KAZAKİSTAN OLAYLARI

KAZAKİSTAN OLAYLARI

Ocak ayında yaşanan Kazakistan’daki olayların, ABD’nin Rusya’yı çevrelemek üzere Ukrayna, Belarus, Moldova ve Gürcistan üzerinden yürüttüğü planların Kazakistan üzerinden de sürdürdüğü, bununla birlikte ülkede görece büyük yatırım sahibi Çin ile Rusya’nın ülkeyi zapturapt altına almak istediği anlaşılıyor.

Geçtiğimiz ayın en önemli konularından bir diğeri kuşkusuz 2 Ocak’ta Kazakistan’da başlayan ve 9 gün süren, dünya gündeminin de üst sıralarında yer alan protestolardı. Olayların fitilini ateşleyen esas unsur LPG’ye gelen zamlar olmuştu. Sonrasında halkın zamları protesto amacıyla başlayan hareketi giderek farklı boyutlar kazanmıştı. Kısaca olayı hatırlayacak olursak, onüç güvenlik görevlisinin ölümü, üç yüzden fazla insanın yaralanmasıyla başlayan protesto hareketi 164 kişinin ölümü ve binden fazla insanın yaralanması, yaklaşık altı bin kişinin gözaltına alınmasıyla son buldu. Kazakistan Cumhurbaşkanı Tokayev protestolarda “yabancı güçlerce eğitilen teröristlerin rol oynadığını” iddia etmesinin ardından Tokayev, Sovyet ülkelerinin NATO benzeri yapılanması Kollektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün (CSTO) devlet başkanlarına terör tehdidine karşı ülkesine yardım etme çağrısında bulundu. Rusya bu çağrıya, 4 maddelik bir önşart teklifi ile yanıt verdi. Buna göre Rusya, eylemleri bastırmak için Kazakistan’dan, Rusya’nın Kırım’ı ilhakının tanımasını, Rusça’nın Kazakistan’ın 2. resmi dili olarak kabul etmesini, ülkenin Rus harflerine dönüşünü ve ülkede Rus okullarına serbestlik tanınmasını istedi.

Kollektif Güvenlik Antlaşması Örgütü

Kazakistan müdahalesi ile adı gündeme gelen Kollektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nü (Collective Security Treaty Organization) kısaca tanıyacak olursak; örgüt 15 Mayıs 1992 yılında Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te, Bağımsız Devletler Topluluğu çerçevesinde yapılan anlaşmaya taraf olan ülkelerden oluşan bir yapıdır. Kurucuları Kazakistan, Rusya, Ermenistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan’dır. Üye devletler arasında eğer anlaşmada bir uzatma olmazsa beş yılllığına yapılan bir sözleşmeydi. Üye devletlerden kimileri zamanla bu anlaşmadan çekildiğini duyurmuşlardır. Bu anlaşma çerçevesinde uluslararası terörizm ve diğer geleneksel olamayan tehditler gibi bir takım güvenlik gerektiren işlerde koordinasyon içinde çalışmayı esas almaktadırlar. Ayrıca bu anlaşmanın esası üye devletlerden birine bir saldırı yapılırsa bütün üye devletlere yapılmış sayılacaktı. Bu açıdan NATO karşıtı bir askeri yapı olarak algılanmıştır.

CSTO’ya üye devletler bu anlaşmaya binaen, Tokayev’in talebi sonrası Kazakistan topraklarına girerek Tokayev’in dillendirdiği “yabancı güçlerce eğitilmiş teröristlere” karşı ülkenin stratejik noktalarını savunmaya aldılar. CSTO’nun üyeleri olan Rusya, Belarus, Ermenistan, Tacikistan ve Kırgızistan askeri birlikleri görev yapmak üzere Kazakistan’a girdiler.

Bu protesto eylemlerini kimileri “Turuncu devrim”in kimileri de “Yasemin Devrimi”nin bir devamı niteliğinde, menşei ABD kaynaklı, Soros destekli bir tür devrim olduğunu savunurken, bir diğer yanda, böylesi bir ayaklanmanın Türk Devletleri Teşkilatı’na karşı yapılmış bir hamle olduğu ileri sürülüyor. Kimileri de Rusya’nın böylesi bir hareketi organize ettiğini iddia ediyor.

Bu ayaklanmaya dair net bir şey söylemek belki şimdilik erken ama ayaklanmanın gelişim seyrine bakıldığında birçok soru işareti de aydınlanmayı beklemektedir. Gösterilerin başlamasıyla birlikte uluslararası havaalanının işgali, şehre giriş çıkış yollarının kapatılması ve plakasız araçlardan göstericilere dağıtılan silahların nereden geldiği ve kimler tarafından yönlendirildiği henüz açığa kavuşmuş değildir. Ayrıca göstericilerin devlet binalarına zarar vermelerinin nedeni de anlaşılamamıştır. Meselenin doğru anlaşılabilmesi için şu iki soruyu sormak gerekir: Kazakistan kimler için daha vazgeçilmezdir ve Kazakistan’da çıkan olaylar bittiğinde bu ayaklanma en çok kimlerin işine yaramıştır? Bu soruların cevabını verebilmek için Kazakistan’ı kendi özelinde tanımak gerekiyor. Ayrıca Rusya, ABD ve Çin açısından Kazakistan’ın niçin değerli olduğunu da görmek gerekiyor.

Devasa topraklar, zengin kaynaklar

Türkistan cumhuriyetleri içinde Kazakistan 2 milyon 725 bin kilometrekare yüzölçümüne sahip bir ülkedir. Yüzölçümü açısından dünyanın en büyük dokuzuncu ülkesidir. Rusya ile yaklaşık 7600 km’lik, Çin’le ise yaklaşık 1700 km’lik kara sınırı olan bir ülkedir. 2021 verilerine göre 19 milyonluk nüfusunun %70’ini Kazaklar, %18’ini Ruslar oluşturmaktadır.

Doğal kaynaklar açısından da oldukça zengin olan Kazakistan uranyum, krom, kurşun, çinko, mangan, bakır, alüminyum, demir ve altın ile dünya sıralamasında üst sıralarda gelmektedir. Hatırı sayılır kömür, doğalgaz ve petrol yataklarına da sahiptir. Bunların maddi büyüklüğü trilyon dolarlarla ifade edilmektedir.

Böylesine büyük ekonomik imkanlara sahip bir ülke, bölgede güçlü olan Rusya ve Çin’in iştahını kabarttığı gibi, ABD de finansal anlamda bu topraklardan azami düzeyde faydalanabilmek için şirketleri aracılığı ile bu ülkeye yatırım yaparak pastadan pay almayı umacaktır. Bu sebeptendir ki Kazakistan “gelişmekte olan ülkeler” kategorisi içerisinde, “büyük devletlerin” iktidar mücadelesi sahasıdır.

Kazakistan-Rusya İlişkileri

Kazakistan’ın tarihsel süreç içerisinde Rusya ile bağları mevcuttur. Kazakistan ile Rusya, çarlık dönemi Rusyasından Komünist Rusya dönemine kadar sürekli bir ilişki halinde olmuştur. 1873’te tam olarak çarlık Rusyası tarafından işgal edilen Kazakistan, Komünist Rusya döneminde de yetmiş yıl boyunca Sovyet toprağı olarak kalmıştı. Bu süreç içinde ülkenin demografik yapısıyla sürekli olarak oynanmış, Kazakistan topraklarında planlı bir şekilde Rus nüfus giderek artırılmıştır.

Süreç içinde Kazak dili yerini Rusçaya terk etmiş ve Rus dili, kültürüyle birlikte Kazaklar üzerine hakim olmaya başlamıştır. Sovyetlerin dağılma aşamasında Moskova’da yapılan bir darbe girişiminin ardından Aralık 1991’de Kazaklar bağımsızlığını ilan ettiler. İNSAMER Avrasya araştırmacısı Burak Çalışkan bağımsızlığını kazanan Kazakistan’ın iç ve dış siyasetini uzun yıllar etkileyen üç temel problemle karşılaştığını belirtiyor.

Çalışkan’ın aktardığına göre bu problemlerden ilki, Rusya tarafından kontrol edilen askeri/nükleer tesis ve silahlar olarak ön plana çıkıyor. 1949 yılında Sovyetler Birliği tarafından inşa edilen Semipalatinsk’te bulunan nükleer deneme alanı, Baykonur uzay üssü ve nükleer başlık taşıyan binden fazla füzenin Kazakistan sınırları içinde kalması, Nazarbayev yönetimi üzerinde önemli bir baskı unsuru oluşturmuştu.

İkinci temel sorun ise Kazakistan ekonomisinin sektörel ve finansal açıdan büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı olmasıydı. Bağımsızlığını kazanmasına rağmen 1990’ların başında ülke sanayisinin yarıya yakını doğrudan Moskova’nın kontrolündeydi. Ayrıca Rus nüfusun yoğun olduğu Kazakistan’ın kuzey bölgelerindeki üretim tesisleri, Rusya pazarı ile entegre haldeydi. Bundan dolayı bağımsızlıktan sonra Kazakistan’da Rus ekonomisine bağımlı bir dış ticaret yapısı hâkim oldu.

Üçüncü ve en önemli problem ise Kazakistan’ın etnik/demografik yapısıydı. 1989 verilerine göre 16,5 milyon olan Kazakistan nüfusu içinde Kazakların oranı yaklaşık olarak yüzde 40 iken Rusların oranı yüzde 38’e karşılık geliyordu. Geri kalan nüfusun önemli bir kısmı ise Belarus, Alman ve Ukraynalılardan oluştuğu için Kazakistan nüfusunun önemli bir kısmını da Avrupalılar oluşturuyordu. Özellikle Moskova’nın ülkenin kuzey bölgelerinde yoğunlaşan Rus nüfusuna duyduğu ilgi, Kazakistan’ın ulusal bütünlüğü için önemli bir tehdit unsuru oluşturuyordu.

Bu problemlerin varlığı Nazarbayev yönetiminin Moskova’dan bağımsız hareket etmesini imkansız kılıyordu. Ülkede varlığını sürdüren nükleer tesisler ve füzeler 1993 yılında Moskova’ya devredilirken, var olan 7 adet Sovyet askeri üssü de belli sürelerle de olsa kiralama suretiyle Rusya’ya verildi.

Kazakistan’ı 28 yıl boyunca yöneten Nazarbayev, Rusya ile ilişkilerini iyi tuttuğu gibi, Batıyla da ilişkilerini güçlü şekilde sürdürdü. Muhalefeti baskı altında tutan, dini gruplara kısıtlamalar getiren ve başörtüsünü yasaklayan Nazarbayev hakkında yolsuzluk iddiaları da ortaya atılmasına karşın 2010’da Nobel barış ödülüne aday gösterildi. 2011 yılında ise Kazakistan yine büyük çaplı gösterilere sahne oluyordu. İsrail’den ülkeye başbakan düzeyinde ilk ziyaret 2016 yılında Rusya’nın da İsrail’le yakınlaştığı sıralarda gerçekleşmişti. 2019’da 79 yaşında görevinden istifa eden Nazarbayev’in yerine vekaleten bakan Tokayev, 10 Haziran’daki seçimlerin ardından Devlet Başkanı oldu.

Kazakistan-Çin İlişkileri

Çin’in dünya ticareti üzerinde önemli etkileri olmasına karşın artan hammadde ve enerji ihtiyacı doğal olarak yüzünü, yeraltı kaynakları ve enerji kaynaklarının bolluğu açısından Kazakistan’a da çevirmesine sebep olmuştur.

Çin’in küresel projesi Bir Kuşak Bir Yol girişimi kapsamında Kazakistan, Türkiye ve Azerbaycan üç önemli ülke olarak bu projede değerlendirilmektedir. Bu üç ülke Çin’le doğrudan ticaret yapan ülkeler olması ve proje kapsamında da Çin’in en fazla yatırım yaptığı ülkeler olması nedeniyle önemli bir yere sahipler.

Çin’in Orta Asya’daki en büyük ekonomi ve ticaret ortağı olan Kazakistan’ın Hazar bölgesinin Batı kıyıları ile Çin’le uzun bir ortak kara sınırına sahip olması sayesinde, Çin’in Avrupa’ya açılan ana kapısı pozisyonunda yer almaktadır. Çin, Kazakistan enerjisinin de bir numaralı ithalatçısı durumundadır. Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev, Çin’in Orta Asya ülkelerindeki 40 milyar dolarlık yatırımının yarısından fazlasının Kazakistan’da olduğunu belirtmiştir.

Türk Birliği Teşkilatı

Türk Devletleri Teşkilatı ya da Türk Konseyi adı altında 2009 yılında ilk olarak 4 ülkenin katılımı ile kurulmuştu: Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan ve Türkiye. Bundan 10 yıl sonra Özbekistan tam üye olarak birliğe kabul edilirken, Macaristan ve Türkmenistan’a ise gözlemci statüsü verilmişti.

Türk devletleri arasında kapsamlı işbirliği yanında bölgesel ve küresel bir güç merkezi olmayı hedefleyen teşkilat son toplantısını 12 Kasım 2021’de İstanbul’da ‘Dijital Çağda Yeşil Teknolojiler ve Akıllı Şehirler’ temasıyla gerçekleştirmişti. 121 maddelik bir sonuç bildirgesi yayınlanmış, Türk Dünyası vurgusu yapılan bildiride önümüzdeki 4 yıla ilişkin Stratejik Yol Haritası hazırlığına başlandığı duyurulmuştu.

Kazakistan’daki olaylar göstermiştir ki 2009 yılından bu yana faaliyetini sürdüren Türk Devletleri Teşkilatı hala bir etkinliğe ve yaptırım gücüne sahip değildir. Tokayev, Kollektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nü göreve çağırırken Türk Devletleri Teşkilatı’ndan herhangi bir yardım talebinde bulunmamıştır. Teşkilat açısından, olaylar bir sınama niteliği taşımıştır. Kazakistan kurucularından biri olmasına karşın teşkilat, siyaseten kınama mesajları vermekle yetinmek zorunda kalmıştır. Olayların akabinde Kazakistan üzerinde Rus nüfuzu artarken, teşkilatın gücünün ne kadar zayıf olduğu da belirginleşmiş oldu, güçlendirilmek istenen teşkilat yapısı daha başlangıçta ilk darbesini almış oldu.

Bölgede çıkarlarını ve dengelerini korumak için yer alan bir diğer ülke de ABD. Kazakistan’da olayların başlamasının ardından ilk tepki Rusya’dan gösterilmiş ve dış güçler ya da karanlık odaklar suçlanmıştı. Küresel sisteme işaret eden bu ifadeler, başta ABD olmak üzere sistemin kurucusu olan Batıya işaret ediyor.

Ukrayna, ve Belarus’ta Batı’nın baskısına karşı yeteri kadar tecrübe kazanmış olan Rusya olayların başlaması ile birlikte süratle tepki vermekte gecikmedi.

Salgın sonrası küresel çapta tedarik zincirindeki bozulma ve enerji krizi ilk olarak Kazakistan’da siyasi kaosa neden olurken, benzine yapılan anormal zamlar kitlesel yoksulluğun ve Tokayev dönemi de dahil olmak üzere uzun yıllardır baskı altında yaşayan halk için bir kıvılcım niteliği taşıyor.

Bununla birlikte ABD’nin Rusya’yı çevrelemek üzere Ukrayna, Belarus, Moldova ve Gürcistan üzerinden yürüttüğü planların Kazakistan üzerinden de sürdürdüğü, bununla birlikte Kazakistan’da görece büyük yatırım sahibi Çin’in de Rusya ile zapturapt altına alınmak istendiği anlaşılıyor. Bu bağlamda, başka birçok yerde  uygulandığı gibi, toplumda ortaya çıkan kıvılcımın desteklenerek siyasi sonuçlara tahvil edilmek istenmesi küresel sistem açısından tabi bir sonuçtur.

Yeraltı kaynaklarının büyük bir bölümünü ihraç eden, Nursultan Nazarbayev ve ailesi ülkenin zenginliği üzerine adeta karabasan gibi çöken Kazakistan’da, halkın büyük bir çoğunluğu sefalet içinde ve aylık 70 dolar gibi bir ücretle yaşamaya gayret etmektedir. Bir tıp doktorunun maaşı 100-150 dolar arasında değişmektedir. Düşük maaş politikası beraberinde rüşvet ve yolsuzluğu da getirmiştir. Halkın yoksulluğu ve huzursuzluğu yönetime karşı duyduğu öfkeyi de perçinlemiştir. Çıkan olaylar Rusya’nın gücü ile bastırılmış ancak  olan yine halka olmuştur.

Ülkeler her ne kadar gayri safi milli hasıla açısından büyük rakamlara ulaşsa da bu rakamlar halkı değil de sadece bir elit azınlığı kapsıyorsa o ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliği halka hiçbir şey ifade etmiyor demektir. İslam’ın güzel özelliklerinden biri de kuşkusuz kapitalizmin aksine zengin ve fakir arasındaki mesafenin daraltılmasıdır. Gelirin tüm kesimlere adil dağılımını sağlayarak servetin belli ellerde toplanarak toplumu köleleştiren bir baskı aracına çevrilmesine izin vermez. Kazakistan’ın oraya buraya değil İslam’a yüzünü çevirerek İslam’la dirilişini sağlaması gerekmektedir. Kazakistan’ın halkına yapabileceği en büyük iyilik de kuşkusuz yüzünü doğu ya da batıya çevirmesi olmayıp İslam’a çevirmesidir.

İKTİBAS (Şubat ayı yorumu)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *