Gülbahar Ay Satan: Erdemli taklidi yapanlar derken kastım, plan yaparak kurguladıkları bir davranıştan ziyade, içinde bulundukları rahatsız eden bir durumdan (kaygı, boşluk, suçluluk) kurtulmak için gösterdikleri savunma tepkisidir…
Gülbahar Ay Satan
Yıllar önce birkaç hoca Kur’an’ın merkezinde ne olduğunu tartışıyordu. Biri, “Mülk sorunu” diyordu. Diğeri, “Evrendeki her şey gibi Kur’an da matematiksel bir sisteme bağlı” diyordu. Bir diğeri, “Kur’an fıtrat dinini anlatıyor” diyordu. İçeriye dinleyici olarak, yaşça onlardan büyük bir hoca girdi. Onun da fikrini almak için söz hakkı verdiler. Bu yaşlı hoca, tartışanlara şöyle dedi: “Kardeşim sen de haklısın sen de haklısın, sen de… Lakin, Kur’an’ın merkezinde şirk sorunu var.” dedi. Aslında bu ihtiyar, tevhidi anlamıştı.
Bir ayeti anlamaya çalışmak, insanın başını döndürebilir. Şu ayete bakar mısınız, “Göklerde ve yerlerde olan her şey, bütün işler dönüp dolaşır sonunda Allah’a döner.”
Herhangi bir canlıdan başlayın… Her şeyin ama her şeyin kendi başına çok değerli olduğunu ve hepsinin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve sonunda her şeyin Allah’a döndüğünü göreceksiniz.
– Deniz bilimine odaklanan bir kişi şöyle diyor: “Denizdeki mercanlar yok olursa canlı hayatı da yok olur. Çünkü karbon döngüsünü mercanlar gerçekleştiriyor.”
– Rüzgara, yağmura, yıldırıma hatta depreme odaklanan bilimciler, her biri için aynı şeyi söylüyor. Güneşi, havayı söylemeye gerek var mı?
– Ağaçlara odaklanan kişiler aynı şeyi söylüyor, ormanları bırakın, evimizin etrafındaki birkaç ağacın bile, bizim sağlığımızı olumlu yönde etkilediğini vurguluyorlar.
– Arılara odaklanan bir kişi şöyle diyor: “Eğer arılar ölürse insanlar da ölür.” Onlar, çiçeklerin döllenmesini sağlıyor.
– Tilkiye odaklanan kişiler aynı şeyi söylüyor. Farelerin yokluğu düşünülemiyor, onlar dünyadaki pislikleri yok ediyor. Sinekler ise hastalıkları yok ediyor.
– İnsan vücudu da evrendekilerden farksız değil, sadece buruna odaklanan kişiler, “Bir burun işlevini tam olarak yapamazsa (eğrilik, darlık vb. şeyler) vücut istediği oksijeni alamaz ve hasta olur” diyorlar.
– Diş ve ağız temizliğine odaklanan birine göre, çoğu hastalığın sebebi (kalp, mide, sindirim vb.) ağız hijyenini tam olarak sağlayamamak.
– Bağırsaklara odaklanan kişiler, nerdeyse bizi bağırsaklarımızın yönettiği söylüyor. Ona ikinci beyin diyorlar. Bağırsağa vurgu yapılırken aslında kötü beslenmeye vurgu yapılıyor ve kötü beslenmenin sonucunda bağırsak yoluyla şizofreni de dahil birçok ruh hastalığı tetikleniyor.
Bu örnekler çoğaltılabilir.
Vücuttaki birçok hormon, bedenimizi ve ruh halimizi belirlerken, bizim yapıp ettiklerimiz de hormonları etkiliyor: beslenme, hareket, uyku, bir gülümseme, bir fikir, bir niyet, bir ses, bir koku… Aldığımız her nefes olumlu ya da olumsuz bir etki yaratıyor. Çünkü hepsi birbirine bağlı… Sen birini kızdırdığında onu sadece kızdırmış olmuyorsun. O kişinin duyduğu öfke, organlarını yoruyor örneğin karaciğerini… Bu durumda doğrudan o kişinin sağlığı etkileniyor.
İnsan her duyguyu yaşıyor, örneğin öfke! Ama her insan aynı tepkiyi göstermiyor. Bazıları öfkeyi, karşı tarafa hücumda bulunmak, saldırıya geçmek için bir uyarı değil de bir yanlışı görerek ondan uzaklaşması gerektiğini söyleyen, mesafeleri belirleyen bir işaret olarak görüyor.
Mizaç-huy; doğduğumuz çağdan, aydan, günden, saatten, çevreden, coğrafyadan, toplumdan, aileden etkilenmiyor diyebilir miyiz?
Daha birkaç yüzyıl önce her bilim dalı, bir felsefe adı altında toplanıyordu. Bir alim, hem matematik, hem tıp, hem astronomi, hem psikolojiyle aynı anda ilgileniyordu.
Ana başlığımıza dönersek, erdemli taklidi yapanlar derken kastım, plan yaparak kurguladıkları bir davranıştan ziyade, içinde bulundukları rahatsız eden bir durumdan (kaygı, boşluk, suçluluk) kurtulmak için gösterdikleri savunma tepkisidir. Ama bu tip refleksif tepkiler, insanın öncesinde yaptığı şeylerin sonucu olabiliyor. Cahil iken bir hata yapmak kabul edilebilir ama cahil kalmakta ısrar etmek kişiyi bilinçsizleştirip, aptallaştırıyor.
Erdemli taklidi yapanların birkaç özelliğine ve sordukları sorulara bakalım.
En başta Allah’ın yüklediği ve insanın kabul ettiği sorumluluğu bu dünyada kabul etmiyorlar.
Şu soruyu soruyorlar: “Sınırlı bir hayatta yapılanlar için ebedi cehennem haksızlık değil mi?” Öncelikle insan her soruyu sorabilmelidir. Lakin bu soruları soranlar, mutmain olmak için değil, inkar ettikleri kitaptan (ki bir zamanlar ona iman ediyorlardı), onu gönderen Tanrı’dan daha adil, merhametli ve erdemli olduklarını vurgulamak için soruyor.
Sorumluluk alan insanlar, iç dünyalarında kendini denetler ve bir hata yaptıklarında bunu kabul ederler. Ama sorumluluk almayan insanlar, iç denetim-muhasebe yapamadıkları için her şeyin ama her şeyin sorumlusunu dışarıda ararlar. Bu insanlara göre hatalı olan, yanlış olan, kendileri dışında her şey olabilir; bir eşya, bir insan, toplum, kültür, din, kitap hatta ve hatta hatalı olan Tanrı bile olabilir. Ki artık bunu açıkça iddia edenlerin sayısı az değil.
Etrafınızda yazan çizenlere bir bakın, bir hata yaptıklarında çoğu, ben yanlış yola girdim, yanlış şeylere bel bağladım demiyor. Yol yanlış imiş diyor. Bu dinden bir halt olmaz diyor. Urvetul-vuska’yla çürük ipi karıştırıyor. Şimdi, kendisi sırça köşkünde elinden geleni yaptı ama olmadı öyle mi? Olmayan nedir? Din sana, bütün elçilere erdemli olmayı öğütlerken olmayan nedir? Erdemli olduğuna mı pişmansın? Yoksa bir rütbe, mertebe, uzaya çıkmak vb. şeyler bekliyordun da sonuçtan mı memnun değilsin? Maalesef iki tane illet durum var ve bu iki durumu da besleyenler büyük vebal altındalar. Birincisi Müslümanların yaptığı her şeyi hatasıyla sevabıyla İslam’dan bilmek, ikincisi ise İslam davasına sözde faydalı olmak için takiye, yalan hatta kul hakkı yemeye bile normal bakmak, ses çıkarmamak. Hangi illet daha kötü yanıtlayamıyorum.
Değişim her zaman küçük şeylerle başlar, hem fiziksel hem sosyal… Bir DNA değişikliği canlıda neleri değiştiriyor. Ya ”fikirsel” atıklar, kötü sözler, nefretle söylenen iftiralar, kızgınlıkla söylenen cümleler? Bunlar hangi sonuçlara yol açıyor? Bu kadar umarsızca sabah akşam konuşurken, kendini tüm bunlardan ayrı tutarak ben etkisiz elemanım diyebilir misin?
Yaptığımız eylemler kar topu gibi büyüyerek ahirette karşımıza çıkacak. Yaptıklarının sonucu olan cehennemi görenler biz bunu haketmedik demek yerine tekrar dünyaya dönmek için bir şans isteyecekler.
Bu arada ben de sordum onların sorduğu soruyu; sanki onlara tek şans verilmiş gibi geldi, bunun sonucunda ebedi cehennem ağır değil mi dedim. Ve Kur’an’da karşıma bu ayet çıktı: Cehennemlikler, cehennemin karşısında, “ah keşke dünyaya geri gönderilsek de ayetleri yalanlamasak ve müminlerden olsak” derler. Onlar dünyaya geri gönderilseler bile, yasaklanan şeyleri yine yaparlar, onlar yalancılardır. (Enam 6/28) Bilmediğimiz mekanlardan, kavrayamadığımız zamanlardan Allah’ın rahmetine sığınıyoruz.
Erdemli taklidi yapanların bir diğer sordukları soru: Millet uzaya gidiyor, sen daha din ile uğraşıyorsun? Haşa! bir galaksi keşfedildiğinde sanki onu yaratmış gibi dine ihtiyaç kalmadığını düşünüyorlar. Hem de evrenin % 1’i bile çözülememişken. Herkes aynı şeyi görüyor, duyuyor (duyu organlarıyla) ama farklı algılıyor. Çünkü durumları, olayları; kişiliğiyle, benliğiyle algılıyor. Duyularıyla değil. Ben Kur’an’a baktığımda ‘uzaya bile çıksan da her işi hakkıyla yapman gerektiğini’ görürken, onlara göre din, uzaya çıkmak için başlı başına bir engel… Kendisi ilkel, tembel değil ama din ilkel öyle mi? Bu, tam bir yetersizlik duygusu ile suçlu aramak.
Günümüze ve geleceğe bakabilmek için tarihi, geçmişi okumaya çalışıyoruz. Tarihten kastımız; devletlerin, savaşların, belli bir kronolojisi değil, olayların “nedensellikleri” üzerine kafa yorarak bir okuma yapmak. Ayrıca geçmişe baktığımızda ilk çağlardan bu yana yüzyıllar boyu sorulan sorular; erdem nedir, insanın doğası nedir? Kimileri insan doğuştan kötü diyor. Kimileri insan özünde doğuştan iyi diyor. Her nesil, kendinden sonra gelecek nesil için erdemli olacakları konusunda şüpheye düşüp endişeleniyor. Ve insanlar, yaşadıkları çağı, bir önceki çağdan teknoloji yönünden çok ileride görüyor.
Günümüzdeki teknolojik gelişmelere baktığımızda bizim de böyle düşünmememiz elde değil, çünkü teknoloji çok hızlı ilerliyor. Yapay eldivenlerle kilometrelerce öteden ameliyat yapılıyor. Başka gezegenlerde koloni kurma çalışmaları yapılıyor. Her şey yapaylaşıyor. Sanal oyunlar resmen gerçeğe dönüyor. Bu oyunlarda insanlar çok yüksek meblağlara hayali araziler satın alıyor. Hatta eşya, çanta vb. şeyler satın alıyor. Bu eşyaları da sadece sanal ortamda kullanabiliyor. Dünyanın en büyük şirketleri bile bu oyunlara yatırım yapıyor.
Geçtiğimiz aylarda dünyanın en büyük uzay teleskobu James Webb, 1,5 milyon kilometre uzağa gönderildi ve yörüngesine yerleşti. Teleskopun birçok aynası var ve kendi kendini çok hassas bir ayarla kuracak. Kurulum sırasındaki hata payı nanometre ile ifade edilen sayılar. Bunu anlamamız için şöyle bir açıklama yapılıyor: Her teleskopun aynası bir metropol şehir kadar olsa, hata payı ancak birkaç santimi geçmemelidir. Aksi halde kurulum gerçekleşemez.
Diğer yandan, yaklaşık 35 ülkenin (Türkiye yok aralarında) işbirliği yaptığı “Yapay Güneş” projesi hayata geçiriliyor. Çin’de güneş enerjisine benzer devasa bir oda inşa ediliyor. Yapılan yapay güneşin gerçek güneşten tam 10 kat daha sıcak olduğu söyleniyor. Peki bu enerji nasıl ortaya çıkıyor? Atomu parçalamak yerine bu kez iki atomu birleştirince işte böyle bir enerji ortaya çıkıyor.
Bu arada dini, hışımla bir kenara iterek hayatından çıkaranlar (erdemli taklidi yapanlar), dinden uzaklaşınca bir şeyler keşfediyorlar mı? Elbette, örneğin Tanrı’dan daha akıllı ve daha erdemli olduklarını keşfediyorlar yetmez mi!..
Ama tarihte değişmeyen şeyler de var; sorular ve sorunlar! Yani teknoloji ilerledikçe üst sınıflar, adaletsizlikler da aynı oranda azalıyor mu? Sahiden erdemli davranışlara ihtiyaç kalmadı mı? O çağın gücü ne ise toprak, barut, fabrika, sanayi, teknoloji, piyasa, enerji, bilişim vs. adı ne olursa olsun güce sahip olanların “tanrılık” rolüne bürünmesi ve insanlara hakim olma isteği değişiyor mu?
Maalesef, hem Müslüman olduğunu söyleyen hem de erdemli taklidi yapanlar var ki dil, düşünce ve davranış arasında farklar artık göz tırmalıyor.
İnsanların Müslüman olduklarını söyledikleri halde erdemli olmalarını engelleyen en büyük etkenlerden biri de korku… Her insan aynı cesarette olmayabilir ama gerçekleri söylemekten korkan bir kişi savcı ya da yönetici olmamalıdır. Fetva vermekten korkan biri kendine hoca-alim dedirtmemelidir. Her bir emir, yasak adeta bir organımız gibi, hangisinden vazgeçebiliriz? Böyle insanların, kaybetmekten korktukları şeyler, aslında çok tiksindirici şeyler değil mi? Hak edilmemiş haklar! Bilgiçlik taslamak, sabah akşam din adına konuşsa da asıl konuşulması gerekeni konuşmamak, bir dindarlık gösterisinden başka bir şey değildir.
“Allah, hanginizin daha güzel davranışlarda bulunacağını sınamak için ölümü ve hayatı yarattı. Mutlak güç sahibi ve çok bağışlayan O’dur.” (Mülk 67/2)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *