İngiliz hükümetinin geleceği

İngiliz hükümetinin geleceği

Johnson, her ne kadar kurallara uymamış olsa da aslında bu durumun bir krize dönüşmesinin nedeni Brexit’ten bu yana İngiliz iç siyasetinin içinde bulunduğu kamplaşma.

Muhammed Çağrı Bilir/AA

İngiltere’de Brexit tartışmalarının yaşandığı ilk günden bu yana sürekli yeni bir konu üzerinden alevlenen iç siyaset, Başbakan Boris Johnson’ın koltuğunun hiç olmadığı kadar sallandığı söylentileriyle karışık bir hal aldı.

Geçen haftalarda, Kovid-19 nedeniyle insanların kendi evlerinde dahi kalabalık gruplar halinde bir araya gelmelerinin yasak olduğu bir dönemde Başbakan Johnson’ın bir dizi ev partisine katıldığı tespit edilmişti. Öyle ki Başbakan’ın 12 farklı partiye katıldığını gösteren yaklaşık 300 fotoğrafın ortaya çıkması hem parti içi muhalefetin hem de diğer partilerin uzun zamandır arayıp bulamadığı bir fırsata dönüştü.

“Halkına yalan söyleyen ve yasalara uymayan bir başbakan” olduğu gerekçesiyle başta İşçi Partisi lideri Keir Starmer olmak üzere muhalefet liderlerinden istifa çağrıları geldi. Muhafazakar Partinin Peter Aldous gibi bazı önemli isimleri de başbakanlarının arkasında durmamayı tercih etti. Son olarak Johnson’ın yakın çevresinden beş üst düzey yöneticinin istifası ülkede büyük yankı uyandırdı.

Kriz Johnson’ı en zayıf anında yakaladı

Boris Johnson’ın başbakanlık koltuğunu hak etmediğine dair muhalefetten gelen sert yorumlar aslında ilk değil. Brexit sürecinde baş aktör olarak seçmende oluşturduğu imajıyla seçimlerde de başarılı olan Johnson, İngiltere’de siyasi elitlerin ve çoğu medya organının gözünde popülist bir liderden fazlası değil. Bu algıyı toplumda kabul görür hale getirmek için de var güçleriyle çalışıyorlar. Her ne kadar imaj itibarıyla eski Amerikan Başkanı Donald Trump gibi dalga geçilen bir profil olsa da Johnson’ın parti içindeki bazı çatlak sesler dışında şu ana kadar gücünü korumayı başardığı söylenebilir. Partinin bir sonraki lideri olmaya aday gösterilen Dışişleri Bakanı Liz Truss gibi güçlü isimler şu durumda bile Johnson’ı yalnız bırakmadı.

Ülke genelinde yapılan anketlerde iktidar partisinin ana muhalefet İşçi Partisinin gerisinde kaldığı haberleri birçok gazetede yer buluyor. Kovid-19 sebebiyle kilitlenme noktasına gelen sağlık sisteminin maliyetlerini karşılayabilmek için vergi oranlarında artışa gidilmesi, enflasyonun son 30 yılın en yüksek seviyelerine çıkması ve son günlerde elektrik ve doğal gaz faturalarına yansıyan ciddi zam oranları Johnson hükümetinin başını ağrıtan konuların başında. Dolayısıyla kamuoyunda “Sue Gray Raporu” olarak bilinen ve Kovid-19 kısıtlamalarını ihlal ettiği gerekçesiyle devam eden soruşturma esasında Johnson’ı olabileceği en zayıf anında yakaladı.

Muhalefet tüm fırsatları değerlendiriyor

Avam Kamarası’nda suçlamaları kabul edip özür dileyen Johnson, her ne kadar kurallara uymamış olsa da aslında bu durumun bir krize dönüşmesinin nedeni Brexit’ten bu yana İngiliz iç siyasetinin içinde bulunduğu kamplaşma.

İngiltere iç politikasında Brexit’e kadar en şiddetli tartışma konusu AB’nin ülke çıkarlarına ne kadar hizmet edip etmediğiydi. AB’nin güvenlik ve dış politika dışındaki birçok konuda kimilerine göre üye devletlerin egemenliklerine zarar verecek düzeyde otonom karar verme yetkisine sahip olması, İngiltere’de toplumda da tabanı olan bir AB karşıtlığı oluşturdu. Ülkede AB karşıtı damarın bu kadar güçlü olması ve Johnson’ın bu kitleleri arkasına alarak seçimi kazanması Brexit karşıtları için çok büyük bir kayıp oldu. Dolayısıyla başta İşçi Partisi olmak üzere muhalefet, siyaseten rüzgarı ters çevirebilmek adına önemsiz görülebilecek konuları dahi Johnson’a karşı oluşturdukları “Trump benzeri popülist lider” algısını güçlendirmek için kullanıyor.

Öte yandan Johnson için medyada çizilen “Trump benzeri popülist lider” imajı, İngiltere’de liberal kamuoyunun ve onların temsilcileri muhalefet partilerinin bir yanılsamasından kaynaklanıyor. Trump, Cumhuriyetçi kanada sonradan eklemlenmiş, zengin ve siyasete girmeden de tanınan medyatik bir profildi. Ancak Johnson, Londra Belediye Başkanlığı dönemindeki icraatı ve AB karşıtlarının taleplerini karlı sayılabilecek bir Brexit süreciyle tamamlamış olmasıyla halkta karşılık buluyor.

Hükümetin karnesi

İngiltere’de Kovid-19 dönemi boyunca AB üyesi ülkelerin aksine aşı tedariki ve kısıtlamalar esnasında vatandaşa yapılan yardımlarla hükümet bugüne dek başarılı bir grafik çizdi. Ülkenin güneyi ve kuzeyi arasında var olan refah düzeyi farkına işaret edilerek, bu asimetriyi dengeleyecek bir dizi çalışma başlatıldığı biliniyor.

Öte yandan salgınla beraber lojistik ve enerjideki pahalılığın da etkisiyle artan enflasyonla zor duruma düşen milyonlarca vatandaşa rağmen vergi ve faiz artışlarında geri adım atılmış değil. Söz konusu zamlardan etkilenecek iki milyona yakın vatandaşın Muhafazakar Partinin en yoğun destek aldığı bölgelerde yaşıyor olması gelecek seçimler için bir dezavantaj.

Johnson’ın popülaritesinin esas kaynağı AB ile ilişkiler bazında dış politika idi. Kuzey İrlanda meselesinde AB’ye taviz verilmemesi, Fransa’ya atılan AUKUS çalımı, başta Körfez olmak üzere farklı bölgelerdeki ekonomik ve askeri angajman, Ukrayna krizine yönelik söylemler İngiltere’nin bugün de proaktif bir dış politika izlediğini gösteriyor.

Ancak Johnson iç politikada bu kadar etkin olamıyor. Nitekim iç siyasette, AB sonrası kısa vadede yaşanması beklenen zorluklara salgının neden olduğu ekonomik daralma eklenince, salgın kurallarına uymamak gibi bir mesele hükümetin düşürülmesi tartışmalarına yol açtı. Krizin geleceği kısa vadede iktidar partisindeki kulislere ve devam eden soruşturmaya; orta vadede vergi ve enflasyon artışlarının nasıl karşılık bulacağına bağlı.

Johson istifa etmek istemiyor

Gelinen aşamada Johson’ın başbakanlıktan istifa etmek gibi bir niyeti olmadığı anlaşıldı. Süreç, soruşturmanın gidişatıyla şekilleneceğe benziyor. Muhalefet ise Muhafazakar Parti milletvekillerinin Başbakan’ın istifası için çağrıda bulunma ihtimaline bel bağlıyor. Ancak şu ana kadar birkaç milletvekili dışında böyle bir talep açıklanmadı. Bu kapsamda kaç kişinin güvenoyu çağrısı yaptığını bilmek mümkün değil. Zira 54 kişiye ulaşmadan parti yönetimi herhangi bir açıklama yapmıyor. Dolayısıyla bu seçeneğin ne kadar muhtemel bir senaryo olduğu halen tartışma konusu.

Yakın tarihte Theresa May benzer bir süreç yaşamış ve güven oylamasında meclis çoğunluğunun desteğini almış olsa da tartışmalar bitmediği için altı ay sonra istifa etmişti. Yani Muhafazakar Partide istifa seçeneği uzak bir olasılık değil. Ayrıca parti içinde Hazine Şansölyesi Rishi Sunak’ın bir sonraki parti lideri olmak için çalışmalar yürüttüğü de dile getiriliyor. Johnson’ın ise bir süredir parti içinden darbe yememek için yoğun mesai harcadığı biliniyor.

Sonuç olarak ülkedeki kriz ortamının geleceğinin kısa vadede mecliste iktidar partisi blokunda dönecek kulisler ve devam eden soruşturmaya; orta vadede ise vergi artışları ve enflasyon oranlarının toplumda ne tür bir karşılık bulacağına bağlı olduğunu söylemek mümkün.

[Muhammed Çağrı Bilir İngiltere’de Leeds Üniversitesinin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler doktora programında, uluslararası İlişkiler teorileri ve Avrupa Birliği güvenliği üzerine araştırmalar yapmaktadır]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *