Taşralılıklar, istismarcılıklar, propogandacılıklar, sansasyonculuklar, ruhunu kaybeden mekanik dindarlıklar, gösteri dindarlıkları, aziz ve mükerrem İslam’a hesapsız zararlar veriyor. İslam toplumlarına hâkim olan taklit ve tekrar geleneği sebebiyle, Müslüman halklar yüzlerce yıldan bu yana düşüncesiz hayatlar yaşıyor.
Atasoy Müftüoğlu
Bir toplumun, iktidar ihtirasları adına, İslami inançları ve umutları istismar ederek, sistematik bir biçimde üretilen her şey mubah popülizmine ve oportünizmine maruz bırakılması, maruz bırakılabilmesi, ilgili toplumun; Türkiye’de de görülebileceği üzere, akla ve ahlaka sığmayan bir gerçekliğe maruz kalması, akla ve ahlaka sığmayan bir gerçekliği içselleştirmesi anlamı taşır. Her şey mubah popülizminin ve oportünizminin normalleştirilebildiği, sıradanlaştırılabildiği bir toplum, entelektüel iklime, zemine, ufka, dikkate ve bilince bütünüyle yabancılaşmış bir toplumdur. Bu nedenledir ki, bu tür toplumlar hiç bir şekilde derin bir merak duygusuna sahip olamaz, derin sorular soramazlar.
Günümüzde toplumlarımız, entelektüel iklime, ufka, birikime, liyakate yabancılaştıkları için, dijital sömürgeciliğe, dijital kuşatma ve dezenformasyona açık hale gelmiştir. Dijital çağ’da, sosyal medya çağında, ekran teknolojileri genç kuşakları düşüncesiz sürüler haline getiriyor. Ekran teknolojileri derin bir bağımlılık oluşturduğu için, genç kuşaklar, ekran teknolojileri aracılığıyla sürdürülen ideolojik müdahalecilik karşısında, hiç bir eleştirel tavır geliştiremiyor. Günümüzde teknoloji şirketleri bağımsız ülkeler gibi hareket edebildikleri için, bu şirketler kendilerini ahlaki sorumluluklardan muaf sayabiliyor. Bugün, bilişim teknolojileri keyfi bir biçimde dezenformasyon için kullanılabiliyor, bu teknolojiler, dijital ötekiler veya dijital yabancılar gibi keyfi kategoriler oluşturabiliyor. İnternet teknolojileri, ulus-devletlerin sınırlarını, gücünü ve işlevlerini aşan etkiler üretebiliyor.
İslam toplumlarında kitleler, cahiliye zamanlarında olduğu gibi, kabileciliklere, milliyetçiliklere, hizipçiliklere, hanedancılıklara geri döndükleri için, hiç kimse küresel topluma İslam’ın nasıl anlatılabileceğini, internet teknolojilerinin olumsuz/yıkıcı/kirli etkilerinin nasıl yönetilebileceğini bilmiyor. İslam toplumlarına hakim olan nostalji tutkusu, şanlı tarih patolojileri, bu toplumlarda geleneği/edilgenliği/tekdüzeliği meşrulaştırdığı için, Müslüman halklar karşı karşıya bulundukları yapısal sorunlarla yüzleşmekten kaçıyor. Ulus-devlet çıkarlarına hizmet eden propoganda tarihçiliği, Sultan İkinci Abdulhamit’in emperyalizme karşı mücadele ettiğini anlatırken; Halife Birinci Abdulmecit’in Hindistan’da bu ülke Müslümanlarının, İngiliz emperyalizmine karşı isyanlarını/mücadelelerini engelleyerek, İngiliz emperyalizmine nasıl yardım ettiğini hiç bir şekilde gündeme getirmiyor. Gerçek tarih, para karşılığında satın alınabilen yönetimlerin utanç verici öyküleriyle doludur. Bugün, Batılı/modern/seküler kimliği ve dünya görüşünü tahkim etmek üzere icat edilen ötekiliklerle etkili bir biçimde mücadele edemediğimiz için, maruz bırakıldığımız ötekilikleri ya duygusal anlamda reddediyor, ya da bu ötekilikleri bir şekilde içselleştiriyoruz. Maruz bırakıldığımız ötekiliklerle ancak duygusal zeminde yüzleştiğimiz için, bugün, Batılı/modern/seküler normlar yorumlar temelinde, İslam ve Müslümanlar dönüştürülüyor, liberalleştiriliyor. İslami dünya görüşü ve hayat tarzı özgür olsaydı, bu özgürlük bir iradeye dönüştürülmüş bulunsaydı dünya Müslümanlığı özgür olacak, bu gelişmenin bir sonucu olarak Filistin de özgür olacaktı.
İslam toplumlarında, İslam, yerel-milliyetçi-kabileci-taşralı-sağcı-muhafazakâr-gelenekçi yorum çerçeveleri içerisine hapsedildiği için, bu toplumlarda yeni bir İslami ontolojiyi, mevcudiyet ve meşruiyeti kurabilecek, özgürleştirebilecek, evrenselleştirebilecek entelektüel kadrolar yetişmiyor; özgün/etkili içerik üretemeyen, fikir/yorum üretemeyen, bilgelik ve estetik üretemeyen, yalnızca popülizm/demagoji/propoganda ve mugalata üreten bir toplum ve kültürün, hiç bir şekilde bir medeniyet inşa edemeyeceği asla düşünülmüyor. Bugün, “medeniyet” sözcüğü de, politik bir propoganda sözcüğü olarak sömürgeleştirilmiş bulunuyor.
Her yeni medeniyet tasavvur/tahayyül ve projesi, yeni bir kültür, yeni bir nitelik/bilgelik iklimine ve yeni insanlara/kadrolara ihtiyaç duyar. Her yeni başlangıç, her yeni inşa, yeni fikirler, yorumlar, uygulamalar, öneriler, eleştirel düşünce ve hareketlerle somutlaştırılabilir. Günümüz İslam toplumlarında karizmatik/popülist din’i ya da politik figürlere tapınma, etkili/dokunulmaz bir geleneğe dönüştüğü için, bu geleneğin dünyasından, fikirlerin/düşüncelerin, tefekkürün dünyasına geçilemiyor. Bu toplumlarda, devlet iktidarları halkları kendi mülkü olarak gördüğü, görmeye devam ettiği için, düşünceye/fikre/niteliğe/bilgeliğe hizmetin yerini, politik ya da din’i figüre tapınma eylemi almıştır. Bu nedenledir ki, İslami anlamlar ve değerler bu toplumlarda hiç yaşamıyor, yaşatılamıyor. Bütün anlamlar ve değerler propoganda malzemesine dönüştürülüyor.
Günümüzde, İslam toplumlarında, milliyetçilikler, mezhepçilikler, kabilecilikler, partizanlıklar sebebiyle, İslami bütünlük bilinci savsaklanıyor, umursanmıyor, bu bilince açıkça meydan okunuyor. İslami bütünlük bilincinin bozulması, parçalanması; bu parçaların cehaletten kaynaklanan derin bencillikleri ve parçalar arasında yaşanan bağnazlık çatışmaları/rekabetlerinin, İslam toplumlarında yaşanan ahlaki ve entelektüel bozgunun nedeni olduğunu kaydetmek büyük önem arzeden bir konudur. Politik çıkar-menfaat mülahazalarıyla üretilen popülizmlerin-oportünizmlerin, fikirlerle, bilgeliklerle, niteliklerle ilgilenmediğini, yalnızca kalabalıklar ve bu kalabalıkların ilgisini kazanabilecek çok ucuz-bayağı propoganda klişeleriyle-sözcükleriyle ilgilendiğini hatırlamak gerekir. Politik çıkar mülahazaları, toplumlarımızda ilkesizliği temel bir ilke haline getirmiş bulunuyor. Toplumlarımızda, toplumun ekonomik sağlığı tartışma konusu olurken, kültürel sağlığı her nedense hiç bir şekilde tartışma konusu olamıyor. İslami değerlerin/ilkelerin/normların belirleyici olmaktan çıktığı, çıkarların belirleyici hale geldiği toplumlarda hiç bir umut’tan söz edilemez. Hangi toplumda olursa olsun, her popülizm, o toplumun bütün entelektüel enerjisini bütünüyle yok eder. Popülizm ve oportünizm yoluyla kişilik sahibi olan bir toplum görülmemiş, duyulmamıştır. Hangi toplumda olursa olsun, taklit-itaat-sadakat kültürü, ilgili toplumlarda düşüncenin tefekkürün, sorgulama ve eleştirinin bütünüyle sıfırlanmasına neden olur. İtaat ve sadakat kültürüne körü körüne bağlı olan bireyler/toplumlar, vicdanlarını kullanma yeteneklerini, adalet duygularını kullanma yeteneklerini, her şartta hakikatin ifadesi olma yeteneklerini kaybederler.
Bugünün dünyasında gelenekçilikler, görenekçilikler, muhafazakârlıklar İslami bilincin özgürleşmesini ve hayata/harekete geçmesini engelliyor. İslami bilinç, bugün, geleneğin/konformizmin elinde rehin tutuluyor. İslam ve Müslümanlar Batı dünyasında, ideolojik/ırkçı bir projeye maruz bırakılırken, ulus-devletlerde de, Türkiye’de görülebileceği üzere yerli-milli projelerin nesnesi haline getiriliyor. Türkiye’de, kendisini “muhafazakâr demokrasi’ye” nisbet eden politik hareketin iktidarı sırasında, bu zamana kadar İslamcı olarak tanımlanan kesimler, pragmatik tercihler/konumlar adına, İslami alanları terkederek, yerli-milli iktidar alanlarına taşınıyor. Türkiye’de, popülizmlerle, oportünizmlerle, propoganda ve hamaset dili ve söylemiyle bir toplumun olumlu yönde, yapısal bir değişim yaşayamayacağı somut olarak tecrübe edildi. Propoganda ve hamaset dili’nin her durumda, zihinsel yüzeyselliklerle malûl olduğu için, yalnızca yüzeylere hitap edebildiğini, yüzeyleri gördüğünü anlamak gerekir. Hangi toplumda olursa olsun, yüzeylere hitap eden, duyguları ve duygusallıkları istismar eden politik klişeler-sloganlar, hiç bir ahlaki ve kültürel değer taşımazlar. Sadece yüzeylere hitap edebilen bir dil ve söylem, zihinsel yoksullukları ve patolojileri yansıtır. Yüzeylerle ilgilenen, derinliklerle ve niteliklerle ilgilenme yeteneği olmayan zihinsel yoksulluklar, her zaman, her toplumda popülist din’i ve politik hareketler/iktidarlar tarafından aldatılmaya sonuna kadar açık duygusal bir iklim/ortam/kültür oluşturur. Bu tür toplumlarda, kitleler, ahlaki ve entelektüel yoğunluğa ve eleştirel bilince sahip kamusal aydınlar-düşünürler-bilgeler olmadığı için, sistematik bir biçimde aldatılırlar. Bu tür toplumları, vasatlığın rehaveti/ataleti belirler. Bu tür toplumlarda, Türkiye’de olduğu gibi, toplumu kimi zaman seküler aşırılıklar/baskılar, kimi zaman muhafazakâr/sağ aşırılıklar/baskılar kontrol eder.
İslam dünyası toplumlarında, yerli-milli projelerin hizmetinde olan popülizmlerin/hamasetin, devlet iktidarının dil’i-söylemi haline gelmesi, popülizmlere ve hamasete devlet meşruiyeti kazandırılması, bir daha İslami bilince dönülemeyeceği, İslami bilinçle buluşulamayacağı anlamı taşır. Popülizmleri ve hamaseti tebcil ve tahkim eden muhafazakâr/sağcı/gelenekçi/görenekçi toplumlar, kendi yıkımlarını kendileri hazırlar. Günümüz İslam toplumlarında İslami bütünü ve bütünlüğü temsil eden yorum yerine, İslam’ı içeriden dönüştürmek üzere, yerli-milli bir zihniyet temelinde mistik/batıni-tasavvufi yorum öne çıkarılıyor. Bugün, sömürgeci Aydınlanmacılığın ideolojik sınırları içerisine dâhil edilebilen ülkelere, seküler dünya görüşü, seküler ontoloji ve epistemoloji modern Hıristiyan Avrupa değer sistemi ile birlikte dayatılıyor. Sekülerizmi seçmek, Hıristiyan Avrupa değerlerini içselleştirmek/benimsemek anlamına geliyor. İslam toplumlarında İslami bütünü-bütünlüğü temsil etmesi gereken yorumun-normların parçalanması, işlevsiz kılınması, bu toplumlarda sömürge stratejilerinin çok güçlü bir şekilde hayata geçirildiğini gösterir. Bugünün emperyalizmleri/sömürgecilikleri bir yanda “ulus-inşa” projeleri üzerinde çalışırken, diğer bir yanda da “liberal bir din algısı” inşa etme projeleri üzerinde çalışıyor. Yeni sömürgeciler, bu projelerle Batılı çıkarlara hizmet edebilecek İslami bir yorum icat etmek-üretmek istiyor. İslami varoluş ve bütünlük bilincine yabancılaştırılabilen bireyler ve toplumlar, bu yolla sömürgeleştirilebilir, kullanılabilir, teslim alınabilir hale getiriliyor. İslam toplumlarında fikirlerin, düşüncelerin belirleyiciliğinin yerini, ne yazık ki, din’i ya da politik put liderlerin söylemlerinin belirleyiciliği almıştır. Bugün, her toplumda, edilgen akıl otoriter popülizmlere boyun eğiyor. Tarihsel gerçeklikle bütün bağlarını koparan, kendilerini yüzeylerin bilgisiyle sınırlandıran toplumlar-kültürler-siyasetler, popülizm ve hamaset dili ve söyleminden hiç bir şekilde vazgeçemezler, bu nedenle de seküler ya da muhafazakâr sloganlara klişelere mahkûm olurlar.
İslam toplumlarında geleneksel olanı, ya da modern olanı taklit ve tekrar etmek, özgün-bağımsız bir düşünce kültür üretimini imkânsız kılıyor. Geleneğe ya da modern olana bağımlılık, çok ciddi bir edilgenlik oluşturuyor. Bu edilgenlik içerik üretimine geçit vermiyor. Toplumlarımızda düşünce-kültür, sanat-edebiyat hayatı bu edilgenliği aşmadıkça, bu edilgenlikle hesaplaşmadıkça, İslami yorumu evrensel anlamda etkin kılamaz, özgürleştiremez. İslam toplumlarında üretkenlik yeteneğinin kaybı sebebiyle, bütün toplumlar konformizmin otorite ve iktidarını içselleştiriyor. Modern zamanlar boyunca İslam ve Müslümanlar, önce içeriden, gelenekçilikler, milliyetçilikler ve muhafazakârlıklar yoluyla ötekileştirilirken, bir diğer yanda da, dışarıdan, Avro-Atlantik dünya görüşü doğrultusunda, siyasal/askeri ve kültürel bir despotizm yoluyla ötekileştirildiler. İslam toplumları, Müslümanlar, İslam’ın özüne ve bütüncül içeriğine yabancılaşmamış ve seküler asimilasyonu benimsememiş olsalardı, bugün Filistin’de halen devam edegelen Yahudi sömürgeciliği ve işgali ile, Çin’de Müslüman Uygurlara yönelik olarak sürdürülen terör karşısında siyasal bir irade oluşturabileceklerdi. Bugünün dünyasında, Aydınlanma evrenselciliği, emperyalizm ve despotizm biçimine dönüşmüş bulunuyor. Bu doğrultuda “demokrasi” ve “özgürlük” kavramları ideolojik propoganda araçları olarak kullanılıyor. Modern ve seküler despotizm, liberal kadın ve cinsellik algısını, yine ideolojik propoganda yoluyla evrenselleştirebiliyor.
Edilgenliğin ve konformizmin, İslam’ın yerini alan bir geleneğe ve muhafazakârlığa dönüşmesi sebebiyle, İslami paradigmanın yeniden oluşturulması, somutlaştırılarak özgürleştirilmesi, düşünce-kültür ve edebiyat hayatının hiç bir şekilde gündemine kazandırılamıyor. Müslüman aydınların, İslam’ı ötekileştiren milliyetçiliklerin, muhafazakârlıkların, gelenekçiliklerin, politik sansasyonculukların bir parçası haline gelmeleri, İslami umutları bütünüyle yok ediyor. Taşralılıklar, istismarcılıklar, propogandacılıklar, sansasyonculuklar, ruhunu kaybeden mekanik dindarlıklar, gösteri dindarlıkları, aziz ve mükerrem İslam’a hesapsız zararlar veriyor. İslam toplumlarına hâkim olan taklit ve tekrar geleneği sebebiyle, Müslüman halklar yüzlerce yıldan bu yana düşüncesiz hayatlar yaşıyor. Sözünü ettiğimiz düşüncesiz hayatlar sebebiyle, sistematik bir biçimde Avrupa-Amerika ideolojik söylemi aracılığıyla, entelektüel haçlı seferleri aracılığıyla, entelektüel bir engizisyona tabi tutuldukları halde, İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, bu engizisyonla ilgili hiç bir şekilde varoluşsal/tarihsel hesaplaşmalar/yüzleşmeler/sorgulamalar yapmıyor, yapamıyor; köleleştirici konformist propoganda kültürüyle büyülendikleri için, özgürleştirici İslami bilince her geçen gün daha çok yabancılaşıyor. Konformist propoganda kültürünün temsilcileri ufuksuz politikacılar ve iktidar sahipleri, sahicilik/tutarlılık/ilkelilik/derinlik ve ciddiyetten yoksun içi boş kişiler/kişilikler, her zaman çok ses çıkarırlar, bu kişiler sergiledikleri propoganda-hamaset gösterileriyle/atraksiyonlarıyla hep gündemde kalırlar. Düşüncesiz hayatlar, propogandaya dayalı hayatlar insanları sadelik ve tevazu’dan uzaklaştırırlar. Düşüncesiz hayatlar, propogandaya dayalı hayatlar sahte hayatlardır. Kibirli bireylerden, kibirli kültürlerden, kibirli iktidarlardan, kibirli uygarlıklardan iyilik sadır olmaz. Kibir her durumda çok derin bir patolojidir.
Modern zamanlar boyunca dünyanın modernleştirilmesi, sekülerleştirilmesi ve liberalleştirilmesi adına sürdürülen Batılı proje, bugün, sadece oluşturduğu varoluşsal tehditler ve derin kriz’le anılıyor, konuşuluyor.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *