Geçtiğimiz Şubat ayında vefat eden Osman Dindarzade hakkında onu yakından tanıyanlardan Ömer Faruk Balıkçı, kaleme aldığı yazısında, “Biz onu hep iyilerden bildik. Rabb’i de onun kıyamını indinde hüsn-ü kabul ile kabul etsin. Kitabını sağından versin ve onu şahitlerle birlikte yazsın.” duasında bulundu…
“ذلك ما كنت منه تحيد”
[İşte bu, kendisinden kaçıp durduğun şeydir (ölüm)](1)
Osman Dindarzade Ağabeyimiz dar-ı bekaya irtihal etti. Bir perşembe günü kuşluk vakti geldi eceli. Kalabalık bir topluluk namazını kıldı. Birkaç adımlık da olsa tabutuna omuz vermek isteyenler birbirleri ile âdeta mücadele ettiler. Harrankapı’dan cenup istikametine şehirden bir akın vardı sanki. Şehir, bir evladını uğurluyordu. Hazin bir ikindi vakti güneş alaca bir kızıllıkla gurup ederken; yerini tatlı olmayan, “üşüten bir serinliğe/soğukluğa” bırakıyordu gitgide.
Aynı günün akşamına, iki haftadır inkıtaya uğrayan perşembe dersimizde özlemle yine mülaki olmayı beklerken; başka saiklerle, başka hislerle bir araya geldik bu kez. Bir “eksiğimiz” vardı. Belki de çok eksiktik artık. Osman Ağabey aramızda değildi.
Perşembe Dersleri
Osman Ağabey, Kitap Vakfımızda düzenli olarak her hafta Kur’an’dan bir mev’ize dinleyip öğüt almak üzre perşembe günleri icra ettiğimiz derslerimizin temel taşlarından birisiydi. Bu derslerimizin muhtevasını ve seyrini şöyle özetleyebilirim: Yatsı namazının birlikte ikame edilmesinden sonra, derslerimiz o gün işlenecek ayetlerin kıraat edilmesiyle başlar. Ardından merhum Osman Ağabeyimiz aynı ayetlerin Kürtçe mealini okurdu. Daha sonrasında Türkçe mealinin bir bütün olarak okunmasının ardından aynı ayetler Fuad Balıkçı Üstadımızın (Kabul buyurursa yeğeni gelirim) envai çeşit tefsir ve kabilse müstakil telif eserden istifade ederek derç ettiği notlarıyla ele alınıp işlenir. Sahabeden öğrendiğimiz şekliyle Asr Suresi’nin okunmasıyla dersimiz hitama erer. Bu esnada kapı açılır ve tepsi içerisinde bardak bardak muhabbet dolup taşan çaylar arz-ı endam ederek içeri girer. Derken cemaat fevc fevc olup hâl hatır sorarak musahabe etmeye başlar. Artık dileyen oturmaya devam eder, dileyen selam verip ayrılır.
Ben başta ders dedim ama siz ister ders deyin ister sohbet, ikisiyle de bu toplanmalarımızı tesmiye edebilirsiniz. Bir “ders” kadar disiplinli ve sistematik konsepti olan bu hemdem oluşlarımız, akabinde beraber yudumlanan sıcak çayın eşliğinde de bir “sohbet” kadar samimi ve sıcak bir havada seyrini sürdürür. Bu anlamda perşembe günleri, o günkü derste Yaratıcı’nın ölümsüz sözlerini tilavet ederken hangi makamla okusam ve tezyin etsem diye yaşadığım tereddüt ve mesuliyet duygusu, daha gündüzünden bana tatlı bir helecan vermeye başlar. Ve bu, akşamında -Allah dilerse- yine toplanacak olmamızın verdiği mutluluk hissiyle buluşur içerimde.
Evvelinde hanelerde bir araya gelerek yapılanları saymazsak, kurumsal (Burada “kurumsallık” kelimesi resmiyet anlamında kullanılmamıştır) bir hüviyette vakıfta yapılan derslerimiz Ramazan ayları hariç on iki seneyi aşkın bir süredir devam edegeldi. Sureleri nüzul sırasına göre işlemeyi tercih ederek başladığımız Kur’an’ı anlama yolculuğumuzda elan Mekkî surelerinin neredeyse tamamını okuyup anlamaya çalışmış bulunuyoruz. Bu da Kur’an’ın üçte birinden fazla bir yekûn tutuyor.
Kürtçe Şehadet
Osman Ağabey, bu on iki yılı aşkın süre devam edegelen perşembe derslerimizde, vakıfta “mihraptaki” yerinden hiç ayrılmadı. Kürsünün hemen yanında bağdaş kurar oturur ve deri, şık çantasını önüne koyuverirdi. Hazırladığı notlarını çantasına yaslar ve sıranın kendisine gelmesini beklerdi. Oturduğu yerden bakışlarıyla hepimizi kucaklardı. Eğer fakire mikrofon verilmişse, işleyeceğimiz ayetleri okuduktan sonra kendisine uzatırdım. O da aynı ayetlerin mevcut Kürtçe meallerden de yararlanarak derlemek suretiyle yerel (Bozulmuş mu demeliydim?) Kürtçemize indirgemeye çalıştığı tercümesini enzarımıza ve efkârımıza sunardı. Kendisine münhasır bir vurguyla “Bi navê Xwedayê Reḥman u Reḥîm”(2) şeklindeki besmelesi kulaklarımızda hâlâ canlıdır. Kur’an’ı dinleyip, tedebbür etmek için o gün akşam toplanmış Müslümanları, ayetlerin itina ile hazırladığı bu latif tercümelerinden hiç mahrum bırakmadı. Hakikate bir de Kürtçe şahitlik etti. Bu suretle yetim kalmış/bırakılmış dilimiz Kürtçe’ye, onu vahyi muhataplarına aktarmaya vasıta kılarak sahip çıktı ve bu yetim lisana bir anlamda babalık yaptı.
Atı (aracı) olmamasına rağmen, derslere iştirak etmede gösterdiği istikrar örnek alınasıydı. “(بنيان مرصوص) Bunyanun merṣuṣ”(3) olduğumuz/olmayı umduğumuz bu uhuvvet silsilesinde her dem sabit/mazbut bir halka olarak var oldu.
Beşerî Münasebeti
Osman Ağabey, beşerî münasebetlerinde de Müslümanlara birçok örneklik sergiliyordu. Mesela, nazik ve görece olarak alçak tonda bir sesle konuşurdu. Gerek bir fikri savunurken gerek bir itirazını öne sürerken fark etmez, onu dinlerken âdeta sesiyle sizi okşardı. Bu hâl bana Lokman’ın (s) oğluna,
“واغضض من صوتك” (Sesini de kıs)(4) şeklindeki nasihatini hatırlatırdı hep. Sesini işitip anlamak için yamacına yaklaşmanız gerekirdi.
Söylemesi bana düşer mi bilmiyorum, kimsenin kendisinin bir davranışından yahut sözünden incindiğine şahit olunmadığı, tanışıklığı benden çok daha öteye uzanan ağabeylerin de iyi bildiği bir şeydi. Kur’an’ın tabiriyle, insanlara karşı affedici ve müsamahakârdı. İnananların arasını ıslah ederek fitneyi berhava etmeye çalışırdı. Vakıftan bir süre uzak kalan Müslümanların evlerine ziyarete gider, çıkarken hane saadeti dilerdi. Onların dertleriyle dertlenir, konuştuğunda ebeveynlerine ve ehli beytlerine dek sorar, selam ederdi.
Şükrederdi. Mesleğim gereği teferruatlı olarak bildiğim müşkül birkaç sağlık problemi olmasına rağmen şekvacı olmaz ve sorulduğunda hep hamd-ü sena ile karşılık verirdi.
O, hepimizin Osman Ağabeyi idi. Merhum Ercümend Ağabeyimizin vefatının sene-i devriyesi münasebetiyle, İktibas Dergisi’nin Ocak 2023 sayısında bir hatıra yazısı yayımlandı. 1990 senesinde, Ercümend Ağabeyin bir grup Müslümanla kendisini cezaevinde ziyaret edişini anlattığı yazıda, o zor günlerde bir ağabey sohbetinden aldığı hazzı anlatmış ve buna duyduğu ihtiyacı dile getirmişti. Biz de kendisinin sohbetinden keyif alır, tecrübelerinden istifade ederdik.
Son Görüşüm
Osman Ağabey, yakın bir süre önce benden İmam Asım Kıraati’nin İmam Şu’be rivayetini de ihtiva eden Mushaf’ından istemişti. Bu Mushaf Türkiye’de bulunmayan, sahife boşluklarına derkenar edilmiş kimi okuyuş ve telaffuz farklılıklarının bulunduğu türdendi. Ben de kendisine, edinebildiğim ilk fırsatta getireceğimi söylemiş ve söz vermiştim. İki ay evvel, şimdilerde Gaziantep’te mukim bulunan Mohammed Al Tawfeek Hocamı ziyarete gittiğimde bir tane istemiş ve getirmiştim. Üç hafta önce imtihan olduğumuz zelzeleden evvelki son perşembe dersimizde de (bu, onu son görüşüm olacakmış) Vakıf’ta kendisine hocamın selamlarıyla beraber armağan etmiştim. Çok sevinmiş ve hemen açıp içinden bir şeyler sorup öğrenmeye çalışmıştı. Hatırladıkça, kendisine verdiğim o sözü tez elden tutmuş olduğum için hamd ediyorum.
Biz onu hep iyilerden bildik. Rabb’i de onun kıyamını indinde hüsn-ü kabul ile kabul etsin. Kitabını sağından versin ve onu şahitlerle birlikte yazsın.
Hamd, kendisinden başka ilah bulunmayan ve âlemlerin Rabb’i olan Allah’a özgüdür. Salat ve selam kendisinden başka elçi gelmeyecek olan ümmi Arap Nebi’yedir.
(1) Kaf Suresi 19. ayet
(2) Kürtçe “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla”
(3) Kenetlenmiş bir bina (Saff suresi 4. ayet)
(4) Lokman Suresi 19. ayet
(Ömer Faruk Balıkçı / İktibas, sayı 531)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *