Batıya Endeksliler

Batıya Endeksliler

Mahalli ara seçimlerin yapıldığı 2 Kasım 1992 öncesinde ve sonrasında, bu seçimlere ilişkin iki yazı kaleme alan Ercümend Özkan, seçime giren partiler ve kafa yapılarına ilişkin, ayrıca seçimlerde halkın neye oy verdiğine ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştu…

Ercümend Özkan (Kasım 1992)

Özellikle 27 Mayıs 1960 tarihinden bu yana Amerikan seçimleri Türkiye hükümetlerini, Türkiye’deki genel seçimler gibi etkileyegelmiştir. İktidarı ve muhalefeti ile kendilerini batıya endeksleyenlerin, özellikle de iktidarda bulunan sağ partilerin Menderes’ten bu yana Türkiye’yi, ‘Küçük Amerika’ yapma hevesleri öyle görünüyor ki ‘siyâseti babası dururken Özal’dan öğrenmeyi düşünmediğini’ belirten oğul Menderes tarafından da benimsenmektedir. Açıkçası Türkiye’yi hâlen yönetenler ve ileride yönetmeye hazırlananlar Türkiye’yi ‘Küçük Amerika’ yapma hobisinden kurtulmamışlardır. Babasının mürüvvetini ‘Arabça ezan, Kur’an Kursları ve İmam-Hatib Okulları’ ile görebilmiş insanımız, aradan geçen kırkı aşkın yıldan sonra oğlunun daha yeşile boşanmış mürüvvetine mi tâlib olacaktır!

27 Mayıs’ın Amerikalılar tarafından kafaları Amerika’ya endeksli subaylar tarafından yapıldığını artık beşikteki bebekler bile biliyor. 12 Mart askerî müdahalesinin arkasında da aynı Amerika’nın bulunduğunu yine öğrenmeyen kalmamıştır. 12 Eylül’de de rejime takılan serumun Amerikan serumu olduğu, Türkiye’den çok Amerika’nın paşaları tarafından yapılmış bir darbe olduğu da artık söylene yazıla dillerde tüy bitirmiş bir gerçek olarak karşımızdadır. 12 Eylül yönetiminin devamı olan ANAP yönetimi, sivilleştirilmiş bir Amerikancı yönetim idi. Amerikan politikalarının bölge için biçtiği kaftanın giydirilmesi ve bölgenin buna alıştırılması Türkiye’nin başında bulunduğu ‘güvenilir müttefik’ler vasıtasıyla olacaktı. Öyle de oldu.

Sovyet sisteminin çökmesi ve Sovyetler’ in dağılması sonucu tutturulan ‘Yeni Dünya Düzeni’ terâneleri Amerika’yı özellikle bölgede daha güçlü kılmaya, politikalarını boşa çıkarmamaya yönelik tedbirlerden oluşmaktaydı. Her zaman olduğu gibi Amerika bunu bizzat değil, bölgedeki ‘ajanlar ve uyduları’ vasıtasıyla yapıyordu. Amerika’nın ajanlığına tâlib olanlar ise birbirleriyle bu ‘ajanlık’ için savaş veriyorlar, aralarında kıran kırana mücadele ediyorlar. ANAP ile DYP arasındaki ‘hırs’ın temelinde yatan yalnızca birisi vaktiyle diğerinin ‘müsteşâr’lığını yapmış iki teknokrat zâtın çekişmesi olmayıp, tâlib oldukları ajanlığın kim tarafından daha iyi yapılacağının gösterimlerini oluşturuyor. Başkanlık sistemi ile hem bu topraklarda yaşayan insanların nostaljilerine hitab eden, hem de Amerika’nın küçüğünün de büyüğüne benzemesine yardımcı olacak estetik ameliyat peşinde olan Özal, partisinin 91 Ekim seçimlerinde tek başına iktidar olamaması sonucu planlarının tıkandığını görmüş ve Çankaya’dan inerek tekrar partisinin başına geçmeye soyunmaktadır. Mesut Yılmaz’ın bir performans gösteremediği ANAP genel başkanlığını yeniden eline almayı, partisine yeniden iktidar yolu açarak anayasal değişiklikler de yaparak kafasındaki Amerika’yı yaratacak ‘transformasyon’u tamamlamayı düşünmektedir. Aynı Özal’ın bu düşüncelerini gerçekleştirebilmek için geçmişinden daha çok müslüman olma, görünme zorunluluğu vardır. Aydın Menderes ile aralarındaki diyalogun, kafalarında yatan ‘Küçük Amerika’ imajından oluştuğunu görmemek mümkün değildir. Bunlar aynı takımın, aynı istikamete top süren fakat muhtelif alanlarda oynayan oyuncularıdır. Takımlarını galib getirmek, diğer takımları sahadan silerek hiç değilse şimdilik ve gidebildiği kadar bir süre Türkiye’deki batıya endeksli rejime taze kan vermeyi birlikte ve entegre olarak düşünmekte ve planlamaktadırlar. Yaşlı politikacıların günlerini ve de fırsatlarını gereği kadar doldurduklarını düşünenler Başkanlık sistemi ile de ‘Küçük Amerika’ olma peşindedirler. Hem üstelik Amerika’da da mademki yaşlı politikacı Bush artık kamuoyundan gereken ilgiyi görmüyor ve genç Clinton tartışmasız kazanacak görünüyor o halde bu açıdan da Türkiye Amerika’ya benzemelidir ki ‘Küçük Amerika’ daha kolay ve büyüğüne daha çok benzeyen şekliyle ortaya çıkabilsin.

91 Seçimlerinden önce ANAP genel Başkanlığı için kendisine bizzat Özal tarafından yapılan ANAP genel başkan adaylığı teklifinin o günlerde uygun görülmemesi ve görünen başbakanlığın dahi reddedilebilmesi, ‘genç’ adayımızı daha da büyütmeye matuf bir plânın küçük bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Zira şimdi kabul edilecek kısa vadeli bir nimetin, sabredilerek ileride elde edilecek daha büyük nimete nisbetle akılsızlık, basiretsizlik olacağı da bilinmektedir. Yaralanmamak, rüzgârın karşıdan estiği günlerde değil yavaşladığı günlerde çıkmayı terkedilmez sünnet haline getirenlerde bu hâl artık bir ahlak haline gelmiş, nerede ise genlerinden geçerek yaşar hâle gelmiştir.

En küçük seçimi bile ortamı canlandırmak için kullanan demokrasinin partileri yine başlarına dünyanın insanını toplayabilmekte ve onlara bir önceki yalanlarını tekrarlayabilmektedirler. Aynı kalabalıkların duyarsızlığı ve kurulan tuzakların iyi işlemesi sonucu ise tekrar tekrar aldanmalarının ana sebebini oluşturmaktadır.

Partisini kuracağını Sheraton Oteli’nde yaptığı açıklama ile kamuoyuna duyuran ‘genç’ politikacının partisi kurulur kurulmaz teşkilatlanmasına tâlib örümcek kafalılar bulunmaktadır ve büyük bir iştahla o günleri beklemektedirler. Bu grupların ana özelliği ne istediklerini bilmemeleri, yalnızca siyâsî yapılanmada kullanılan malzeme olarak kalmakta ve bu arada menfaatlanmakta oluşudur.

Çok demokrat ve laik olduğunu Şerif Mardin’in araştırmasından oluşan kitabından da öğrendiğimiz S. Nursi’nin takibçileri Türkiye’de Amerika’nın bastığı sağlam zeminleri oluşturmaktadır. Zaten hıristiyanlara bir türlü kâfir diyemeyen ancak ehl-i kitab diyebilenlerin Kur’an’da açıkça “Andolsun ki Meryem oğlu İsa’ya Allah’ın oğlu diyenler kâfir oldular.” hükmünü görmemeleri, Kur’ân’a hiç bakmamalarından, Risaleleri Kur’an’ın yerine koymuş bulunmalarından kaynaklanmaktadır. Böylesine kendilerine yakın gördükleriyle ittifak içinde bulunuşlarını anlamanın güçlüğü nerededir? Kur’an’dan ve Kur’an’ı kendisine ahlak edinen Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sünnetinden uzaklaşmalarının sebebi, Risaleleri ve Said-i Nursi’yi bunların yerine koymalarından kaynaklanmaktadır. Kur’an okuduklarını sanarak Risaleleri okumakta, sünnete uyuyoruz sanarak da Said-i Nursî’nin evlenmeme ve sakal bırakmama sünnetine uymakta, laik-demokratik partilere oy vermekte de efendilerinin sünnetine uymaktadırlar. Bu yüzden de Allah’ın Kitabından ve O’nun elçisinden uzaklaşmaktadırlar. Yol, bunlar için yakın olmamakla birlikte yine de gereken azmi göstererek Kur’an çizgisine dönerlerse muhakkak ki Allah’ı çok affedici ve çok bağışlayıcı olarak bulacaklardır; Kur’an böyle söylüyor.

Ümitlerine Oy Verenler

Ercümend Özkan (Aralık 1992)

2 Kasım’da yapılan çevresi küçük, seçmeni az seçim, kendisinden öncekiler gibi adetâ bir genel seçim havası içinde yapıldı. Bir süreden beri Türkiye’de bir küçük beldenin belediye başkanı seçimi yapılsa bütün Türkiye’nin nabzının bu seçimde attığı imajı verilerek yapılıyor. Partiler aldıkları sonuçları böyle değerlendiriyorlar. İktidarda iseler kendilerinin halk tarafından ne kadar sevildikleri, yaptıklarının tasvib edildiği, muhalefette iseler kendilerini iktidara getirecek işaretleri almış olduklarını açıklıyorlar ve muhalefettekiler kazandı ise iktidarın hemen istifa etmesi ve genel seçime gidilmesi isteğinde bulunuyorlar. Kamuoyunu bu açıdan iyiden iyiye hareketlendiriyorlar.

Seçimler, hele de seçmen sayısı epeyce az mahallî seçimler sahiden Türkiye’nin nabzının nasıl attığının işareti midirler? Seçimlere, özellikle de mahallî seçimlere yalnız bu açıdan bakabilmek, sonuçlarını yalnız bu açıdan değerlendirebilmek mümkün müdür?

Seçimler ve sonuçları formülü karışık bir ilaç gibi görünmektedir bize. Zira her seçim çevresinin kendine has özellikleri, adayın özellikleri, o mahaldeki seçmenlerin birçok unsurdan oluşan çeşitli özellikleri, iktidar ve muhalefete bakış açıları gibi birçok unsura bağlı olarak değişmektedir. Adayın sevilmesinin; çalışkanlığının, seçim çevresine ve seçmenlerine sağlayacağı yarardan, değişen genel kamuoyunun etkisinin, bir evvelki seçilenin bıraktığı intibaın ve daha birçok şeyin seçmenin oyu üzerinde etkisi bulunmaktadır. Adayın mahallin insanı olması, memleketlisinin seçilmesinde rol oynarken, bazı seçim çevrelerinde bunun rolü bulunmamaktadır.

Son mahallî seçimlerde partilerin aldıkları oylar, oy aldıkları mahallerin özellikleri ve halka karşı söylemleri ile Türkiye bazında yolsuzlukların, rüşvetin, kayırmaların herkesin yakından hissedeceği boyutlara ulaşması ile yaşamı zorlaştıran şartların ağırlaştırması ve oy veren insanların hiç değilse ümitleriyle yaşama gücü elde etmeyi istediklerinin göstergesi olmuştur. Orta sınıf insanımızın yaşam tarzında İslam’ın kendi anlayışlarına ve geleneklerine göre büyük payı bulunmaktadır. İslâm’ı çok seven, sevdiği kadar da bilgisi bulunmayan halk kitlelerinin sevdiklerine verdikleri oylar bu seçim sonuçlarını belirlemede büyük rol oynamıştır. Böylece hiç değilse ümitlerine oy veren insanlar, ümitleri ile olsun yaşayabilmenin sevincini yaşamaktadırlar. Sonuç olarak da oyların çoğunu alarak seçilen partinin adayları ve parti başarıyı kendine mâl etmektedir. Oyların çoğalması ve %25’leri aşmasını kendi zimmetine kaydeden parti, kamuoyu üzerinde bıraktığı İslamcı imajı ile bu oyların sahibi olmuştur. Öyle midir, değil midir bunu değerlendirebilecek bir kamuoyu henüz bulunmamakla birlikte şurası kesindir ki halk oylarını artırarak İslam’a vermektedir. Umudunun İslam’da olduğunu, beklentilerinin İslam’la geleceğine inanmakta ve bunu oylarıyla dile getirmektedir. Bir diğer ifade ile halk rüşvetten, yolsuzluklardan, kayırmalardan bıkkınlığını dile getirmektedir. Parti için zaten halk bazında yolsuzluğun, rüşvetin, kayırmanın yapılıp yapılmamasından çok kimseler, hangi tür yaşam sahipleri için yapıldığının önemi bulunduğu bilinmelidir. Kendisinin kayırılanlar arasında bulunmaması, kredi musluklarının kendi havuzlarına akmıyor olmasının, alınan rüşvetlerin nereye gittiğinin önemsenmesi oyların nerelere verildiğinin belirtisi olarak algılanmalıdır. İtilen, kakılan önemsenmeyen insanların tepkisi olarak da değerlendirilmesi gereken seçim sonuçları yalnız bir sebebe bağlanabilmekten uzak görünmektedir. Biz öyle görüyoruz ki kendisine oy verilen partinin yapısı, söylemleri, söylediklerini ne kadarı ile gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği gibi hususlar oy verenlerin muhasebesini yaptıkları şeyler olmamıştır. Seçim meydanlarında söylenenlerden çok seçmenler kendi kurduklarına oy vermişler, sanılarını gerçek kabul ederek bu aslı bulunmayan gerçeğe oy vermişlerdir.

Herhangi bir hesabı bulunmayan, yalnızca saf duygularla ümitlerine oy verenlerin ezici çoğunlukta bulunduğu seçmen kitlesi, aynı partiye oy verseler de daha yukarılarda bulunan fakat başka hesabları bulunanların hakimiyetine oy verdiklerini de hiç bilmemektedirler.

Çevresi ne kadar dar veya geniş olursa olsun 26 Mart 1989 mahallî seçimlerinden bu yana partiler mahallî seçimlerde aldıkları oylara göre tavır koyar olmuşlar ve iktidarda bulunan partinin genel seçime gitmesi için bu seçim sonuçlarını yeterli bulmuşlardır. O yıllarda iktidarda bulunan ANAP’ı genel seçimlere zorlayan mahallî seçim galibleri bunu başarmışlar ve başarılarını genel seçimlerde aldıkları oylarla da pekiştirmişlerdir. Bu durum bütün siyâsî partileri aynı yolu tutmaya sevketmiş ve günümüzde de çevresi çok küçük, toplam oy sayısı genel seçmen oy sayısının iki yüzde biri kadar da olsa aldıkları sonucun genel seçimlerin göstergesi olduğunu ve iktidarın istifa etmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar. Erbakan’ın Demirel’in üzerine üzerine gitmesinin sebebi yine Demirel’dir. Zira aynı işi Demirel 26 Şubat mahallî seçimlerini takiben yapmıştır. Sıra şimdi kendisindedir.

Özetle söylersek son seçim sonuçları halkın beklentilerinin göstergesidir. Halk İslâmî söyleme kulak vermekte, İslâm’ı seçmek istemektedir. Ne var ki oyunu verdiklerinin İslam’dan nasibleri nedir, hangi boyutlardadır bunu bilmemektedir. Hele Kur’an’daki İslam’dan kendisinin de haberinin bulunmaması halkı, yalnızca umutlarına oy veren halk yapabilmektedir.

Yapılması gereken ise halkın Kur’an’daki İslam’la yüz yüze getirilmesidir. Bu Kur’an’daki İslam’a yönelme ne kadar geniş ve kapsamlı olursa, özellikle gençlerin Kur’an’daki İslam’ı anlamakla kalmayıp, yaşamlarına geçirmeyi şaşmaz şiâr edinmeleri bugün değilse de ilerisi için ümitlerin ayaklarını yere bastıracaktır.

(İktibas, Kasım 1992, Aralık 1992, sayı 167 ve 168)

Not: 2 Kasım 1992’de 20 belediye başkanlığı için yüzde 60 katılımla gerçekleştirilen Yerel Ara Seçimlerde şu sonuçlar alınmıştı:

Refah Partisi – 141.933 oy – % 24,50 – 5 Belediye
Anavatan Partisi – 132.368 oy – % 22,85 – 4 Belediye
SHP – 110.922 oy – % 19,15 – 3 Belediye
DYP – 96.604 oy – % 16,68 – 8 Belediye
DSP – 74.305 oy – % 12,83 – 0 Belediye
HEP – MÇP – Bağımsızlar – İşçi Partisi 23.061 oy – % 3,98 – 0 Belediye

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *