Allah/insan ilişkisi vahiyle beslenip desteklendiği sürece insanın dili, insanın ameli ve insanın mücadele azmi sürekli olarak olumlu anlamda katlanarak devam eder. Nitelikli bir duruş nitelikli bir yaşamı peşinden getirir.
Bünyamin Zeran
İnsan doğumundan ölümüne kadar olan süreçte yalnızca yaşamını sürdürecek fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamakla kalmayıp aynı zamanda zihnini beraberinde kalbini inşa edecek olan bilgi, fikir ihtiyacını da karşılamak için bir çaba içerisine girer. Hayatın akışı içinde insan birçok fikre kapılabilir ve birçok ideolojik forma sahip olabilir. En nihayetinde insan akıl baliğ olduktan sonra kendini ait hissettiği bir inancın içinde varolmak ister. İnsandaki değişim bir anda olmaz. Onun arayışı uzun yıllara dayanır. Kalbine değen bir ses, bir dokunuş onu zamanla bir arayış içine sokar ve aradığı şeyi bulmak için fikrin diyarında bir oradan bir oraya dolaşır durur. Bu dolaşmalar bir yerde nihayete erer ve bir fikirde karar kılar. İnsan, neyi aradığını bilebilmesi için öncelikle kendinde olan yitiği farketmesi lazım. Neyi kaybettik ki onu aramakla meşgulüz!
Herkesin yitiği farklıdır diyebiliriz. Aslolan, yitiğini doğru tespit edebilmek ve onu bulmaya yarayacak yolları, yöntemleri de ona göre belirleyebilmektir. İnsan nedir, sınırları var mıdır, insan için iyi/kötü, doğru/yanlış, faydalı/zararlı ölçütleri neye göre belirlenir gibi birçok sorunun cevabını iyi tahlil etmemiz lazım. Kur’an okuyanlar iyi bilirler ki İbrahim’in yıldızlarla başlayan, ay ile devam eden ve güneş ile sonlanan bir yaratıcı ilah arayışını anlatan bir kıssa vardır. Bu kıssa aslında insanlığa ait bir kıssadır. İnsan eğer bir yaratıcı tarafından yaratılmışsa kapasitesi yaratanca belirlenmiş ve sınırlı bir varlıktır. Zira insanı ve evreni yaratma kudretini elinde tutan bir varlık insanın tahayyül edemeyeceği ve asla sınırlarını bilemeyeceği büyükükte sınırsız bir varlık olmalıdır. İnsan nasıl ki kendini tanıyabilmesi için ötekine ihtiyaç duyarsa insan neslinin sınırlarını bilmesi açısından da kendisinin yaratılmış olduğunu ve kendisini yaratanın kudretinin kendinin çok çok üstünde olduğunu farketmesini sağlar. Sınırsız bir varlıkla sınırlı olan varlığın birbiriyle ilişki biçimi de elbette değerlendirilmek zorundadır.
Yaratan ile yaratılan arasında hiyerarşik bir ilişki olmak zorundadır. Nasıl ki bir insan bir makine icat ettiğinde onun tüm çalışma programını, yazılımını, mekaniğini vs işleyişini kendisi kodluyor ve amacı içinde çalışmasını sağlıyorsa yaratıcı ve yaratılan arasındaki ilişki de bu biçimde yürür. Eğer ki makine kendi fonksiyonunun dışına çıkarsa arıza vermiş sayılır. Makineyi icat edenin ya da bilen bir ustanın elinden makine tamir görerek yeniden kendi varolma amacına uygun hale getirilir. Yok tamiri mümkün değilse hurdaya çıkarılarak değersizleşir.
İnsanın yaratıcısıyla ilişkisi hiyerarşik olmalıdır demiştik. Çünkü yaratan varlık yarattığı varlığı belli bir amaç için yaratmıştır. Onun bir sorumluluğu ve yapması gereken ödevleri vardır. Öyleyse yaratan aynı zamanda yarattığı varlığa bir amaç ve ödev yükleyendir. Peki ödev yükleyen bir yaratıcı ödevin ne olduğunu da insana bildirmez mi? Hatta ödevin nasıl yapılacağını insanlara öğreten bir öğreticinin de varlığını gerekli kılar. Kur’an bu öğreticilere resul/nebi kavramını kullanır. Tarih boyunca ilk yaratıcı meselesi insanların hep gündemini meşgul etmiş bir meseledir. Yunan felsefesi “arkhe” sorunu bağlamında bu konuyu çağlar boyunca tartışmıştır.
İslam, insanı yaratanın Allah/Rab olduğunu deklare etmiştir. Rab, insanı yarattığı gibi aynı zamanda onu terbiye etmiştir. İnsan yaratıldığında başı boş bırakılmamış ve ona yaratılış gayesini yükleyen bir terbiye de yaratıcısı tarafından verilmiştir. İnsana takvayı da fücuru da vahyeden Allah’tır. Yani insana yürüyeceği hayat yolunda neyin Allah’a karşı sakınma duygusu olduğunu neyin de fücur olduğunu ona göstermiş olması açısından önemlidir. İnsan, kendisine öğretilen kelimelerle (dünyayı anlama ve amacına uygun kullanma ruhsatı) bir hayat inşa eder. İslam’a iman etmiş her birey Allah ile olan ilişkisini bu kelimeler yani vahiy üzerinden yapmaya gayret eder.
İnsanlar geçmişten bu güne gelene kadar Allah ile olan ilişkilerinde farklı seyirler yaşamışlardır. Muhafazakarların Allah ile kurduğu bağ farklı, modernistlerin Allah ile kurduğu bağ farklı olmuştur. Muhafazakarlar Allah’ı daha çok suç ortağı olarak görüp öyle ilişki kurmuşlarken, modernistler ise Allah’ı kendilerini her şeyi yapmaya tam yetkili kılmış ve işlerine kesinlikle karışmayan etkisiz bir eleman gibi bir ilişki kurmuşlardır. Oysa Allah ne birilerinin suç ortağı ne de birilerinin ırgatıdır. Yaratan, düzenleyen, şekil veren ve kanun koyan bir Allah olduğunu farkettiğimiz anda ilişki biçimimiz de değişecektir kuşkusuz.
Müslümanların Allah ile olan ilişkilerinde netleşmemiş ya da bir zamanlar net olan ama zamanla flulaşan bir ilişki biçimi mevcut olduğu görülmektedir. Müslüman her birey için Allah sadece yaratan deği aynı zamanda yarattığını kuşatan, onu terbiye eden, ona kanunlar koyan tek bir ilahtır. Ondan başka kanun koyucu, terbiye edici, hayatı düzenleyici bir başka ilahın varlığını kesinkes reddeden bir Allah’tır. Eğer ki bir kimse vahyin anlattığı ilahın dışında bir ilah benimseyecek, onun yaşam formunun dışına çıkarak kendi keyfince bir yaşam sürecek olursa, ya da azıcık vahye göre azıcık nefsine göre hareket edecek olursa, müslümanların yanında farklı davranıp küfredenlerin yanında farklı davranacaksa kısacası mış gibi müslüman olacaksa tüm bu hayat biçimlerini; kafir, zalim, müşrik, münafık, fasık, mücrim gibi olumsuz tanımlamalarla tanımlayacak olup herkesi tek ilahın buyruğu altında iman etmeye davet edecektir. Allah, kendisiyle kurulacak ilişki biçimini kopmaz bir ipe tutunmayla tasvir edecektir. Allah, yarattığı kullarını kendini büyütmeye, ona tazimde bulunmaya ve kendi hükmünce yaşamaya çağırmaktadır. Çünkü Allah insanı yaratmakla birlikte onun yaşayabileceği tüm imkanları ona sunduğu gibi kendisine iman etmede ise hür bırakmıştır. Seçme hakkının insana verilmiş olması ondaki sorumluluğu kaldırmamaktadır. Zira kişi hangi yolu seçecek olursa olsun (iman/küfür) seçtiği yolun sonuçlarına da en baştan razı olacaktır. İman etmeyi seçmek yeryüzünü hayırla ve ihsanla inşa etmeyi seçmek demek olduğundan Allah’ın ifadesiyle sarp yokuşa tırmanmayı göze almak demektir. Küfrün her türüne karşı hem şahsi hem de toplumsal olarak karşı durmak ve küfrün belinin kırılması için gece gündüz çalışmak demektir. Tüm bu çalışmanın karşılığı da kuşkusuz Allah’ın vadettiği mağfiret ve cennettir.
Küfredenlerin kurduğu ilişki biçimi ise Allah’ın kudretini tanımayıp kendilerini ilah yerine koyarak vahye tamamen zıt, kendi arzularınca bir hayat ve toplum inşa etmeyle nihayetlenir. Allah böylesi bir yaşamı tercih edenler için eğer ki ölmeden önce hatalarını anlayıp tevbe etmemişlerse gazap vadetmektedir. Çünkü insana düşünebileceği kadar bir süre verildiği belirtilmektedir. Bu süreyi iyi kullanamayan, dünyayı kaos ve karmaşaya sürükleyen Allah’ın kadrini gereğince takdir edemeyen herkesin karşılaşacağı sondur. Kur’an’ın Allah/insan ilişki biçimine bakıldığında genel olarak iman edenler ve iman etmeyenler diye ayrıldığını görürüz. Ayrıca iman edenlerin Allah ile kurduğu ilişki biçimini sürekli gözden geçirmesi gerektiği de dikkatlerden kaçmaz. İman edenlerin yeniden imana davet edilmeleri, ibadi yükümlülüklerin yerine getirilmesinin istenmesi, haram ve helallerin sınırlarının çizilmesi, aile ve çocuk ilişkilerine varıncaya değin birçok konu genel hatlarıyla tanımlanır ve bu tanımlamanın sürekli olarak içinde kalınması buyruk verilir.
Son dönem müslüman anlayışa bakıldığında insanların Allah’a karşı daha lakayt olduğu görülmektedir. Adeta yapılan her günahı bağışlayacak bir Allah varmış gibi davranılmaktadır. Geçmişte İslami hassasiyet sahibi kimseler bile bir süre içinde mücadele azmini yitirmiş, siperlerini terk etmiş ve mevcut akışa katılarak halinden memnun bir yaşamı tercih ettiği görülmektedir. Küfür tüm azgınlığı ile gerek bireyi gerekse tüm evreni sararken bir kıyıya çekilip bu tufan bana ulaşmaz diyen Nuh’un oğlu misali bir tavırla, aymazlıkla durum seyredilmektedir. Oysa bu tufan başta bizi olmak üzere herkesi kuşatacak ve yok edecek bir tufandır. Allah, nasıl ki bozgunculuğu sevmezse bozgunculuğa sessiz kalmayı da sevmez. Müslüman bir bireyin Allah ile kurduğu ilişki biçiminde her daim diri, uyanık olmak ve Allah’tan sakınmak esas olmak zorundadır. Allah’tan sakınmak onun yolunda gerektiği gibi bir duruş sergilemekten geçmektedir. Allah’ı hakkıyla takdir etmek küfrün ne kadar kof ne kadar çürük bir yapı olduğunu da ikrar etmek demektir. Çünkü Allah’ın kudreti karşısında hiçbir şeyin gücü esamesi okunamaz. Öyleyse müslümanların Allah ile olan ilişkilerinde Allah’ı yeniden ama acilen yeniden tanımaya ihtiyaçları vardır. Küfre en ufak bir sempati beslemeden, onun oyunlarına kanmadan, onları batıl işlerinde asla ama desteklemeden yalnızca Allah’ın razı olacağı hayırları üretmek adına gece gündüz emek sarfedilmelidir. Muhafazakarlardan ve modern liberallerden farklı bir Allah inancı yani vahyin tarif ettiği Allah/insan ilişkisi genel olarak mevcut gözükmemektedir. Son dönem “İslamcılar” arasında da muhafazakar ve modern liberal anlayış içindeki Allah/insan ilişkisi tevarüs etmiş gözükmektedir. Bu ilişki biçiminin varacağı son durak Allah’ın gazabıdır Allah’ü a’lem.
Allah/insan ilişkisi vahiyle beslenip desteklendiği sürece insanın dili, insanın ameli ve insanın mücadele azmi sürekli olarak olumlu anlamda katlanarak devam eder. Nitelikli bir duruş nitelikli bir yaşamı peşinden getirir. Bunun için Allah’ı vahiy yoluyla tanımaya ve insanı da yine vahiy yoluyla inşa etmeye ihtiyacımız vardır. Allah’sız insan topluluğu bütün gücünü kullansa da Allah’a hiçbir zeval veremez. Lakin Allah tek başına kudreti her şeyin ve herkesin üstündendir. İnsanın Allah ile olan ilşikisinde öğrenmesi gereken en önemli şey haddini bilmesidir. Haddini bilmeyen insan ne kendini ne de kendisini yaratıp şekil veren ve onu terbiye edeni bilemez.
1 Comment
Argument
3 Aralık 2022, 17:35Kaleminize sağlık 👏👏
REPLY