Atasoy Müftüoğlu röportajında, “İslam dünyası toplumları/halkları, bu toplamlarda ortaya çıkan düşünce kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, tarihin son yüzyıllarını akılsız ve düşüncesiz umutlar, akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar, akılsız ve düşüncesiz sadakatler, akılsız ve düşüncesiz tercihler etrafında sürüklenerek/savrularak geçirdiler.” vurgusunda bulundu.
Dergimiz yazarlarından kıymetli ilim ve fikir adamı Atasoy Müftüoğlu ile Venhar Haber adına, kendi evinde bir röportaj gerçekleştirildi. Müftüoğlu verdiği cevaplarda, özellikle İslami bilince ve mevcudiyete yönelik saldırılara, bununla birlikte kaybedilen İslami bütünlüğe dikkat çekti. İslam toplumları olarak yapılması gerekenler noktasına da ışık tutan röportajın tam metni şöyle:
Venhar: Atasoy Ağabey! Yazılarınızda İslam toplumlarının maruz kaldığı ‘radikal yabancılaşma’dan bahsediyor, batılı/modern/seküler normlar, yorumlar temelinde İslam ve Müslümanların dönüştürüldüğünü ifade ediyorsunuz. Müslümanların dönüştürülmesine hep birlikte az çok şahit oluyoruz da, İslam nasıl dönüştürülmektedir?
Atasoy Müftüoğlu: İslami mevcudiyet/bütünlük, tarih boyunca birincisi içeriden, ikincisi dışarıdan olmak üzere iki büyük saldırıya maruz kaldı. İslam’ın içeriden maruz kaldığı saldırı bilinçsiz bir saldırıydı, ağır sonuçları olan bu saldırıyla hiçbir zaman hesaplaşılamadı. İçeriden maruz kalınan bu saldırı düşüncenin, yorumun, değişimin, analiz ve eleştirinin dondurulması, İslami mevcudiyetin ve bütünlüğün içe ve geçmişe kapatılması olarak özetlenebilir. İçe kapanan İslami mevcudiyet, içe kapandığı tarihten itibaren dışarıda/tarihte/dünyada/hayatta neler olup bittiğini merak etmedi. Geçmişe kapanan mevcudiyet de bütün zamanlar boyunca yaşanan değişimlere kapalı kaldı. İslami mevcudiyetin maruz kaldığı ikinci saldırı Haçlı saldırıları, Oryantalist saldırılar, sömürgeci/ideolojik saldırılar olarak özetlenebilir. İslami bütünlük, içe ve geçmişe kapanarak tarihle ilişkisini, dünya ile ilişkisini koparmamış olsaydı, dışarıdan gelen saldırılara cevap verebilecekti. İçe ve geçmişe kapanma İslam toplumlarında, kültürlerinde maalesef çok sorunlu bir edilgenlik ve tekdüzelik oluşturdu. Bu edilgenlik ve tekdüzelikler sebebiyle, halen devam etmekte olan her iki saldırının meydan okumalarına ne yazık ki cevap verilemiyor.
Batı’da, Avrupamerkezci/üstünlükçü/kibirli/küstah seküler meşruiyet ve otoritenin kurulduğu günden bu yana, genelde dinler, özelde İslam büyük ölçüde marjinalleştirilerek özel alana, kişisel alana kapatıldı. Avrupamerkezci siyasal dünya görüşünün ifadesi olan liberal ve seküler mutlakiyetçilik, İslam’ın özellikle kamusal/siyasal alandan dışlanmasıyla sonuçlandı. Avrupamerkezci değerlerin/paradigmanın sömürgecilik yoluyla evrenselleştirilmesiyle birlikte İslam, bu gelişmenin doğal bir sonucu olarak yerelleştirildi, yerli-milli bir kültüre dönüştürüldü. İslami mevcudiyet ve bütünlüğün karşı karşıya geldiği, halen devam eden, önlenemeyen içeriden ve dışarıdan gelen saldırılar, iki büyük yozlaşma ve yabancılaşma biçimiyle iki vesayet biçimi oluşturdu. İlk ve derin vesayet biçimi gelenekçi/görenekçi/ sağcı/muhafazakâr/statükocu vesayet; ikinci etkili/dönüştürücü vesayet ise, modern/seküler/liberal vesayettir. İslam’ın içe ve geçmişe kapanmasıyla birlikte, gelenek/görenek/konformizm/statüko, İslami bütünlüğün yerini aldı.
Konformist/gelenekçi/stakükocu/mistik-batıni kültür ve din algısı, Kur’an’ı Kerim’in açık uyarılarına rağmen değişime direniyor, değişmediği için de tarihe giremiyor, tarihi etkileyemiyor. Bir yanda seküler/liberal müdahaleler, etkiler/ saldırılar, bir diğer yanda da ulus-devlet kutsalları, realizmleri, rekabetleri, etnik ve mezhep bencillikleri, milliyetçilikler dünyanın İslamsızlaşması sonucunu doğurdu.
Bugün, İslami bütünlük ve mevcudiyetin yeniden kurulmasını, seküler/liberal vesayetle; konformist/mistik vesayet imkânsız kılıyor. Her iki vesayetin aşılması için, gereken çabalar/mücadeleler verilmediği için de, hiç bir alanda özgün, bağımsız, İslami bütünü temsil eden evrensel bir çerçeve, eser/içerik üretilemiyor. Her iki vesayet biçimi de, İslami bilinci paramparça ediyor. Entelektüel Haçlı seferleri karşısında, İslami düşünce hayatı, kültür hayatı, edebiyat hayatı, ilahiyat hayatı çok büyük bir bozgunla karşı karşıya bulunuyor.
İslam’ı içerden dönüştürmek üzere yerli-milli bir zihniyet temelinde mistik/batınî-tasavvufî yorum öne çıkarılıyor tespiti de size aittir. Mistik/batınî-tasavvufî yorumların İslam’ı içerden dönüştürme uğrunda kullanılması yüz yıllardır süregelen bir gelenek değil midir?
Hangi yönden gelirse gelsin, vesayet altında bulunan toplumlar ve kültürler gerçekliği hiçbir şekilde doğru okuyamaz, anlayamaz ve değerlendiremezler. İçe ve geçmişe kapanan, batıni/mistik bir yaklaşımın/kültürün, İslam’ı tarihten soyutlayarak uhrevi bir dine dönüştürmesi sebebiyle, aziz İslam’ın bir dünya görüşü olarak, bir tarih görüşü olarak, bir toplum ve siyaset görüşü olarak, bir insanlık görüşü olarak inşası, tanımlanması, temsil edilmesi, tecrübe edilmesi imkânsız hale geldi.
İslam toplumlarında, seküler vesayetten özgürleşmek için, eleştirel bir modern tarih felsefesi çalışması yapmak gerekiyordu; mistik/batıni/geleneksel vesayetten özgürleşmek için de eleştirel bir İslam tarihi, düşünce/zihniyet/fikir tarihi çözümlemesi yapmak gerekiyordu. Bu iki çalışma da, halen düşünülmüş, tartışılabilmiş, konuşulmuş ve hayata geçirilebilmiş değildir. Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, her vesayet biçimi bilinç/karakter/kişilik/haysiyet kaybına neden olur.
İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat ve siyaset hayatı konformist kültürü, konformist din algısını büyük bir hamaset ve heyecanla içselleştirdiği için, bugün, karşı karşıya bulunduğu tarih çapında derin ve kapsamlı tehditleri görmüyor, bu tehditlerle nasıl yüzleşilebileceğini, nasıl hesaplaşılabileceğini bilmiyor. İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı konformizmin büyüsüne kapıldığı için; konformist kültürü ve din algısını çok etkili bir uyuşturucu olarak tükettiği için, toplumlarımızın ontolojik ve epistemolojik bir emperyalizmle karşı karşıya bulunduğunu görmüyor, yüzlerce yıldan bu yana aldığı uyuşturucular sebebiyle bu emperyalizmleri hissetmiyor, Modernitenin, Aydınlanmanın, Oryantalizmin hepsinin sömürgeci bir proje olduğunu, bu projenin İslam’ı ebedi öteki/karşıt/düşman olarak kurguladığın! bilmiyor.
Bugün, konformist bir kültürün ve konformist bir din algısının olumsuz etkileri sebebiyle, sahip olduğumuz İslami anlamların/değerlerin/ölçütlerin/ilkelerin, bugünün gerçekliği karşısında altüst oluşu, savrulması, sürüklenmesi İslami kesimlerde, daha doğru bir ifade ile, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan kesimlerde yeni bir nihilizme neden oluyor. Konformist/mistik/batıni kültür ve din algısı, zihinleri ve ruhları köleleştiriyor, bütün bağımlılıkları derinleştiriyor. Konformist kültürün ve din algısının hâkim olduğu toplumlarımızda bugün, hamasete dayalı mutluluklarla büyülenen muhafazakâr kitle, gerçek varoluşa ve gerçek dünyaya yabancılaşıyor, gerçeğe ve tarihe dönemiyor. Konformist kültürün ve din algısının hâkim olduğu toplumlarda kitleler, bugün, içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere ütopyacı fantezilerle kontrol edilebiliyor.
Bir yazınızda, İslam toplumları -bilhassa Türkiye örneği- anlam/değer/ilke/fikir/bilgelik/nitelik yerine sadece propaganda üretiyor demiştiniz. Propaganda üretim sürecini anlam/değer/ilke/fikir üretim sürecine dönüştürmek için bilhassa gençlerimize önerileriniz var mıdır?
Genç kuşaklar İslam toplumlarında sistematik bir biçimde iktidar ihtiraslarına hizmet eden duygusal sömürgeciliklere, hamaset sömürgeciliğine maruz kalıyor. Duygusal sömürgecilik ve hamaset dili/söylemi/siyaseti genç kuşakların bütün entelektüel yeteneklerini/potansiyellerini bütünüyle yok ediyor. İçeriden maruz kaldığımız bu duygusal sömürgecilik bir yana, bu defa, toplumlarımız ve genç kuşaklar dijital sömürgecilikle, dijital Oryantalizm tarafından çok yoğun bir biçimde kuşatılıyor, dönüştürülüyor, edilgen kılınıyor. Dijital sömürgecilik her tür aidiyet biçimini aşındırarak, aşarak, yeni bir toplumsallık oluşturuyor.
Duygusal sömürgecilik ve hamaset dili/söylemi dijital teknolojilerin ve sömürgeciliğin neden olduğu ölümcül sorunlar etrafında çok büyük bir çaresizlik, güçsüzlük ve sessizlik sergiliyor. Eğitimsizlik, bilgisizlik, bilinçsizlik, taşralılık hem genç kuşakları hem de muhafazakâr kitleyi komplo teorilerine açık hale getiriyor. Genç kuşakların, yerli-milli-resmi bencillikler, mezhepçilikler, kabilecilikler ve taşralılığın sınırları içerisinde kalarak, evrensel zihinler ve kadrolar yetiştirilemeyeceğini bilmeleri, anlamaları gerekir. Genç kuşakların klişelere hapsedilmiş, romantize edilmiş, imparatorluk nostaljilerinden oluşan bir tarih yaklaşımını, eleştirel bir tarih bilinci içerisinde sorgulamaları gerekir. Bugün, genç kuşaklar, klişelerle, hamasetle, popülizmlerle, oportünizmlerle çözümlenmesi mümkün olmayan tarihsel sorunlarla karşı karşıya bulunuyor. İslami ufku, konformist kültür, gelenek-görenek-tasavvuf kapatıyor. Genç kuşakların, alışılageleni sürdürmek için hiçbir zihinsel çabaya, tefekküre ihtiyaç duyulmayacağını bilmeleri gerekir. Genç olmak, her şeyden önce, değişime direnç gösteren zihniyetle hesaplaşmayı zorunlu kılar. İslami değişimi, tarihsel/yapısal sorunlarla yüzleşmeye cesaret eden, düşünsel entelektüel bağımsızlık sahibi genç kuşaklar başlatabilir. Genç kuşakların, İslami varoluşu kirleten ve zehirleyen, İslam’ı politik ihtiraslar ve iktidar ihtirasları doğrultusunda hunharca ve barbarca istismar eden politik kadrolar karşısında eleştirel müdahalede bulunabilecek entelektüel eleştirel bir iklim oluşturmaları gerekir.
Modernitenin ve geleneğin ağır-derin vesayetini, diktasını kaldıramayan toplumların bağımsız bir gelecek inşa etmeleri mümkün olamaz. Hamaset diliyle, propaganda diliyle, popülist dille oyalanmak bu dilin etkisi altında kalmak genç kuşakların enerjilerini tüketir. İslami mücadele büyük sayılara sahip olmak mücadelesi değil, büyük niteliklere sahip olmak mücadelesidir. Propaganda ve hamaset nesnesi olmak, kendi tercihimiz olmayan bir hayat tarzıyla bütünleşmek anlamı taşır. Bilinçsiz, sorumsuz bir varoluş, lüzumsuz bir varoluştur. İslami varoluş ve bütünlük bilincini kaybeden, İslam’ın evrensel evini/yurdunu kaybetmiş olur. Hamaset dili/söylemi ve siyasetinin çekiciliğine direnmek için, büyük niteliklere/bilgeliklere sahip olmak gerekir.
Biraz da teknolojiden bahsetsek. Tekno-putperestlik çağında teknolojik sömürgecilik hayata, tabiata ve insanlığa saldırıyor tespitinize yürekten katılıyoruz. Fakat Müslümanlar olarak bu tespitleri yapmakla birlikte, tekno-putperestlik karşısında hemen hiçbir sahici tavır alamıyoruz. Bu hususta somut olarak şunu yapmalıyız diyeceğiniz önerileriniz var mıdır?
Hazcı muhafazakarlıkların, nihilist muhafazakarlıkların, kültürsüz muhafazakarlıkların, liberal zehirlenmeye maruz kalan solculukların/sağcılıkların/muhafazakarlıkların ve dindarlıkların, teknoputperestlikler karşısında yapabilecekleri hiçbir şey yok. Otoriter/popülist/muhafazakâr iktidarların bütün kavramları/değerleri/ilkeleri iktidar çıkarları doğrultusunda sömürgeleştirerek değersizleştirebildikleri bir toplumda, toplum karşı karsıya bulunduğu varoluşsal tehditleri, teknoputperestliğin tahribatını hissetmiyor. Konformist kültür ve konformist bir din algısı, bir köle ahlakı oluşturduğu için, köleler varoluşsal tehditleri algılayamazlar.
Bugün, bütün dünya, bütün insanlık, modern tekno bilimsel sistemin ürettiği ve fakat kontrol edemediği çok ağır sorunlarla karşı karşıya bulunuyor. Sistem, bütün gezegeni, bütün alanlarda yıkıma sürüklüyor. Emperyalistlerin hegemonya rekabetleri, teknolojik akıldışılıkları/çılgınlıkları tahrik ediyor. Bütün dünyayı kirleten tekno bilimsel sistemin, dünyayı temizleme iyileştirme imkânı/gücü/iradesi ve bilinci yok. Günümüzde, güç, haz, iktidar, tahakküm ihtirasları sorumsuz bir tarih oluşturuyor. Bütün bencillikler, narsisizmler ve kibir, bütün anlamları, bütün değerleri ve bilgelikleri değersizleştiriyor.
Çok aziz ve mükerrem İslam’ın, konformist/muhafazakâr dindarlıklar tarafından bütüncül anlamlarından soyutlanarak, yerli/milli/resmi/mistik/mezhepçi/liberal/etnik sınırlar içerisine hapsedilmesi sebebiyle, İslami alan istikrarlı bir şekilde daraltılıyor ve bu ufuk daralması içerisinde Müslümanlar, varoluşsal/evrensel sorunlara/ilgi ve dikkate bütünüyle yabancılaşıyor. İslam toplumlarında kent kültürü ve kentsel ilişki zemin kaybediyor, taşralılık zemin kazanıyor. Konformist gelenekçi toplumların, popülist hamaset siyaseti karşısında hiçbir bağışıklığa sahip olmadığını görmek/anlamak gerekiyor. Popülist/oportünist siyaset kalabalıkların tiranlığına yol açıyor. Popülist/oportünist akıl yürütme akılsızlıklara neden olduğu için, popülist/oportünist yaklaşımlarla, ontolojik ve epistemolojik emperyalizme hiçbir alanda ve hiçbir şekilde cevap verilemiyor, cevap verme ihtiyacı duyulmuyor.
Günümüzde bir İslamî uyanıştan mı, İslam’ın anlaşılması çabasından mı, İslamî hareketten mi bahsedilebilir, yoksa bunların hiçbiri değil de, söz konusu olan sadece bir yenilgi midir? Kısacası Müslümanlar için bir umut ışığı görüyor musunuz?
İslam dünyası toplumları/halkları, bu toplamlarda ortaya çıkan düşünce kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, tarihin son yüzyıllarını akılsız ve düşüncesiz umutlar, akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar, akılsız ve düşüncesiz sadakatler, akılsız ve düşüncesiz tercihler etrafında sürüklenerek/savrularak geçirdiler. Bugün de, akılsız ve düşüncesiz umutlar, fikirleri olmayan sloganları/klişeleri olan arabesk ve lümpen kalabalıklar oluşturuyor. İslam ve Müslümanların ideolojik nesne muamelesine tabi tutularak, sistematik bir biçimde aşağılandığı/aşağılanabildiği, Müslüman aydınların ilahiyatçıların sömürgeci seküler yorumun nesneleri haline geldiği/gelebildiği bir toplumda, gerçek umutlardan söz edilemez. Bir tane kamusal düşünüre, bir tane evrensel entelektüel zihne sahip olmayan ve fakat on binlerce trol ve troliçeye, on binlerce aparatçike sahip olan toplumların gerçek umuda istihkakları olmadığını bilmek, hatırlamak gerekir. Büyük umutlar, büyük çabalar ister. Büyük umutlar için büyük nitelik mücadelelerine ihtiyaç olduğu açıktır. İslam ülkelerinin, daha doğru bir ifade ile, kendilerini bir şekilde İslam’a nisbet etmeye devam eden ülkelerin, özellikle içerisinde bulunduğumuz dönemde/günlerde vahşi ve kudurmuş, ırkçı/sömürgeci/soykırımcı Siyonist İsrail rejimi karşısında sergilediği teslimiyetçilik, edilgenlik, kudurmuş İsrail rejimi ile normalleşmeyi seçen büyük anormallik, bu anormalliğin muhafazakâr/dindar kesimler tarafından içselleştirilmesi hiç bir umuda yer bırakmıyor.
Bir toplumun gerçek umutlara sahip olabilmesi için, bilinç bütünlüğüne ihtiyaç vardır. Bilincin olmadığı yerde umut da yoktur.
Bütün insanlığı ilgilendiren varoluşsal/yapısal sorunlarla/ acılarla/ızdıraplarla ilgili ikna edici cevap üreten, evrensel zihinler/kadrolar yetiştirmeyi başaran bir toplum ve kültürle yeni bir tarih başlatılabilir, yeni bir umut iklimi içerisine girilebilir.
Atasoy ağabey, bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz, Allah razı olsun.
NOT: Röportajı 6 Şubat’taki Maraş merkezli depremden önce yapmıştık, deprem gündemi bir anda değiştirince biz de röportajı yayınlamayı bugüne kadar erteledik. Kendimizi mecbur hissettiğimiz bu gecikmeden dolayı yine de Atasoy ağabeyden özür dileriz. (Venhar)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *