Aziz İslam’ın evrensel dinamiklerinin, potansiyelinin kaybı, evrensel İslami bilgi/bilim ve bilgeliğin, eğitim ve müfredatın kaybı, İslam’ı, ne yazık ki, taşralı bir kültüre ve yeni kabileciliklere mahkûm etti…
Atasoy Müftüoğlu
Geçmişin ve geleneğin mutlaklaştırıcı yorumuna maruz kalan İslam toplumları, bugünü değiştiremiyor, dönüştüremiyor; bugünü etkileyebilecek bir dil/düşünce üretemiyor. Geleneğin mutlaklaştırıcı yorumu sebebiyle, İslam toplumlarında değişim fikri de gündeme getirilemiyor, bugünün koşulları ile ilgili çözümlemeler yapılamıyor, bugünün koşullarına nüfuz edilemiyor. Bu nedenledir ki, bugünün dünyasında İslam toplumlarının kendilerine özgü sesleri yok. Gelenekçi mutlakıyetçilik örneğinde yaşandığı üzere, modern ideolojik mutlakıyetçilik de, halkların/toplumların entelektüel üretkenliklerini/potansiyellerini yok ediyor.
Ahlaki otorite ve meşruiyetten yoksun bir dünyada yaşadığımız için, hem küresel anlamda, hem yerel anlamda; emperyal ve yerel iktidarlar, bilgi’yi ve dil’i kendi çıkarları doğrultusunda manipüle edebiliyor. Bilgi’yi ve dil’i manipüle eden iktidarlar, veri akışlarını da diledikleri şekilde kontrol ediyor. Günümüz dünyasında bütün toplumlar, İslam toplumları da, bütün niteliklerin, bilgeliklerin, erdemlerin, vicdan ve merhametin, terbiye ve nezaketin ışıklarının söndüğü, karanlık bir dönemden geçiyor. Neoliberal bayağılıklar, neoliberal özgürlüklerin baskısı altında bulunan toplumlarda, Türkiye örneğinde somut olarak izlenebileceği üzere, teşhircilik-ahlaksızlık özgürlüğü, evlilikte sadakatsizlik bir özgürlük biçimi olarak savunulabiliyor. Kadınlar, moda, tarz/stil peşinde sürükleniyor. Bilinçsizliğimiz, edilgenliğimiz, sorumsuz tüketiciliğimiz sebebiyle, kapitalist kültürü, liberal kültürü güçlendiriyoruz.
İslami bütünü, bütünlüğü, bütünlük bilincini ve algısını temsil ve tecrübe yeteneğini kaybederek, zihinsel/ahlaki bir yıkım yaşadığımız için, sayıları çoğaltmaya yarayan politik gösterileri, şovları, tiyatroları içselleştirebiliyoruz. Propoganda – hamaset dili-söylemi-siyaseti Müslüman toplulukları, büyük sorular soramayacak, büyük cevaplar veremeyecek bir konuma mahkûm ediyor. Büyük sorular soramayan, büyük cevaplar veremeyen İslam toplumları, milliyet, etnik aidiyet, dil sınırlarını, yerli ve milli sınırları aşamadıkları için; evrensel üretkenliğe, evrensel kültüre ve ufka yabancılaşıyor. İslam toplumlarında ‘’şanlı tarih’’ retoriği-kurgusu, resmi tarihçilik, saray ve iktidar tarihçiliği, propoganda tarihçiliği, toplumları tarih bilincinden arındırıyor, tarih bilincini imha ediyor. Tarih bilincinden arındırılan, tarih bilincinin imha edildiği İslam toplumları, bugün, ne yazık ki, ideolojik sınırları, konformist din algısı ve kültürünün sınırlarını, sömürgeci bilginin ve kültürün sınırlarını aşamıyor. İslam toplumlarında, özellikle de, Türkiye’de, din’i hayat, onyedinci yüzyılda Kadızadeliler hareketinin, çıkar ve ikbal karşılığında iktidarla işbirliği yaklaşımını meşrulaştırıyor, bu yaklaşımın mirasını tüketiyor.
Günümüzde bütün İslam toplumlarında, aklı, bilgi’yi, düşünce’yi, bilgeliği, bilinci, entelektüel bağımsızlığı, üretkenliği, özgünlüğü, değişim ve dönüşüm fikrini tahfif ve tahkir eden ahbari fanatizm, bir tür faşizme dönüşerek yükseliyor. Bugün, yeni bir yüzyıl tasavvurunu gündeme getiren, politik popülizmi içselleştiren muhafazakâr politik kadrolar, halen yaşanmakta olan büyük ahlaki ve kültürel yabancılaşmaları, yozlaşma ve bayağılıkları görmemek için kafalarını kuma gömmeye devam ediyor. Kendilerini ısrarla İslam’a nisbet eden, İslam üzerinde katı bir tekel oluşturan muhafazakâr politik kadrolar, iktidar çıkarlarını sürdürebilmek için popülist-pragmatist yorumlara yoğunluk kazandırırken, ahlaki bir yüzleşmeye ihtiyaç duymuyor, ahlaki yorumu itibarsızlaştırıyor, değersizleştiriyor. Ahlaki yorum göreli hale getirilirken; resmi yorum, gelenekçi yorum toplumu kuşatıyor.
Konformist kültürün ve konformist din algısının hâkim olduğu İslam toplumlarında, özgürleştirici fikirler, yorumlar, eserler üretilemiyor, bu eserleri üretebilecek yeteneğe sahip kadrolar yetiştirilemiyor. İslam toplumları karşı karşıya bulundukları tarihsel/yapısal sorunlara cevap bulmak üzere çaba harcamak yerine, bu sorunlarla ilgili hazır cevaplar arıyor. Her hangi bir sorunla ilgili olarak cevap-çözüm aramakla, bu sorunlarla ilgili hazır-paket cevapları kullanmak birbirinden çok farklı şeylerdir. İslam toplumlarında, dijital sömürgeciliğe, duygusal sömürgeciliğe, hamaset sömürgeciliğine maruz bırakılan çocuklar, genç kuşaklar içerik üretme ve bağımsız düşünme yeteneklerini bütünüyle kaybediyor. Duygusal sömürgeciliğe, hamaset sömürgeciliğine maruz bırakılan İslam toplumları bugün otoriter kalabalıklara dönüştürülüyor. Muhafazakâr kesimler otoriter sistemi içselleştiren tercihlerde bulunuyor. Otoriter kalabalıklara dönüştürülen toplumlarda, faşizmin bütün tezahürleri kol geziyor.
Anlamlar dünyasına yabancılaştığımız; bencillikler, çıkarlar ve ihtiraslar dünyasında yaşadığımız için, ortak iyi’ye ve iyiliğe, ortak ahlaki ölçütlere/değerlere katkıda bulunamıyoruz. Kamusal sorumluluk alanında bulunmayan, kamusal bütünü temsil etmeyen, kamusal müdahale iradesine sahip olmayan kimselerin, aydın/düşünür/alim/bilge gibi sıfatlara sahip olmalarının bir anlamı olamaz. İslami varoluş, hayatın her alanında, İslami sorumluluk ve adalet bilincini temsil-tecrübe ettiğimizde başlar. Evrensel insan onurunu savunmayan, herkes için adaleti savunmayan, yalnızca kendi kabile-parti-hizip mensupları için adaleti savunanlar, adaleti savunmuş olamazlar. Ahlaki yorumun otorite ve meşruiyetine yabancılaşarak, yerli-milli-resmi yorumun yanında hizalananlar hiç bir şekilde ortak iyi için mücadele edemezler.
Çok aziz ve mükerrem İslam’ın, yozlaşmış, bayağı, kaba, taşralı, kabileci, kirli, bağnaz, ufuksuz, derinliksiz, niteliksiz, partizan bir dilin, fanatik bir dilin/söylemin/klişelerin ve yorumların sınırları içerisine hapsedilmesi kadar büyük bir felaket ve kötülük olamaz. Sözünü ettiğimiz bu yozlaşmış, bayağılaşmış, taşralı, fanatik ve partizan dil-söylem, bütün toplumu feci bir biçimde, acımasız bir biçimde sıradanlaştırıyor, sıradışı hiç bir varoluşa, sıradışı hiç bir fikre-bilgeliğe, inşaya geçit vermiyor. Politik popülizm imaj’ı gerçek diye pazarlayabiliyor. Propoganda ve hamasetin hâkimiyeti sebebiyle kitapların dünyasına yabancılaşan toplumlar, insanlığın dünyasına yabancılaşıyor. Günümüzde İslam toplumlarının, popülizme ve hamasete değil, yeni bilinç ve umut alanları keşfederek, kendi zamanlarının ve kültürlerinin ötesine geçme yeteneğine/birikimine sahip kadrolara ve büyük vicdanlara ihtiyacı var.
Evrensel zihinler ve evrensel vicdanlara sahip olmak suretiyle, tarihi etkileyebilecek bir düşünce-kültür-bilgelik sistemi üretemeyen toplumlar, tarihten kaçmak zorunda kalırlar. Büyük yürüyüşler, büyük mücadeleler, büyük dayanışmalar; bütün önyargılardan, bencilliklerden, kibir ve narsisizmlerden, yanlış bilinçten vazgeçmeyi gerektirir. Büyük dayanışmaların gerçekleştirilemediği bir dünyada, haysiyetli bir konuma sahip olmanın mümkün olmadığını görmek-anlamak gerekir. Bu konuda, özellikle Ortadoğu ülkelerinin, Türkiye’nin, insanlığa karşı suç işlemeyi sistematik hale getiren ırkçı-sömürgeci-faşist-Siyonist İsrail rejiminin politik-ekonomik vesayetine ihtiyaç duymaları; bu ölümcül gerçek karşısında, hamaset söyleminin ne kadar derin bir sefalet ve acziyet sergilediğine işaret etmek gerekiyor. Sorumsuz ve dayanışmasız hayatlar israf edilmiş, telef edilmiş hayatlardır. İslami aklı ve bilinci kaybetmemiş olsaydık, kapsayıcı ve kuşatıcı bir düşünce ve kültür iklimi içerisinde sorumlu hayatlar yaşıyor olacaktık. Sorumsuz hayatlar, sorumsuz varoluşlar ve sorumsuz vicdanlar, İslami aklın, bilincin ve ahlakın parçalanmasıyla ilgilidir. Kendilerini İslam’a nisbet eden toplumlarda, ilgili toplumların derin bir adalet açlığı içerisinde bulunuyor olmaları, ilgili toplumlarda İslam’ın içinin bütünüyle boşaltıldığı, İslam’ın kimi popülist klişelere hapsedildiğini gösterir. İslam’ın içinin boşaltılması ve sistematik bir biçimde bir propoganda aracına dönüştürülmesi, İslam toplumlarında varoluşsal bütün anlamların hayattan çekildiğini gösterir.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde, dijital sömürgeciliğe ve dijital teknolojiye bağımlılık, duygusal sömürgeciliğe ve hamaset sömürgeciliğine bağımlılık yoluyla hepimiz kendi kendimizi etkisiz hale getiriyoruz. Bu nedenle de, içerisinde yaşadığımız toplumları İslami anlamda dönüştürebilecek bütün nitelikleri birer birer kaybediyoruz. Dijital süreçler, fikirleri meta’lara dönüştürürken, duygusal-hamasi süreçler de fikirleri, sloganlara/klişelere dönüştürüyor. Bu yüzdendir ki; bugün, cami ve cemaat kürsülerinde Müslüman cemaate teatral şovlar sergileniyor, monoton, basmakalıp, etkisiz, gerçekdışı, akıldışı bir din dili kullanılıyor. Edilgenliğin ve tekdüzeliğin etkili bir geleneğe dönüştürüldüğü İslam toplumlarında, düşünsel/kültürel/felsefi/estetik içerik üretilemiyor. Düşünsel/kültürel/felsefi/estetik içerik üretemeyen İslam toplumları, hayatlarının İslami olmayan görme biçimleri tarafından şekillendirildiğini ne yazık ki, farketmiyor.
İslam toplumlarında, popülist/pragmatist/ oportünist politik hareketlerin yükselişi ve iktidarı sebebiyle, İslami entelektüel/kültürel/felsefi hareketlerin gelişmesi, otorite ve meşruiyet sahibi olması, somut bir kamusal-eleştirel mevcudiyete dönüşmesi, bugün için imkânsız görünüyor. İslam toplumlarında popülist/pragmatist/oportünist, muhafazakâr/gelenekçi/görenekçi/milliyetçi/mezhepçi politik hareketler rahatlıkla finanse edilirken, İslami kültürel hayat, edebiyat sanat hayatı, entelektüel hareketler bütün bu imkânlardan mahrumdur. İslam toplumları yerli-milli sınırlara, yerli-milli bencilliklere, çıkarlara ve kibre kapandıkları için; entelektüel anlamda küresel bir mevcudiyete, etkiye, nüfuza ve mülkiyete sahip değildir. Bu nedenle, küresel toplum hafızası, liberal/kapitalist/seküler ideolojik propogandaya maruz kaldığı için, Müslüman halklara, kültürlere yönelik insanlık suçlarını hatırlamıyor, konuşmuyor, paylaşmıyor. Günümüzde İslami bütünlük temsil edilmediği için, kendilerini bencil parçalara hapseden dindar-muhafazakâr unsurlar, din’i hayatı propoganda klişelerine ve tek yanlı okuma biçimlerine indirgeyebiliyor. Tek yanlı okuma biçimleriyle malûl olan hamaset dili ve söylemi, hiç bir zaman uzun vadeli süreçler üzerinde düşünemiyor, yoğunlaşamıyor. Bu nedenle de, günü kurtarma politikalarıyla oyalanıyor. İslam toplumlarında hamaset-propoganda dili-söylemi, bilgi ve bilinç dili’nin yerine geçtiği için, toplum entelektüel anlamda hiç konuşmuyor. Toplumlarımızda, gelenek ve konformist din algısı, Müslüman bireyin kendi kendisini, kendi tercihleri doğrultusunda tanımlamasına izin vermiyor. Müslüman birey, katıldığı cemaat tarafından bireysel özellikleri-nitelikleri ve potansiyeli yok sayılarak tanımlanıyor. Propoganda nesnesi haline getirilen Müslüman birey bu yolla kişiliksizleştiriliyor, entelektüel üretkenlikten ve bağımsızlıktan yoksun bırakılıyor, düşünsel tek yönlülüğe mahkûm ediliyor.
İslami varoluş ve düşünüş alanına çıkmak, hiç bitmeyecek, hiç eksilmeyecek büyük bir bilinç ve vicdanla yürümeyi zorunlu kılarken, tek yönlülüğe mahkûm edilen Müslüman bireyin yürüyüşü, geleneksel yaklaşımlar tarafından engelleniyor. Konformist kültür ve din algısının belirleyici olduğu toplumlarda, entelektüel üretkenlik ve bağımsızlık mümkün olmadığı için, özellikle genç kuşaklar, dijital sömürgeciliğin ve dijital oryantalizmin oluşturduğu küresel kültürü ve hayat tarzını nasıl bozguna uğratabileceğini bilmiyor. Bunun içindir ki, bugün, tarih’ten çok daha güçlü, daha etkili İslami anlamları, değerleri ve fikirleri temsil ve tecrübe edebilecek kadrolar yetişmiyor, yetiştirilemiyor. Geleneğe saygı adına, güçsüzleştirici, sessizleştirici, edilgenleştirici alışkanlıklarımızı ısrarla sürdürüyoruz.
Aziz İslam’ın evrensel dinamiklerinin, potansiyelinin kaybı, evrensel İslami bilgi/bilim ve bilgeliğin, eğitim ve müfredatın kaybı, İslam’ı, ne yazık ki, taşralı bir kültüre ve yeni kabileciliklere mahkûm etti. İslam’ın evrensel evi/ufku, çeşitliliğe ve farklılığa ev sahipliği yaparak, farklı kültür ve medeniyetlerle ilişki kurarak, kültürel bir özgüven içerisinde İslam medeniyetini kurdu. Tarih boyunca, yerli-milli dinamikler ve kültür zemininde bir medeniyet kurulmadı. Yerli-milli aidiyet-zihniyet ve perspektif, toplumu dünyaya/insanlığa yabancılaştırdığı gibi, İslam’a ve İslam insanına da yabancılaştırıyor. İslam’ın evrensel evi, her tür bilgi ve bilgeliğe ve her tür iletişime açık bir dünya görüşü ve hayat tarzı oluşturdu.
Günümüz İslam toplumları, konformist kültürü ve din algısını içselleştirdikleri için, entelektüel özgürlük adına mücadele etme ihtiyacı duymuyor. Entelektüel özgürlük için mücadele etme ihtiyacı duymayan İslam toplumlarında, toplumun seküler kesimleri modernitenin vesayeti altında yaşarken, dindar-muhafazakâr kesimler de, geleneğin vesayeti altında yaşıyor. Vesayetin normalleşmesi sıradanlaşması, bir hayat tarzına dönüşmesi sebebiyle, İslami entelektüel özgürlük için hiç kimse kılını kıpırdatmıyor. Bu nedenle de, İslam toplumları, hiç bir ahlaki ve entelektüel değer-anlam ve erdem içermeyen popülist-sağcı-milliyetçi-muhafazakâr hamaset dilini alkışlayarak, bu dili tahkim ederek, dokunulmaz kılarak hayatlarını sürdürüyor.
Müslüman olmak, bütün halkların vicdanı olmakla mümkün olduğu halde, günümüz İslam toplumları yerli-milli kabileleri ve kabilecilikleri, yerli-milli putperestlikleri takdis etmek suretiyle İslam’dan uzaklaşıyor, uzaklaştırılıyor. Bu durum, kendilerini İslam’a nisbet eden kabilelerin-toplulukların, İslam’a güvenmediklerini, İslam’ı ciddiye almadıklarını gösteriyor. Muhteris, dar görüşlü, ufuksuz, bencil, kibirli, taşralı, kültürsüz popülist-oportünist politik kadrolar, aziz İslam’a kıyamete kadar unutulmayacak büyük zararlar veriyor. Bu yüzdendir ki, İslam toplumları, bugün düşünsel-entelektüel dünyaya hiç bir ciddi katkıda bulunamıyor, oportünist bir dindarlığı temsil-tecrübe ediyor, evrensel İslam kardeşliğinin yerine, kabileci, mezhepçi-partizan-trol kardeşliğini koyuyor. İslami bütünlük bilincini imha eden kabileci-mezhepçi-partizan kardeşlikler sebebiyle, bugün, İslam toplumları Moğol istilası benzeri liberal bir zihinsel istilaya uğramış bulunuyor.
1 Comment
Cengiz
4 Mart 2024, 16:15Uzun zamandır Atasoy Bey’in yazıları okuyorum. Şu anki durumu iyi analiz ediyor ama şimdiden ne yapmamız gerekitiğini pek açıklamıyor. Oysa durum tespitinden sonra esas olarak ne yapmamız gerektiğidir. Bununla ilgili adım adım önerilerini duymaya ihtiyacımız var.
REPLY