Tarihi Taşlamak Yerine Kendimizle Yüzleşelim!

Tarihi Taşlamak Yerine Kendimizle Yüzleşelim!

İnsan sormadan edemiyor bu kadar destekçisi, taraftarı olan Kur’an’a, İslam’a neden bu kadar kayıtsız kalınıyor? Neden Kur’an mehcur bırakılıyor? Acaba bizimkisi kuru bir Kur’an ve peygamber seviciliği mi? Oysa Rasul Uhud’da Allah ve Kur’an için canını ortaya koymuştur. Acaba bugün Kur’an’a, İslam’a (dolayısı ile Allah’a) olan duyarsızlık/umursamazlık bizim için de nereye koşacağımızın bir göstergesi olabilir mi?

Ahmed Durmuş / Venhar

Tarihsel olayları ve hayatları bugünden geriye doğru değerlendirmek her zaman için bir kolaycılıktır aslında. Bir çırpıda hüküm verir iyi veya kötü yönde kanaatimizi ortaya koyarız vesselam. Halbuki hak olana ulaşmak için o günün şartlarını doğru tahlil etmek gerekmez mi? Maalesef günümüzde isabetli yorumlar olmakla beraber birçok insan veya toplum kendi (mezheb/meşreb/ideoloji/tarikat vs.) düşünce yapısına göre bir yerlere oturtuyor tarihsel yaşanmışlıkları. Yani düşünce yapınız, hayat felsefeniz nasıl kurgulanmış ve hangi kaynaklardan beslenip ve hakikatten ne kadar nasiplenmişseniz ancak o oranda adil olabiliyorsunuz. Özellikle konumuz gereği müslümanlar olarak kendi tarihimizi yorumlarken tabiri caizse aslan kesilir ahkam keseriz. Yapılan hataları, ihanetleri, irtidatları, iki yüzlülükleri, menfaatperestlikleri, kıyasıya eleştiririz. Eleştirdiğimiz noktalarda tümden haksız değiliz ebette. Çünkü Rabbimizin yanlış dediğine bizim doğru deme hakkımızın olmadığı gibi hak dediğine de batıl deme lüksümüz olmadığını aklı selim sahibi tüm müslümanlar bilir. Ama ne hikmetse bugünün liberalleri, demokratları, laikleri ve Kemalistleri tarihteki şahsiyet ve olaylar kadar eleştirilemiyor.

Risalet yıllarında yaşanan ve daha önceki Rasullerden bazı kıssalara baktığımızda meramımız daha iyi anlaşılacaktır. Amacımız onları yargılamak ve mahkum etmek değil, tam tersine onlardan ibret alıp ders çıkarmak. Mesela Uhud savaşında ganimet için okçular tepesinin terk edilmesi ve Cuma suresinde Allah Rasulünün (sav) hutbe esnasında bazı Müslümanların ticaret kervanına koşarak yalnız bırakılması. Yaşanmış bu iki olayı sokaktaki sıradan bir müslümana dahi sorsak alacağımız cevabın hepsi Allah’ın elçisini destekler mahiyette olacaktır. Doğru, Müslüman bir şahsiyete yakışan cevap da bu olmalı. O zaman insan sormadan edemiyor bu kadar destekçisi, taraftarı olan Kur’an’a, İslam’a neden bu kadar kayıtsız kalınıyor? Neden Kur’an mehcur bırakılıyor? Acaba bizimkisi kuru bir Kur’an ve peygamber seviciliği mi? Oysa Rasul Uhud’da Allah ve Kur’an için canını ortaya koymuştur. Acaba bugün Kur’an’a, İslam’a (dolayısı ile Allah’a) olan duyarsızlık/umursamazlık bizim için de nereye koşacağımızın bir göstergesi olabilir mi? Ama biz Rasulü terk etmeyiz!

Bir başka hadise Nur suresinde vahiyle sabit olan ifk olayı. İfk (iftira) olayı o kadar acıya rağmen aynı zamanda insanın içindeki yangına su serpen bir olay niteliğindedir aslında: “O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır…” (Nur: 11). Nur suresindeki bu olay konumuzla doğrudan alakalı olmayabilir. Fakat biraz yakından bakınca gerek Uhud’da gerekse Cuma suresindeki olayda da tıpkı ifk hadisesi gibi bir hikmetin olduğunu anlamak doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü temiz ile pis, tevhid ile şirk, mümin ile münafık ayrılıyor, temiz bir toplum inşa ediliyor. Bunun bizzat böyle olmasını da Allah diliyor. Nedeni çok açık, gelecek nesillere miras olsun ve bir örnek teşkil etsin.

Yine Hz. Yusuf’un (as) kıssası da buna örnek, içerisinde birçok hikmetler barındıran ve kıssaların da en güzeli olmasına rağmen, Yusuf ve kardeşleri tiplemesi insanlık var oldukça olacaktır. Burada da inanan insanlar olarak Yusuf’tan yana saf tutar tavır alırız ama ne hikmetse ibret almayız ve hala kardeşlerimizi küçük menfaatler, ihtiraslar ve kıskançlık uğruna kuyuya atmaya devam ederiz. Bizi en çok aldatan Yusuf’tan veya Musa’dan yana tavır alınca onlar gibi olduğumuzu zannetmek. İçerisinde bulunduğumuz çağda bizim en büyük yanılgımız bu galiba. Oysa bugün müslümanların yaşadıkları ilkesizlik ve ahlaki gösterge Rasullere/Nebilere hiç ama hiç benzemediği gibi daha çok eleştiri oklarını yönelttiğimiz şahsiyet ve tiplemelere benziyor.

Tarihte yaşanmış ve kıyamete kadar da benzerlerinin yaşanacağı muhtemel söz konusu hadiseler bizim için çok kıymetli olsa gerek. Çünkü tarih övünmek için değil ibret almak, ders çıkarmak ve geleceğe yön vermek için vardır. Bugün de insan tıpkı dün olduğu gibi biyolojik anlamda ve fıtri olarak aynı insan olduğuna göre, yani dün tarihi yapan, tarihe şekil veren ve Kur’an’ın tanımladığı aynı insan. Kur’an’ın tabiriyle Ahsen-i takvim (95:4-5) üzere yaratılan ama aynı zamanda “esfele safilin”e düşürülmüş insan. Demek oluyor ki sahnedeki bu oyuncu yine aynı oyuncu. İnsan hem aceleci ve cahil hem de haris ve nankördür. Dünyayı çok seven, mala ve kadına düşkün olmakla beraber o aynı zamanda hak ve batılın ne olduğunu bilen, maruf ve münkeri fıtratı gereği ayıracak özelliğe sahiptir. Diğer bir tabirle fücurunu ve takvasını sırtında taşıyan çift kutuplu bir yaratıktır o.

İnsanın bu özelliklerini hatırımızda tutarak bugün kendimizle yüzleşmek zorundayız. Bu çalışmanın amacı aslında daha çok tarihi ve tarihteki şahsiyetleri taşlamak yerine yaşananlardan ibret alıp aynılarını yapmamaya çalışmak. Yukarıda hatırlatmaya çalıştığımız olayları modern müslüman insana soru olarak yöneltsek alacağımız yanıt mutlaka biz Uhud’da olsaydık; Allah Rasulünü asla yalnız bırakmazdık ve ölümüne onun yanında yer alır ve onu korurduk. Yine Cuma günü Peygamberi mescidin orta yerinde yalnız bırakıp ticaret kervanına koşmazdık.  Ve hatta Yusuf’u kuyuya atanlarla birlik olmaz, müminlerin annesine iftira atan iki yüzlü insanlara da asla inanmazdık olacaktır. Benimde şahsen içimden bu cevaplar geçiyor. Ki iman eden ve vicdan sahibi olan herkesin aynı duyguları beslemesi tabiidir. Ama kendi kendime de sormadan edemiyorum; madem bu kadar sağlam ve ilkeli bir duruşumuz var o halde yaşanan bunca rezillik, acı, aşağılanma, parçalanma, bireyselleşme/özgürleşme, küfrün gölgesine sığınma ama kafirler tarafından yok sayılma neyin nesi? Allah’a, Rasulüne, İslam’a Kur’an’a bu kadar sahip çıkan ve sayıları iki milyarla ifade edilen bir toplum (ümmet) nasıl oluyor da bu kadar zilleti kaldırabiliyor anlamak gerçekten zor. Biz ne yaptık nasıl suçlar işledik ki bu zilleti Allah bize yaşatıyor? Bu sorunun doğru cevabı aslında çok açık, işlemediğimiz bir kötülük kaldı mı ki? Diğer taraftan gözümüzün nuru Kur’an bunun cevabını çok net veriyor, başınıza gelenler kendi ellerinizle kazandıklarınızdır.

Yukarıda değindiğimiz gibi tarihi taşlamak gerçekten kolay karşınızda somut bir muhatap da yok istediğiniz kadar atın tutun, verin veriştirin. Fakat tarihi taşlamak yerine Kur’an’ın bize aktardığı olayları, kıssaları doğru analiz etmemiz gerekiyor ve daha çok tarihten ders alarak bugünün sorunlarına odaklanıp mesaimizi bugüne harcamamız gerekiyor. Dünyanın tüm müstekbir emperyalist kâfirleri bir araya gelmiş Allah’a ait olan yerküreyi pay ediyor, tahrif ediyor mazlumların kanı her kıtada oluk oluk akmaya devam ediyor. Ama biz mezhep ve meşreplerimizle dahası küçücük guruplarımızla övünmeye devam ediyoruz.

Bugün kopmalara/kaçmalara/sapmalara bakınca tarihteki yaşananlara kızmak, eleştirmek ne haddimize diye düşünüyor insan. Dün Nebi’nin yanından dünya malı uğruna sıvışanlar bugün de sıvışmazlar mı ve hatta sıvışmadılar mı? O gün belki ihtiyaçları vardı nefislerine yenik düştüler ama bugün malının sayısını bilemeyecek kadar servet sahibi olanlar neredeler dersiniz? Dün radikal söylemleriyle ahkam kesen tipler bugün laik Kemalist sistemin ağzıyla konuşup, pardon biz İslam’ı yanlış yorumlamışız deyip demokrasinin güvensiz limanına sığınmadılar mı? Bazıları da Allah’ın birçok ayetini tarihsellik adına tarihin mezarlığına gömmeye çalışmadılar mı? Dikkat edersek parçalanmışlığımız bir sebep başımıza gelen felaketler ise sonuçtur. Aklımızı kullanmadığımız için Allah üzerimize pislik yağdırmaya devam ediyor. Özellikle okuyan, düşünen ve aklettiğini sandığımız cemaatçik ve guruplarda parçalanma, demokratikleşme ve laikleşme çok daha göze çarpmaktadır. Oysa bunlar Kur’an’ı en güzel anlayan mümin olma iddiasındaki kardeşlerimizdi. Olmadık dedikodularla ufak tefek fikir ayrılıkları büyütülerek bugünlere gelindi. Acaba bilgi denen şeyin genetiğinde parçalama özelliğimi var? Ki bu kadar bilgiye rağmen parçalandık. Demek ki hakka talip olmak sırf bilgi ile olmuyor ve sağlam bir iman da istiyor.

Tarihsel şahsiyet ve olaylara, peygamber kıssalarına ucube yorumlar getirerek bu günlere gelindi. O gün müminlerin annesine atılan iftiralara, bırakın münafıkları müslümanlardan bile net bir tavır koyamayanlar vardı. Tarihin bu gününden geriye dönüp o gün yaşananlara bakınca değişen bir şeyin olmadığı ve hatta daha kötü durumda olduğumuz anlaşılıyor. Bugünün müşrik ve münafıklarının tarihtekiler gibi şedit olmadığını söylemek saf dillik olur herhalde. Demek ki gelinen noktada dedikodulara ve ufak tefek fikir ayrılıklarına pabuç bırakmayıp bir şeyler yapılmalı.  Örneğin Allah Rasulünün vefatı ve halife seçimi gibi konuları ısıtıp ısıtıp gündeme getirmenin kime faydası var? Hem Allah ne diyor geçmiş geçmiştir. Biraz da böyle bakmak lazım, aksi halde çözüm yerine sorun üretmeye devam ederiz. Veya Hz. Osman’ın (ra) akrabaya düşkünlüğünü konu ettiğimizde bugünün zirveye çıkan adam kayırmacılığını nereye koyacaksınız. İşte bunun için diyoruz ki olup bitenleri durmadan eleştirmek/tartışmak yerine o hatalardan ders çıkarıp bugün aynı şeyleri yapmamalıyız.

Sonuç olarak rabbimizin buyruğu: Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız ( Ali İmran:103). Diye buyrulmaktadır. O zaman bize düşen tüm guruplar/gurupçuklar olarak tarihimizdeki olayları sürekli eleştirmek ve kabuk tutmuş yaraları kaşımak yerine kendimizle yüzleşip ehli tevhit kalmanın yollarını aramalıyız. Sürekli başkalarına iyiliği tavsiye edip kendimizi unutursak maazallah ehli kitabın durumuna düşeriz. Selam ve dua ile.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *