Bilsen Başaran’ın “Toprağımın Anaları” Şiiri

Bilsen Başaran’ın “Toprağımın Anaları” Şiiri

Sembollerle örülü realist bir çizgi üzere yürüyor Bilsen Başaran’ın şiiri. Okuruna -kuşkusuz okurun hazır bulunurluğu oranında- diri teklifler sunuyor. Şairin bu tercihi poetikasında önemli yer tutuyor…

AYIN ŞİİRİ

TOPRAĞIMIN ANALARI
Bilsen Başaran

çok darlığına, az genişliğini ekleyip
ömürce vah kilimi dokudun kıyanın tezgâhında
kirkitledikçe desenlerini döküldü renklerin
aynı karından bir solukta doğmuşçasına
aynılaştı çocuklarınız

sordum kenti örten sorgusuzlara
kim bahçesinde et kemik büyütür bir anadan başka.
kim anlatır kim kendiyle ölçer kesen yelin hıncını

sus kendini ey kın, ey sadak kır kendini / uzaklaş
lâle kokusu kan kokusuna yenik / gözet doğurduğu aşkı
anaların böğrüne boran
tomur dallara kuş cırnağı takarak
bağ bozarak sınayanlardan.

sedef yüzlerinde ölüm yolculuğu
rehbersiz analar ki sarp koyaklar ağına düştüler
o kanı katranla ölçenlerin terazisine
ağırkanlı elleri, yel kesmiş sesleriyle yürüdüler
halay tutarcasına yorgun sıcak bir sis içinde
ta kervan kırandan bilurvanların pembeleşen seslerine indiler

örtsen üstüne taşar kokusu, yel yıkan olur
pirüpak çehreleri sırmalanmış göğe ağar
ufak çürük kepir taşlarından sıra mezarlar olsa da evleri
el ele verip ayağa kalkar önlerinde
aşkın yakut sesiyle yontulmuş kayalar.

bilirim / bir insanın zifti yeter otoyollar yapmaya
devran dönecek cancağızım bu tufanın nuh’u sensin
depremlerde boğulan çelik kapıları
toprağa gömülen beton kütleleri düşün
sonsuza dek sürmedi ne tanrılar ne tiranlar düğünü
beden bahçende domurlanan filiz hepimizin / elbet
bin bir elle çözülecek bu katranın düğümü
bir gün elbet inat da görecek körlerin gördüğünü.

***

Cevat Akkanat

“Toprağımın Anaları” Bilsen Başaran (1954, Erzurum)’ın Yeni E dergisinde (S. 63 [Ocak 2022], s. 2) yayımlanan şiiri. Kendisine has şiir dilinin özgün bir örneği olması yanı sıra hayatın can damarına dair ince ayrıntılara gönderme yapması bu şiiri Ocak 2022 dergilerinde yayımlanan şiirlerin arasından seçip almamızı ve üzerinde söz söylememizi zorunlu kıldı. 

Erzurum Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi ön lisans programını tamamlayan Başaran, resmî ve özel eğitim öğretim kurumlarında öğretmen ve idareci olarak çalışmıştır. Şiir, öykü, deneme, biyografi türlerinde eserler veren Başaran, bu metinlerini 1985’ten bu yana çeşitli dergilerde yayımlamaktadır. Şiirleri Farsça, İngilizce, Fransızca, Rumca gibi dillere çevrilen şairin U Dönüş Yok, Bir Gece Şarkısı, Fotokopuk Düşler, Sim, Yittiğim Ülkem, Gül Kırığı, Tökezleme Taşları gibi şiir kitaplarının yanı sıra öykü, deneme ve biyografi türleri ile çocuk edebiyatı alanında eserleri vardır. 

Bir söyleşide de üstünde durulduğu üzere Bilsen Başaran’ın şiiri “Günümüz şiir poetikasını hiçe sayarak kendi yatağında gürül gürül akan bir nehir gibi”dir. Poetikası hakkında şair “Kendi şiir yatağımı kendi coşkumla, kendi dilimle, anlatmak istediklerimle açtım. Evet, benim şiirimde çok dar alanda paslaşmalar yok. Geniş geniş kasırga gibi esmeler, nehir gibi taşmalar var.” ifadelerini kullanmaktadır. Onun “Yaşadığı coğrafyaya ve evrensel dünyaya, tüm halklara başını çevirebilen” bir şair olduğunu yazdığı pek çok şiirden yola çıkarak teyit edebiliriz. “Toprağımın Anaları” şiiri de bu anlamda elimizde önemli bir veridir. 

Farklı sayıda dizelerden oluşan altı bentten oluşuyor “Toprağımın Anaları”. Temel direği “ana” olan şiirinde Başaran, başta analar olmak üzere topluma yaşatılan sancı ve sorunlara göndermeler yapmaktadır. Diğer bir ifade ile şiirde kadın üzerinden yol alırken toplumsal genelde olan bitenleri dizelerinde yansıtabiliyor. 

Şiirin başında “çok darlık” ve “az genişlik” gibi mekânsal kuşatılmışlıklar içindeki şiir öznelerinin (kadınların) bitimsiz acısına temas etmektedir şair. Onların “kıyanın tezgâhında” ömür boyunca dokumak zorunda kaldıkları “vah kilimi” herhalde rengârenk dokumalar üretmeyecektir. Tersine, renkleri ve desenleri tahrif olacaktır. Bundan daha kötüsü, doğurup dünyaya getirdikleri çocuklar, her bakımdan aynı negatif norm içinde tektipleşmişlerdir. Bu aynılaşma, ikinci bende atıf yapacak olursak, analardan başka kimsenin, bahçesinde büyütmeyeceği “et kemik” olma durumudur. Bu, çocukların ölüm hali midir?

“Çocuk” ve “anne” motifi şairin başka şiirlerinde de yer alır. Sözgelimi Bir Gece Şarkısı kitabındaki “Aşkla Büyüyen Kadın Çınarlar” şiirinin ilk dizelerinde, üstte çözümlemeye çalıştığımız kurguya benzer diyebileceğimiz bir içerik söz konusudur: 

“Bir çocuk çırpınır umutlarında
Sonra
Binlerce çocuğa dönüşürler
Karıncalara benzerler
Yaşamın imecesinde
Bir saman çöpünü bölüşürler” (s. 39)

Aynı kitaptaki “Benim Türküm” şiirinde ise şu dizeler benzeri bir duygu dairesi içindedir: 

“Tuhaf düşler ortasına düşüyorum geceleri
Çocuklarım yaşıyorlar
Ben ölmüşüm…
Karabasanlar iz sürüyor peşimde
Tüylerim diken diken oluyor kederden.

Ya çocuklarım…
Onlar ne olacaklar diye ağlıyorum
Kefenleniyor gecenin boşluğunda gülüşüm.” (s. 53)

İlk bendin anahtar ifadeleri olan “vah kilimi” ve “kıyanın tezgâhı”dır. Peki, ikinci bentte bunlarla uyumlu dil birlikleri tayin edebilir miyiz? Ben “kenti örten sorgusuzlar”, “et kemik büyütmek” ve “kesen yelin hıncı” tamlamalarını birbirlerine kolaylıkla bağlayabileceğimizi düşünüyorum. Fakat bunlardan “vah kilimi” ile “et kemik büyütmek” şairin seslendiği kahramanlara mahsus iken diğer üçü kıyım, zulüm, kin, vb. anlamsal dairelere denk düşen rakip/red makamının unsurlarıdırlar. Şair, bu tarz kurduğu özgün metaforlarla bir taraftan şiir dilini zenginleştirirken diğer taraftan sosyolojik bir çatışmanın yansımalarına dair ipuçları sunmaktadır.

Bir sonraki bentte “ey kın” (bıçak ve kılıç gibi kesici aletlerin kabı) ve “ey sadak” (ok kabı, torbası) nidaları ile kişileştirilen nesneler, ortaya çıkan olumsuzluklardan ötürü tepkiler vermeye davet ediliyor. Şairin “kın”a “kendini sus” “sadak”a “kendini kır” ve “uzaklaş” diye seslenmesi bir yenilgiye maruz kalınmışlıktan ötürüdür. Lâle kokusunun kan kokusuna yenilmesi. Kın ve sadak kendilerine yuvalanan nesnelerin eylemsizliğinden ötürü mü edilgen uyarılara maruz kalmaktadırlar? O nesneler, anaların böğrüne boranla hücum eden, tomur dallara cırnak (tırnak) ile saldıran, bağları bozan velhasıl anaları sınayan kaba kuvvete karşı tepki vermedikleri için kınanıyorlar mı? 

Baskın eylemleriyle anaları taciz eden kaba kuvvetin, ilk iki beyitte işaret ettiğimiz rakip/nefret unsurlarıyla aynı grupta yer aldığı muhakkak. Bir sonraki bentte bu negatif kategorinin unsurları çoğalmaya devam eder: “Sarp koyaklar ağı”, “kanı katranla ölçenler”… Fakat bu bentte anaların da olumsuz bir yanı üzerinde durulmaktadır: “Rehbersiz” oluşları. Bundan ötürü ölüm yolculuğuna maruz kalmışlar, sarp koyakların ağına düşmüşler, kanı katranla ölçenlerin değerleriyle sınanmışlardır. Belirli bir sistem/ilkeler bütünlüğü çerçevesinde hareket etmeyen bu kadınlar, halay tutarcasına aldanışa gitmişler, dolayısıyla sisler içinde kalmışlardır. Kutup yıldızı (rehber) yerine kervankıran yıldızına (venüs, çobanyıldızı) aldanıp yönlerini şaşırmışlar, dolayısıyla “bilurvanların” (kavalcıların) ağıt yüklü ezgilerine dönüşmüşlerdir. 

Ağıttan bahsediyorsak ortada bir ölüm vardır. Beşinci bent bu hususta önemli veriler sunar. Bu anlamda “Pirüpak çehreleri sırmalanmış göğe ağar/ufak çürük kepir taşlarından sıra mezarlar olsa da evleri” dizeleri gerekli tespiti yapmamız için yeterlidir. Fakat çürük ve niteliksiz taşlarla örülü bu mezarlar büyük tâzimlerle saygınlık kazanmışlardır: “aşkın yakut sesiyle yontulmuş kayalar” el ele vererek onların önlerinde ayağa kalkmaktadır. Şairin burada bir ukde uğruna yola revan olanlara verilen yüksek değere işaret ettiğini söyleyebiliriz.

Bu yüksek değere bağlı olarak şiirin son bendine, tarihte bireyin rolüne gönderme yapılarak giriliyor. Bu gönderme, umutları yeşertiyor: “devran dönecek cancağızım bu tufanın nuh’u sensin”. Sonrasında somut örneklerle pekiştiriyor şair umuda olan inancını. Nasıl çelik kapılar depremde, beton kütleler toprak altında yok olup gidiyorsa, aynen onlar gibi, kendilerinde mitolojik güç olduğu iddiasındaki otoriter kişi ve yapıların varlık ve egemenlikleri de sona erecektir. Bu sonu toplu bir el ele veriş, hakikatli bir direniş getirecektir: “bin bir elle çözülecek bu katranın düğümü/bir gün elbet inat da görecek körlerin gördüğünü”

Bentte “otoyollar yapma”, “devran dönecek”, “beden bahçesinde domurlanan filiz” gibi dil birlikleri umuda dair verilen hükümleri pekiştiren unsurlar. Bunlarla birlikte, takdim ve takdis edilen ve bu bağlamda kendisine seslenilen “Bu tufanın nuh’u” iken, rakip/düşman kategorisinin unsurları arasında “çelik kapılar”, “beton kütleler”, “tanrılar ve tiranların düğünü”, “katranın düğümü”, “inat” gibi unsurlar bulunmaktadır.

Sembollerle örülü realist bir çizgi üzere yürüyor Bilsen Başaran’ın şiiri. Okuruna -kuşkusuz okurun hazır bulunurluğu oranında- diri teklifler sunuyor. Şairin bu tercihi poetikasında önemli yer tutuyor. Şöyle diyor mesela: “Vicdan taşıyorsanız, bilinç taşıyorsanız, belleğiniz yaşıyorsa, muhakeme yeteneğiniz varsa, sorgulayabiliyorsanız, şiirlerinizde günün gülüp oynamalarını, eğlencelerini anlatamazsınız. Kanayan yaralarını anlatırken de küçük sözcükler size yetmeyebilir.” Bu yüzden olsa gerek, aynı anda hem çok çağrışımlı bakir imgeler kuruyor hem de her şeylere kastedenlere karşı şedit itirazlarda bulunuyor. Söz konusu itirazlar kuşkusuz yaşarken olup biten kastedişleredir. Yahut yerel bağlamda şöyle diyelim: Süreğen negatif güncelliklere. 

Bu bağlam üzere, yani bugünün anaları, çocukları, halkları ve egemenleri ile ilişkilendirerek okumalı bu şiiri ve bizim yorumlarımızı…

KAYNAKLAR: 

Bilsen Başaran, Bir Gece Şarkısı, Ozan Yay., İst., 1993
Bilsen Başaran, Yeni E Dergisi, (S. 63 [Ocak 2022], s. 2
http://bilsenbasaran.com.tr/
http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/bilsen-basaran
https://www.biyografya.com/biyografi/899
https://www.youtube.com/watch?v=wPNChpal7wA 

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *