Bu kısacık zamanda nasıl bu hale geldik?

Bu kısacık zamanda nasıl bu hale geldik?

Karı-koca çektikleri videolarla evlerinin her bir santimetrekaresini insanlara açanların midelerinin genişliğine mi üzülelim; masum evlatlarını bu işe alet ederek şöhret olmaya ve para kazanmaya çalışmalarına mı kızalım bilemiyoruz. Bu kadar kolay mağlup olmamalıydık. Ancak büsbütün de ümitsiz değilim…

Sosyal medya çağının üç sloganı: Sana ne! Eğleniyoruz ya! El-âlemden bana ne!

Feyzullah Akdağ / Her Taraf

Hiçbir şeyin ölçüsünün kalmadığı ve hatta ölçüden bahsetmenin alaya alındığı bir acayip çağda yaşıyoruz. Sosyal medyada akış içinde karşımıza çıkan videolardan midemiz bulanır hale geldik. Özellikle de özel hayatlarını cümle âleme afişe eden veya yiyecek tanıtım videoları çekenlerden tiksinir olduk. Karı-koca çektikleri videolarla evlerinin her bir santimetrekaresini insanlara açanların midelerinin genişliğine mi üzülelim; masum evlatlarını bu işe alet ederek şöhret olmaya ve para kazanmaya çalışmalarına mı kızalım bilemiyoruz.

Öte yandan pişirdikleri yemeğin ya da sattıkları yiyeceğin reklamını yapmak adına nimete olmadık edepsizlikler yapmak, iğrenç yeme şekilleriyle video çekmek gibi mide bulandırıcı davranışlarla reklam yapmak artık normal hale geldi.

İşin en üzücü tarafı da “sussan gönül razı değil; söylesen tesiri yok!” deyiminin tam manasıyla yaşandığı bir mecra sosyal medya. Gözümüzün önünde aynı kültürden aynı dinden aynı coğrafyadan olduğumuz insanların yaptıkları şaklabanlıklara hayret ediyoruz, utanıyoruz. Bu şaklabanlıklar kendileriyle sınırlı olsa “bana ne” deyip önümüze bakabiliriz ancak bu öyle bir virüs ki bunu yapanların para ve itibar kazandığını gören insanlar bu virüsün etkisine seve seve girmeyi kabul ediyorlar.

Kurtuluş Savaşı gibi bir destanı yazarak sömürgecileri yurdundan kovan ecdadın ikinci-üçüncü kuşak torunlarından bahsediyoruz. Yani hepi topu 100 yıllık bir süreçte “değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!” diyen ve bunu da milli marşında haykıran bir milletin, bırakın ma’bedini, yatak odasını dahi nâ-mahremle paylaşmaktan utanmayan torunları var artık. Yüzlerce yıldır Peygamberinden (sav) aldığı öğütle “komşusu açken kendisinin tok yatmasını yanlış gören” aynı zamanda “yiyebilen var yiyemeyen var” diyerek açıktan yemeyi edep dışı kabul eden kültürün çocuklarının iğrenç yemek reklamlarıyla doldurduğu bir sosyal medya gerçeği var. Peki, tüm bunlar ne uğruna? Şöhret ve para…

Peki, bu kısacık zamanda nasıl bu hale geldik? Bence bu noktada referans çerçevelerimizin darmadağın edilmesiyle gerisi çorap söküğü gibi geldi. Referans çerçevelerimiz hayata bakış açımızı belirleyen en önemli toplumsal yapılardan biridir. Postmodernitenin hâkim olduğu bu çağda bireysellik ve bireysel görüş alabildiğine yüceltildiği için insanlar artık herhangi bir delil ihtiyacı dahi sunmaksızın “bana göre” ile başlayan cümlelerle toplum tarafından doğru, yanlış, ayıp, iyi, kötü gibi referans çerçevelerini pervasızca darmadağın ettiler.

Bu pervasızlıkta özellikle medyanın bireye “cesur ol, sorgula, isyan et, tabuları yık” gibi telkinlerle yaklaşmasının payı çok büyüktü. Bu akıma kapılan birey ve özellikle genç kuşak, kendinden önceki kuşaklarla olan doğal çatışmalarının faturasını referans çerçevelerine keserek onlara saldırmaya başladı. Örneğin mahrem/özel kavramı, toplumun tüm kesimlerince aşağı yukarı aynı manaya gelirken artık bu akımla mahrem kavramı toplumun anladığı değil tamamen bireyin anladığı ve “bana göre…” diyerek başladığı tanımla sınırlı oldu. Mahrem kavramı artık toplumun belirlediği değil kişilerin anlık hislerine göre belirlediği bir kavram haline geldi. Son tahlilde o toplumda kaç milyon insan varsa o kadar milyon mahrem tanımı vardı ve bu tanımlar da kişinin ruh haline göre değişiyordu. Din, namus, şeref, ahlak gibi diğer çerçeve kavramlar da maalesef aynı akıbete uğradı.

Oysa bahsini ettiğimiz kavramları ve referans çerçevelerini toplum tek başına tanımlamış değildi ki! Bu çerçevelerin ardında başta din olmak üzere binlerce yıllık tarihi tecrübe ve kültürel birikim vardı. Bu toplumsal gücün çerçeve haline getirdiği tanım silindi ve yerine nefsinin arzuladığı şekilde yaşamayı, “alayına isyan etmeyi” marifet sanan, bin bir hileyle toplumundan uzaklaştırılmış gencin öznel tanımı muteber sayıldı. Bu durum sadece gençlerle de sınırlı kalmadı ve tüm yaş gruplarına da sirayet etti; zira bu, nefsin çok hoşuna gidiyordu.

Tüm bunlar olurken postmodern akımın destekçileri bazı kullanışlı enstrümanları sahaya sürdü. Bu enstrümanların en önemli işlevi “zehri bal içinde sunarak” referans çerçevelerinin tam manasıyla bozulmasını sağlamaktı. Bu enstrümanların en etkili olanlarından birisi, “sana ne!” sloganıdır. Bu sloganın neden olduğu yıkımı bu köşede iki uzun yazıyla anlatmıştım. Dileyen bakabilir. Bu slogan tarafından benliği teslim alınan birisine “yahu ayıp değil mi yatak odanızı paylaşıyorsunuz” dediğiniz anda “sana ne! beğenmiyorsan takip etme!” diyerek susturabiliyorsunuz. Oysa sana ne! Sloganı mahremin başkaları tarafından araştırılarak kişinin rızası dışında paylaşıldığında kullanılmalıydı. Bunu tam olarak şu anda magazinciler yapıyor ancak kimse onlara “sana ne!” demeyi dahi aklına getirmiyor ve hatta bu onlara ait bir hakmış gibi davranılarak magazincilik meslek haline getirilmiş durumda.

Diğer bir enstrüman da “eğlencesine” slogandır. Yapılan her türlü ahlaksızlığı ve aşağılık davranışı masumlaştıran kılıf maalesef “yahu eğleniyoruz işte!” sloganı olmuş durumda. Eğer mesele eğlenceyse her türlü kutsalın üzerinde tepinilebilirdi. Ve bu öyle bir eğlence ki bir türlü tatmin olmuyor ve gitgide daha fazlası isteniyor.

İlk iki enstrümanın en büyük destekleyicisi ve tamamlayıcısı ise “el âlem ne der? baskısından kurtulmak”, bu slogan da maalesef o kadar yanlış bir amaçla kullanılır oldu ki üzülmemek elde değil. Dedik ya bu enstrümanlar görünüşte bal gibidir ama asıl amaç zehri içirmektir ve maalesef içtik. Bu sloganın kullanılması gereken asıl yer özellikle ilkelere göre yaşamaya çalışırken başka insanların kınamasından korkmamaktır. Bu noktada da en büyük örnekler peygamberlerdir. Allah’ın emirlerini anlatmak ve dinlerini yaşamak adına kınayıcıların kınamasından korkmadan “el âlem ne der?” demeden dinlerini yaşayıp bizlere örnek oldular. Şimdi ise bu sloganın kullanıldığı yere baktığımızda; elindeki nimete yaptığı saygısızlığı sosyal medyaya koyarak daha fazla para kazanmaya çalışan fenomene yorumlar kısmında eleştiri yağıyor ama o kendini “size ne! eğleniyoruz ya! ve el alem ne derse desin ben yolumdan dönmem!” diyerek motive ediyor. Aynı durum evini, mahremini, eşini ve evladını teşhir eden insanlar için de geçerli. Zira reklamın iyisi kötüsü olmaz, takipçin artıyorsa ve para geliyorsa doğru yoldasın demektir.

Bu kadar kolay mağlup olmamalıydık. Ancak büsbütün de ümitsiz değilim…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *