniyetinin iyiliği ve şanı için dövüştüklerine göre, … Bize düşen vazife açıktır: İngilizleri desteklemek için elimizden geleni yapmak, canımız ve malımızla savaşmak.” Gandi İngilizlerin gözüne girerek ülkesinin Avustralya ve Kanada gibi beyaz İngilizler topluluğuna gireceğini umut etmişti. Ama yaşananlar hiçte Gandi’nin beklentisine uymamıştı. Pembe suratlı her İngiliz’e Hindistan’a sahip olmanın tanrı tarafından bir lütuf olduğu fikrini savunanların başında gelen Churchill, Gandi’ye karşı iyi hisler beslemiyordu. “Keşiş rolüne soyunmuş yarı çıplak asi bir avukat, kral ile eşit seviyede olmak için sivil itaatsizlik hareketini devam ettirirken kral naibinin sarayında görmek hem edişe verici hem de mide bulandırıcı” diyordu. Kral naibi dediği Hindistan Genel Valisi’nin Hindistan’da ki sarayını kast ediyordu. Amansız bir İslam düşmanı olan Churchill Gandi ve onun halkından o kadar nefret ediyordu ki hızını alamayarak devamla nefretini şöyle dillendiriyor: “Ölüm orucuna başlasa bile Gandi serbest bırakılmayacak. Eğer ölürse de kötü ve imparatorluğa düşman bir adamdan kurtulmuş oluruz. Delhi’nin girişine elleri ve ayakları bağlı bir şekilde bırakılmalı, sonrada kral naibi devasa bir filin üstündeyken Gandi’yi ezip geçmeli” diyecek kadar ileri gitmişti. Birinci Dünya Savaş’ında İngilizlerin meşruiyetine destek veren Gandi İkinci Dünya Savaş’ında nefret edilen bir konuma düşmüştü. Yazar, Gandi hakkında eleştirel sözler söylemiyor aksine “ Hindistan’daki İngiliz idaresinin en güçlü yerli muhalifi, şiddetten değil ahlaktan güç alan, inandıkları arasında tutarsızlık olmayan sayılı siyasi liderlerden biriydi demektedir.

1943 tarihinde meydana gelen kıtlıkta 4 milyon insan ölmüştü. Gıda maddelerini açlıktan kırılan Hindistanlıların elinden alıp gayet iyi durumda olan İngiliz askerlerine verilmesi ve hatta Yunanistan başta olmak üzere birçok yerde stoklanması talimatını veren Churchill; cılız Bengallilerin açlıktan ölmesi gürbüz Yunanlıların açlıktan ölmesi kadar ciddi bir durum değildir demişti. Churchill’in önceliği Hindistanlı tebaanın hayatta kalması değil askerlere hububat ulaştırmak, İngiltere’nin ekmek ihtiyacını gidermek ve Avrupa’da stok yapılmasıydı. İnsanların acı içinde olduğu hatırlatıldığında ise kendine yakışır bir cevap vermişti:” Kıtlık çıkması, kendi suçları. Tavşanlar gibi ürüyorlar.” Merhametli yetkililer talimatlarının büyük bir trajediye yol açtığını söylediklerinde ise Churchill’in tepkisi, alay eder gibi , ” peki Gandi neden hala ölmedi” olmuştu.

İngiliz emperyalizmi hem geniş topraklar ele geçirmiş hem büyük çaplı hileler yapmış hem de muhalifleri acımasızca cezalandırmıştı. Asker kaçaklarını idam etmekten hiç çekinmemişti. Hatta kabiliyetli dokumacıların başparmaklarını keserek kaliteli ürünler üretmelerini engellemişti. Böylece düşük kalitedeki İngiliz mallarının rakibini ortadan kaldırmıştı. 1857’deki isyanın bastırılması oldukça kanlı olmuştu. Yüzlerce isyancı, topların ağzına yerleştirilerek paramparça edilmişler meydanlara kurulan darağaçlarında sallandırılmışlardı.

“Hindistan’daki İngiliz sömürgeciliğini eleştirirken bugün ülkemdeki bütün hatalardan ve eksikliklerden mesul tutmuyorum ”diyor yazar Shashi Tharoor.

Yazar İngilizlerin Hindistan’dan sömürdüklerine karşı maddi bedelden çok Almanların çocuklarına dedelerinin yaptığı zulmü görmeleri için Nazi toplama kamplarının gezdirilmesi gibi, İngiliz okul çocuklarına da ülkelerinin dedeleri tarafından nasıl Hindistan’ı sömürerek inşaa edildiğini anlatan metinlerin okutulması İngilizlerin Hintlilere ödemesi gereken bedel olmalıdır demektedir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *