Aidiyetimizi Hatırlamaya İhtiyacımız Var

Aidiyetimizi Hatırlamaya İhtiyacımız Var

Bizim aidiyetimiz Allah’a ve dolayısıyla mü’min kardeşliğedir. Bizim yerimiz, yurdumuz, ailemiz mü’min kardeşliğidir. Bu bir kıble meselesidir. Her mü’min yüzünü kıbleye çevirmek zorundadır zira aidiyetimiz Allah’adır…

İslam, kendisine tabi olanları müslüman olarak tanımlar. Mü’min de İslam’ın tanımladığı müslüman bir kişiliktir. İslam, mü’min şahsiyetler için kardeş ifadesini kullanır. “Muhakkak ki mü’minler kardeştir…” ayeti ile bu kardeşlik hukuku kopmaz sağlam bir temele oturtulur. Eğer ki mü’min topluluk kardeş ise kardeşlerden örülü bir toplum biçimi de aileyi işaret eder. Ortada bir aile varsa aynı zamanda bir aidiyet de söz konusudur.

Resulullah döneminde mü’minler bir binanın tuğlaları gibi nasıl ki içiçe geçmişler ve ensarıyla muhaciriyle nasıl ki birbirlerine karşı bir aidiyet hissetmişlerse bugün de olması gereken budur. Olması gereken budur da olan bu mudur üzerinde durup düşünmek gerekir. Tarım toplumundan sanayi toplumuna evrilen düzen içinde kapitalizm her eve, her haneye ilmek ilmek dişini geçirdiğinden bu yana bu aidiyet meselesi de epey bir şekil değiştirmiş oldu.

Daha eskilerde müslümanlar bir cemaat halinde yaşamayı arzulayan insanlardı. Cemaate mensup her müslüman cemaatin gerektirdiği biçimde işini, evini, ailesini, sosyal çevresini dizayn ederdi. Çocukların yetişmesi, hanımların koşturmacası, beylerin aile çalışmaları vs. bir çok konu bir heyecan ve coşkuyla devam ederdi. Her gün öğrenilen yeni konular, dış dünyanın gerçek yüzünün tanınması, cemaate dışardan yapılan fikri ya da sözlü sataşmalar hepsi cemaat bağını daha güçlü kılardı. Özellikle devletin gözetimi altındaysanız bu sizi daha diri tutmaya yeterdi. Eskilerde bireycilik değil de toplumsallık daha ön planda idi. Bireycilik kınanan ve istenmeyen bir şey idi. Çünkü ilişkiler daha candan daha sağlam ve kucaklaşmalarla devam edegelen bir şeydi. Akıllı telefonlar ve internet denilen mefhum hayatımıza girene kadar durum böyleydi. Ne olduysa bundan sonra olmaya başladı.

Önce yavaş yavaş kuşattı bizi. Ne kadar büyük bir kolaylıktı internet. Aradığımız her şey orada vardı. Oysa aramadığımız hatta bakmaya ictinap edeceğimiz ne kadar şey varsa oda orada idi. Kapitalizm insanın zaaflarını bildiği ve zaaflarını yöneterek insana hükmettiği için insanı bu başdöndürücü bir alemin içine soktu. Adı da hazırdı bu alemin “sanal alem”… gerçekle bağını koparmış, hakikatle ilgisi olmayan yalnızca insanın hazzına, coşkusuna hitabeden bir alem. Hani tekonolojinin iyi yanlarını alalım ama kötü yanlarını da almayalım diye klişe bir söz vardır ya işte bu söz çok saçmadır. Zira teknolojiyi yapanlar insanlığın hayrından çok kötülüğünü isteyen kimselerdir de ondan. Teknolojiyi yapanlar kendi karlarını düşünür. Ama sloganları çok afillidir: “Özgür bireyler yaratmak, dünyanın her yanında serbest ticaretler, düşüncenin özgürce ifade edilmesi falan filan”.

Oysa, teknolojinin imkanlarıyla yönetilebilen bir sistem inşa edilmiştir. Artık mahrem diye bir şey yoktur. Bir hanımefendinin bir erkeğin yanında olmaktan, giymekten, konuşmaktan utandığı ne kadar resim, söz, fiil varsa hepsini kendi odasındaki bir PC’den sosyal medya aracılığı ile paylaşabilir ve herkes bu paylaşımını görebilir. Bunu herkes yaptığı için artık herkese normalleşmiş bir şeydir bu. Teknoloji sayesinde takip edilebilir, dinlenebilirsiniz. Yediğiniz, içtiğiniz, dinlediğiniz müzik, yaptığınız harcamalar, yapmış olduğunuz görüşmeler ve seyahatler artık mahrem olmaktan çıkmıştır. Ailenizle paylaşımlarınız vs. Sanal alemin büyüsü artık sizi etkisi altına almıştır. Sosyal medya aracılığı ile kendinizi ifade etmeye o kadar alışmışınızdır ki tüm öfkenizi, sevincinizi, hüznünüzü orada paylaşıp aldığınız beğeni ya da takipçi sayısınca kendinizi adam yerine koyarsınız. Giderek kendi odanızdan sessiz çığlıklarınız yükselmeye başlar ve giderek sokağı, eşi dostu unutmaya başlarsınız. Artık aidiyet duygusu müslümanların cemaate, müslüman kardeşliğe değil de sanal aleme, akıllı telefonlara ve sosyal medyaya olmaya başlar. Cemaatler bile artık sanaldan kurulmaya başlar. Dersler sanaldan yapılmaya başlanır.

Sanal alemin büyüsü, tarzı giderek daha geniş alanlara dağılır. Artık evlerde aileler bile kendi başınadır. Çocuklar kendi odalarında akıllı telefonlara gömülmüş, anne-babalar kendi akıllı telefonlarıyla oyalanadursunlar… çocukların ait olduğu, kendilerini ait olarak düşündükleri aidiyet hissettikleri yeni bir mecra vardır o da sanal alem mecrası. TikTok’lar, Youtube’ler, Facebook’lar, Twitter’lar, Watshapp’lar vs.’ler. İslam, başta anne ve babalar olmak üzere çocuklarda daha derin olmak kaydıyla gündemlerinden düşmüştür.

Eğer bir yerden başlamak lazımsa ve ne yapmalı sorusunu laf olsun diye değil de hakikaten soruyorsak önce kendimizden başlamak üzere nereye ait olduğumuzu bilmemiz lazım. Biz Allah’a aitiz ve ona dönücüleriz. Öyleyse bizim aidiyetimiz Allah’a ve dolayısıyla mü’min kardeşliğedir. Bizim yerimiz, yurdumuz, ailemiz mü’min kardeşliğidir. Bu bir kıble meselesidir. Her mü’min yüzünü kıbleye çevirmek zorundadır zira aidiyetimiz Allah’a dır da o yüzden. Aidiyetimizi başka yerlere çekmek isteyenler olacaktır. Kıblemizi bozmak isteyenler elbette olacaktır. Ama bize düşen önce kendi kıblemizi düzeltmek sonra da insanlığı kıbleye davet etmektir. Bizi kıblemizden alıkoymaya çalışanlar yine her türlü aracı kullanmaktan çekinmeyeceklerdir. Esas mesele bizim dik durmamız ve bize gelen ilimden sonra aidiyetimizin bağlı olduğu zemini terketmememizdir.

Kendilerine kitap verilenlere her türlü delil ve mûcizeyi getirsen, yine de senin kıblene dönmezler. Sen de hiçbir zaman onların kıblesine dönecek değilsin! Zâten onlar birbirlerinin kıblesine de dönmezler. Şâyet sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, o vakit sen mutlaka zâlimlerden olursun!” 2/145

(Venhar)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *