Günümüzde, İslam toplumlarında, devlet’i, İslam’dan daha kutsal sayan zihniyet sebebiyle, kitleler, her zaman, hiçbir eleştirel dikkate ihtiyaç duymaksızın resmi-yasal gündemi-söylemi tartışmasız bir biçimde sahiplenebiliyor. Bu nedenledir ki, toplumlarımızda, resmi bakış açısının, resmi gündemin sınırları bir türlü aşılamıyor.
Atasoy Müftüoğlu
İdeolojik ya da popülist politik propogandaya, hamaset propogandasına maruz kalarak düşüncesizleştirilen ve akıntıya kapılan toplumlar, hiç bir zaman ve hiç bir şekilde tarihin ve olayların gerçek mahiyetini anlayamaz ve çözümleyemezler. Bu tür toplumlarda, yalnızca pratik ve pragmatik sorunlarla ilgilenen siyasetlerin ve iktidarların, varoluşsal sorunlarla ilgilenme yetenekleri yoktur. Sözünü ettiğimiz toplumlarda, ilgili toplumların yapısal/kronik bir edilgenlikle malûl olmaları nedeniyle, otoriter-popülist rejimler önlenemez bir yükseliş içerisindeler. Bu toplumlarda, otoriter-popülist rejimlerin önlenemez yükselişinin, bütün niteliklerin sonu anlamına geldiğini, bu nedenle de iktidarların keyfiliklerine karşı eleştirel bir siyasal duruş gerçekleştirilemediğini kaydetmek gerekir.
Taklit ve tekrar’a dayalı geleneklerin belirleyici olduğu toplumlarda, taklit ve tekrara mahkûm edilen kitleler, olan biteni görür ve fakat gördüklerini anlayamaz, yorumlayamaz ve anlamlandıramaz. Olup bitenleri anlamadan, anlamlandıramadan yaşamanın, gerçek anlamda yaşamak olmadığını bilmek gerekir. İslam dünyası toplumlarında yüzyıllardır olduğu gibi, bugün de, zihinsel etkinliğe, üretkenliğe, hareketliliğe ve çeşitliliğe geçit vermeyen akılsız ve düşüncesiz gelenekler, Müslüman halkların bağlılık ve sadakatlerinin anlamı üzerinde düşünmelerini, bu bağlılık ve sadakatlerin mahiyetini sorgulamalarını istemiyor. Akılsız ve düşüncesiz gelenekler, doğru ile yanlış arasındaki sınırları ayırt etme yeteneğini de yok ediyor. Akılsız ve düşüncesiz gelenekler, yeni bir anlam, yeni bir bilgelik ve hakikat arayışına da ihtiyaç duymuyor. Eleştirel düşünme yetisine sahip olmayan bu tür gelenekleri içselleştiren toplumlar, tekdüze/renksiz/ufuksuz hayatlara katlanıyor. Akılsız ve düşüncesiz bağlılıklarla hiç bir zaman, hiç bir yerde gerçekliğe ulaşılamıyor.
Politik popülizm ve oportünizmle bütünleşen partizan toplumlarda, iktidarlar, Türkiye örneğinde de bütün boyutlarıyla görülebileceği üzere, her geçen gün, daha çok derinleşen, yayılan ve genişleyen ahlaki sorunları, sosyal/toplumsal sorunları sorun olarak görmüyor, bu nedenle de, hiç bir şekilde, hiç bir zaman ve hiç bir durumda, ne yazık ki, ahlaki sorgulamalar yapmıyor, yapamıyor. Günümüzde, kendilerini iyi’ye ve iyiliğe nisbet eden muhafazakâr-dindar kesimler, politik popülizmin etkisi altına girerek, sloganlara/hamasete ve duygusal klişelere saplanıp kaldıkları için, iyi’ye ve iyiliklere bütünüyle yabancılaşıyor, propoganda nesneleri haline geliyor, propoganda konusu olabilecek iyiliklerle ilgileniyor. Kültürel sermayesi, birikimi, potansiyeli olmayan popülist siyaset, kitleleri içi boş duygusallıklara mahkûm ediyor. Tek aklı yücelten kitleler; farklı yorumları, önerileri, eleştirileri, fikirleri görmezden gelen otoriter liderlerin görüşlerine itibar edilmemesi gerekirken, bu görüşleri alkışlayabiliyor. Günümüzde, İslam toplumlarında, devlet’i, İslam’dan daha kutsal sayan zihniyet sebebiyle, kitleler, her zaman, hiç bir eleştirel dikkate ihtiyaç duymaksızın resmi-yasal gündemi-söylemi tartışmasız bir biçimde sahiplenebiliyor. Bu nedenledir ki, toplumlarımızda, resmi bakış açısının, resmi gündemin sınırları bir türlü aşılamıyor.
İslam dünyası toplumlarında, akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar, teslimiyetçilikler, gelenekler, bu toplumları toplum olmaktan çıkararak büyük yığınlara-sürülere dönüştürdüğü için, bu toplumlarda politik iktidarlar, politik çıkar ve ihtirasları doğrultusunda, İslam’ı, tarihi, bilimi ve bütün bir değer sistemini araçsallaştırabiliyor, nesneleştirebiliyor, şeyleştirebiliyor, istismar edebiliyor, yanlış yorumlayabiliyor, çarpıtabiliyor. Politik iktidarlar tarafından, politik çıkarlar ve ihtiraslar doğrultusunda araçsallaştırılmaya, istismara, şeyleştirilmeye, nesneleştirilmeye, yanlış yorumlanmaya ve çarpıtılmaya açık ve elverişli bir din’in, tarihin ve bilimin, gerçek bir din, gerçek bir tarih, gerçek bir bilim olmadığını bilmek/anlamak/öğrenmek gerekir. Din’in, tarihin ve bilimin keyfi bir biçimde araçsallaştırılabildiği toplumlarda bu keyfiliklerin normalleşmesi, sıradanlaşması, bu keyfiliklerin takdir toplaması, ilgi görmesi, ilgili toplumların gerçek din bilginlerine, gerçek tarih bilginlerine, tarih felsefecilerine, tarih filozoflarına, her durumda hakikatin ifadesi olma cesaret ve iradesine sahip gerçek bilim adamlarına sahip olmadığını gösterir. Bu tür toplumlarda, bugün, Türkiye’de de, yakından takip edilebileceği üzere, genç kuşaklar sistemin umutsuz nesneleri haline geliyor. Biyolojik varoluşları dışında hiç bir değer sistemine sahip olmayan, hiç bir değer sistemine saygı duymayan genç kuşaklar, daha çok sayısal alanlarda, sayısal disiplinlerde bir gelecek arıyor. Modern/seküler zamanlarda olduğu gibi, popülist/hamaset zamanlarında da, bilgelik-erdem-ahlak-hakikat-adalet eğitimi ilgi görmüyor. Dijital teknolojiler, özellikle genç kuşakların zihin ve ruh dünyalarını radikal bir biçimde yozlaştırarak dönüştürüyor. Dijital teknolojilere bağımlılık her yaştan herkesi, tefekkürden, anlamlı dostluklardan, anlamlı dayanışmalardan, anlamlı kolektif sorumluluklardan-etkinliklerden ve kitap kültüründen uzaklaştırarak yalnızlaştırıyor. Genç kuşaklar entelektüel/ahlaki alanlardan ve sorumluluklardan hızla uzaklaşarak, kâr’lı alanlara doğru savruluyor. Günümüz toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da, propogandanın, hamasetin, demagoji ve mugalatanın gürültü ve patırtısı, aklın, bilgeliğin, ahlakın, vicdanın, merhametin sesini bastırıyor. Propoganda söylemi, çok kaba, çok müstehcen, çok rencide edici basitleştirmelerle sürdürülebiliyor. Bugün, Türkiye de, toplumun güncel/popülist politik gündem dışında, entelektüel/kültürel bir gündemi yok, felsefi/hikemi/estetik bir gündemi yok. Bu nedenle de, toplum, popülist propoganda kültürüyle, küçük, gündelik, yüzeysel, kaba, pragmatik meselelerle ilgileniyor. Otoriter popülist politik dil-söylem ve folklorik kültürü iftiharla sahiplenen muhafazakâr din’dar kesimlerin, entelektüel uğraşlara/alanlara/ilgilere/etkinliklere ihtiyaç duymadığı açıkça görülebiliyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, hayati önem arzeden kamusal meselelere ilgi duyan etkili-eleştirel kamusal entelektüellere/akımlara/iklime ne yazık ki, sahip değiliz. Kent kültürü ve kentsel ilişkilere bütünüyle yabancı taşralı politik iktidar dili, muhalif/eleştirel çevreleri aşağılık nesneler olarak dışlayan/damgalayan muhafazakâr bir lümpenlik oluşturuyor. Kültürsüz bir toplumda gerçek/sahici kişiliklerin yerini, sahte/çıkarcı kişilikler alıyor. Çeşitlilikten rahatsız olan kabilecilikler, bağnaz aynılıklar oluşturmaya çalışıyor. Yakın geçmişte Türkiye’de ideolojik aynılıklar oluşturulurken, günümüzde de, muhafazakâr-arabesk aynılıklar oluşturuluyor. Sözünü ettiğimiz aynılıklar, bütün topluma, bütün insanlara eşit saygı ve ilgi duymaya engel oluyor. İdeolojik aynılıklar, kabileci aynılıklar, yerli-milli ve mezhepçi engeller-duvarlar-sınırlar sebebiyle bugünün dünyasında, Müslüman aydınlar-düşünürler-entelektüeller arasında, insanlığın ve İslam’ın temel meselelerini gündeme alan evrensel bir dayanışma, sorumluluk ve bilinç alışverişi gerçekleştirilemiyor. İslami sorumluluk alanını, fildişi kule entelektüeli değil, aktivist entelektüel sorumluluk belirler.
İslami entelektüel alan, ortak sorumluluk ve ortak çaba temelinde kolektif entelektüel sorumluluk fikrini esas alır. İslam toplumları, eleştirel dikkat ve kamusal sorumluluk sahibi kolektif entelektüeller yetiştiremedikleri takdirde, konformist düşünme ve algılama biçimlerini sorgulayamaz, aşamaz ve rahatsız edemezler. Kolektif entelektüel bilinç ahlak ve sorumluluk bütün insanlığa ulaşmaya, bütün insanlığın sorunlarını anlamaya, bütün insanlıkla konuşmaya çalışır, bütün insanlığı dinlemek, onların acılarını paylaşmak ister. Yerli-milli kimlik, etnik ve mezhepçi kimlik, ortak insanlığa, ortak insanlık sorunlarına yabancılaştırır. Otoriter yasalarla, yasaklarla, müdahalelerle, otoriter-popülist uygulamalarla, hamaset dili ve söylemiyle, sistematik baskılarla hiç bir toplum, hiç bir zaman İslamileştirilemez. Günümüzde toplumsal düzen yalnızca yasaklarla/baskılarla adaletsizliklerle kontrol edilebiliyor, kültürle ve eğitimle değil. Yakın geçmişte, Türkiye’de seküler kesimler, muhafazakâr kesimleri ideolojik istismara tabi tutarken; bugün, muhafazakâr kesimler, seküler kesimleri psikolojik istismara tabi tutuyor. Seküler kesimler de, muhafazakâr kesimler de, kendi popülizmleriyle yüzleşmek/hesaplaşmak ihtiyacı duymadıkları için, toplumda, bütün kesimler arasında nitelikli ilişki, kentsel ilişki kurulamıyor. Nitelikli-kentsel ilişki kurulamadığı için bugün müsamaha’nın yerini bağnazlık, geniş ufukluluğun yerini ufuksuzluk aldı. Dünyada hiç bir şey; kötülük yapma yeteneğine, yalan söyleme yeteneğine, yolsuzluk/hırsızlık/adaletsizlik yapma yeteneğine sahip politik kadroların, bütün bunları yaparken, kendilerini İslam’a nisbet etmeleri, İslam’ı kendi tekelleri altına almaları kadar korkunç/iğrenç ve utanç verici olamaz. Saf kötülük, hangi kesimden gelirse gelsin, ötekileştirilenin, muhalif’in acı çekmesini istemekle başlar.
Yüzyıllardır kaybolan ve sarsılan İslami otorite ve meşruiyet, politik iktidarların koyacakları emir ve yasaklarla, yerli-milli fetvalar, yerli-milli fakihlerle, hamaset diliyle, konformist bir kültür ve konformist bir din algısıyla kurulamaz. Evrensel zihinler, evrensel etkinlikler, ufuklar-ilişkiler aracılığıyla, ilahi vahyi, aklı, bilgi’yi ve kalbi, ontolojik ve epistemolojik anlarda özgürleştirerek, kavramsallaştırarak, kurumsallaştırarak bir dünya sistemi ve medeniyeti kuran aziz İslam’ın, bir sistem ve medeniyet olmaktan çıkarılarak, yerel/kişisel/özel bir maneviyatçılığa, yerel bir kültüre dönüştürülmesiyle ilgili varoluşsal/tarihsel hiç bir hesaplaşma yapma bilinç ve iradesine sahip olmayan politik popülist ve oportünist hareketlerin/iktidarların bugün, Yahudi-Musevi politik köktenciliği karşısında sergiledikleri utanç verici, yüz kızartıcı teslimiyetçiliği örtbas ederek, İslam’ı araçsallaştırmaya devam etmeleri hiç bir şekilde kabul edilemez, gerekçelendirilemez. Akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar ve tercihler içerisinde bulunan toplumlar karşı karşıya bulundukları büyük meselelerin farkına varamazlar.
İnsanlığın-İslam’ın büyük-temel meselelerini tarihin gündemine taşıyabilmek için, evrensel insanlığın nabzını tutan, evrensel İslam’ın nabzını tutan, bağımsız ve somut bir dayanışma temelinde örgütlenen, tarihsel sorgulamalar, hesaplaşmalar ve özeleştiri yapabilecek, etkili eleştirel bir gücün/birikimin ifadesi olabilecek yani bir İslami entelektüel ortamın, iklimin, ekol ve akımın, hareket ve yorumun oluşturulması, bugün çok acil bir entelektüel sorumluluk halini almıştır. Yirmibirinci yüzyıl dünyasına baktığımızda, İslami bağlamda ve küresel anlamda büyük bir entelektüel boşluk olduğunu görmek gerekir. Yerli-milli popülizmler, kısıtlamalar, bağnazlıklar bencillikler sebebiyle bugün, Müslümanlar, küresel zeminlerde, hiç bir entelektüel tartışmaya İslami katkıda bulunamıyor. İslam dünyası ülkelerinde bugün, İslami ideallere, temellere, ilkelere, temel değerlere ihanet pahasına, ölümcül politik pragmatizmler ve oportünizmler sergilenebiliyor. Siyasal kazanç için ahlak ve adaletten vazgeçebilen, siyasal kazanç için yerli-milli ve mezhepçi duyguları sömürebilen, aklın ve vicdanın kontrolü dışında şekillenen politik ihtiraslar doğrultusunda hareket edebilen kadrolar tarafından yürütülen taşralı-kabileci-konformist bir zihniyetin, aziz İslam’ı küresel zeminlerde temsil etmesi hiç bir şekilde düşünülemez. Aklın ve vicdanın kontrolü dışında kalan politik ihtirasları tahkim ederek, ahlak ve adaletten vazgeçenlerin, vazgeçebilenlerin ölüm bilincine ve idrakine sahip olmadıklarını kaydetmek gerekir.
Aziz İslam, olumsuz anlamda, ideolojik anlamda, dışarıdan, modern/seküler/liberal mutlakıyetçilik/diktatörlük ve sömürgecilik tarafından tanımlanır, tarif edilir, konumlandırılır, kısıtlanır, ötekileştirilir, marjinalleştirilir, yalnızlaştırılır ve yerel-folklorik sınırlar içerisine hapsedilirken; içeriden de, pragmatik mülahazalarla, ulus-devlet mutlakıyetçilikleri/diktatörlükleri tarafından otoriter bir çerçeve içerisinde tanımlanıyor, diktatörlerin ve diktatörlüklerin çıkarlarına hizmet edebilecek şekilde tarif ediliyor, kontrol ediliyor, yorumlanıyor, taşralılaştırılıyor. Müslüman halklar askeri emperyalizmlere karşı direnebilir, mücadele edebilir ve savaşabilirken; entelektüel emperyalizme karşı hiç bir etkili varlık ortaya koyamıyor, direnemiyor, mücadele edemiyor. Aziz İslam’la ilgili olarak, Müslüman halklar dışarıdan dayatılan yorum çerçevelerine maruz kalırken, İslam adına içeriden dayatılan, bağnazlıklara, ufuksuzluklara, taşralılıklara maruz kalmaya devam ediyor. İslami bütünün, bütünlüğün dışarıdan liberal-seküler dayatma biçimleriyle, içeriden de ulus-devlet tiranlıklarının keyfi uygulamalarıyla kontrol edilmesinin önüne geçebilmek için, İslami bütünün özgürlüğünü ve özgünlüğünü güvence altına alabilecek evrensel zihinler, evrensel entelektüel kadrolara ihtiyacımız olduğu açıktır. Bugün, özellikle İslam dünyası toplumlarında neoliberal dünya görüşü ve hayat tarzının emperyalizmi, din’i ve ahlaki bütün otorite ve meşruiyet biçimlerini bütünüyle etkisiz ve gereksiz kılabiliyor. Bu emperyalizm, İslam toplumlarını ideolojik temelde şekillendirmeye çalışıyor. Çok derin bir kültürsüzlük ve ufuksuzluk içerisinde bulunan İslam ülkeleri tiranlıkları, neoliberal ideolojik dayatmaya kültürel anlamda, felsefi anlamda cevap verme yeteneğine/birikimine sahip olmadıkları için, bu dayatmaya ancak, yasaklar koymak suretiyle cevap vermeye çalışıyor.
Liberal otorite ve meşruiyet, din’i ve ahlaki meşruiyetle birlikte bütün insani değerleri, kültürel değerleri yok sayabiliyor. İslam, İnsan’a, insanlığa sınırlarının farkında ve bilincinde olmayı öğretirken, liberal dünya görüşü bütün sınırları reddediyor. Liberal dünya görüşü geçmişi ve geleceği değersizleştirir ve anlamsızlaştırırken, hedonist bir hayat tarzını, tensel hazları, içgüdüsel aşırılıkları, kayıtsızlıkları, sorumsuzlukları ve duyarsızlıkları normalleştiriyor. Bütün bunlar somut gerçekler iken, Türkiye’de sol-seküler kesimler İslami-ahlaki meşruiyeti geçersiz kılmak üzere, bütün liberal bayağılıkları canla başla sahiplenmeye çalışıyor. Türkiye’de sol-seküler kesimler de, muhafazakâr-din’dar kesimler de kalıplara, klişelere, sloganlara ve önyargılara sıkıştırılmış zihin ve ruh dünyalarında yaşıyor. Her ideolojik kabile, birbirinden bağımsız, birbirini merak etmeyen, birbirlerine ulaşmak istemeyen, bir araya gelmeleri imkânsız uzak ada’cıklarda, uzak mağaralarda yaşıyor. Bu ada’cıklarda, mağaralarda yaşayan topluluklar, modern ya da geleneksel kalıplara, klişelere, ideolojik sloganlara sığmayan, sığdırılamayan bir dünyada, hayatta yaşadığımızı kesinlikle farketmiyor. Kendi zaaflarıyla yüzleşmeyi bilmeyen, öğrenemeyen, bu zaafları/yabancılaşmaları büyük bir bağnazlıkla biriktiren, bağnazlık biriktirmeyi büyük bir maharet sayan, zamanı ve sınırları aşan, bütün dünyaya ve insanlığa tercüme edilebilecek hiç bir hikâye üretemeyen sol-seküler, ya da sağ-muhafazakâr-din’dar kesimler tek adamcılık gibi bir patolojiyi temsil çabası dışında, evrensel yankısı olabilecek hiç bir mevcudiyet ortaya koyamıyor.
Yakın geçmişte, Türkiye’de sol-seküler kesimler sahip oldukları iktidar ayrıcalıkları ve kibriyle büyülendikleri için, çok büyük bir yozlaşma ve yabancılaşma sergilemişlerdi. İçerisinde bulunduğumuz dönemde de, bu defa, sağ-muhafazakâr-din’dar kesimler de, sahip oldukları iktidar ayrıcalıkları ve kibriyle büyülendikleri için aynı bayağılıkları, yozlaşmaları ve yabancılaşmaları sergiliyor. Bu bayağılıklar, yozlaşmalar ve yabancılaşmalar sebebiyle, hiç bir zaman toplumsal mutabakat gerçekleştirilemiyor. Otoriter-popülist politik iktidarlar ortak hassasiyetlere, ortak duyarlıklara ihtiyaç duymadıkları için rakip karşıtlıklar/kavgalar icat ediyor. Bu tür toplumlarda toplumun bir kesimi görüşlerini kamusal alanda temsil imkânı bulurken, diğer kesimler bu imkândan mahrum ediliyor, ya da yargısal tahakküme maruz bırakılarak etkisiz kılınabiliyor. Günümüzde, toplumlarımızda, toplumun bütün kesimlerinin adil bir biçimde temsil imkânı bulabileceği bir kamusal alana sahip değiliz. İslam toplumları, kalıcı-kuşatıcı-kapsamlı-derinlikli entelektüel-kültürel-ahlaki niteliklere sahip kadrolar yetiştirinceye kadar, resmi ufukların, yerli-milli ufukların dışına çıkmayı başaramayacak.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *