Hiç görmediği Amerikalı Yahudi bir ailenin çocuğu olan, toplamda on bir mektup ile fikirlerini öğrendiği Meryem Cemile’ye evini ve yüreğini açan Mevdudi, 1962 yılında, küfrün merkezindeki Müslüman kardeşine, insanın burnunun direğini sızlatan ifadeler yazar…
Alaaddin Aydın/Venhar
Meryem Cemile ismini tesadüfen izlediğim bir videoda işitmemiş olsaydım, müstesna bir Müslüman kardeşimin varlığından haberdar olamayacaktım. Meryem Cemile ismini biraz araştırmaya başlayınca Mevdudi ile mektuplaştığını ve bunu kitaplaştırdığını öğrendim.
Bu yazımızda, Amerika’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak yetişen ve asıl adı Margeret Marcus olan genç bir hanımın Müslüman olma sürecini ve Mevdudi ile mektuplaşmalarını anlatan bir kitaptan bahsedeceğiz. Türkçesi Akabe yayınlarından çıkan kitap, 120 sayfadan oluşuyor. Bu müstesna kitabın 1986 yılındaki ilk baskısından sonra ikinci baskısını yapmaması ise çok ilginç. Kitap maalesef ancak sahaflarda bulunabiliyor.
Meryem Cemile, Amerika’da İngilizceye çevrilmiş İslami eserlerin hepsini okuduktan sonra daha ayrıntılı bilgi edinmek, Müslüman olmanın ne olduğunu daha iyi anlamak, İslam ülkelerinde olup biten akımları yakından tanımak amacıyla birçok Arap ve Pakistanlı Müslüman genç ile yazışmaya başlar. Bu mektuplaşmalar çok uzun sürmez. Onlarda keşfettiği Batılı yaşam tarzı ve hayranlığı kendileri ile çelişkileri, İslam akaidine olan gizli husumetleri ve bunu hiç gizlememeleri onu hayal kırklığına uğratır. Mektuplaşmalarının yönünü olgun ve etkin Müslüman liderlerle, özellikle de ulema ile sürdürmeğe karar verir. 1960 yılına kadar, içlerinde Muhammed el-Bahai, Hamidullah, Said Ramazan vb. o dönemin önde gelen düşünürlerin de olduğu yazarlar ile mektuplaşır. O sırada Mısır’da zindanda bulunan Seyyid Kutup ile mektuplaşmak için gayret sarf eder. Amerikan basınında Hasan el-Benna ve İhvan-ı Müslimin’in çalışmaları geniş ölçüde lehte ve aleyhte işlendiği için, onlar hakkında da bilgi sahibi olur. O sıralarda Amerikan basınında Mevlana Mevdudi ve Cemaat-i İslami yeterince ilgi çekmiyordur. İslam dinini araştırmak için cesurca adım atmaktan sakınmayan Meryem Cemile on yıldır İslami konuları içeren tüm İngilizce kitap ve süreli yayınları okumasına rağmen, o zamana kadar Mevdudi hakkında hiçbir şey duymadığını söyler. Mevdudi ismine ilk olarak, “En Doğru Yol İslam” adlı kitapta rastlar. Bu alışılmadık tipteki Müslüman aydın ile mektuplaşmak ister. Mevdudi’ye ilk mektubunu yazar. Mevdudi ile ortak görüşlerinin olması ileride hayat felsefesini derinden etkileyeceğinin farkında olmadığını belirtir. Meryem Cemile Amerika’da yaşamasına rağmen, Mevdudi ile mektuplaşmadan önce de, İslam’ı müdafaa sadedinde makaleler yazıyordur. Mevdudi ile mektuplaşmalarının sonucunda bilgi ve görüşlerinin genişlediğini, yazılarının net ve kaliteli hale geldiğini açık yüreklilikle söylemektedir.
“Mevdudi gibi bir yol göstericiyle karşılaşmış olmayı ancak Allah’ın bir lütfu olarak değerlendirebilirim” diyen Meryem, “Onun vesilesi ile Allah’ın bana lütfettiği bu yeni iklimin bereketli toprağı bana anlamlı, yeni ve huzurlu bir hayat için her türlü imkânı sunuyordu” diye ekleyerek Mevdudi’nin hakkını teslim eder.
1960 yılına gelinceye kadar Meryem Cemile, İslam dünyasının entelektüel çevrelerinin savunduğu görüşlere karşı reddiye türü makaleler yazmaktadır. Ali Abdurrazık, Seyyid Ahmet Han, Taha Hüseyin, Ziya Gökalp vb. şahsiyetlerin görüşlerini ret ettikten sonra bu şahısların fikirlerine karşı makaleler ve kitaplar kaleme alır. Bu Meryem, 1960’lı yıllarının Amerika’sında Yahudi bir ailenin çocuğu olan, yaşadığı yerde bir Müslüman’a rastlayamamanın eksikliğini hisseden, İslam’a şiddetle ilgi duyan yalnız başına bir Meryem’dir…
Yukarıda ismini zikrettiğimiz şahsiyetlerin görüşlerini reddeden Meryem Cemile, şu cesur sözleri dile getirir: “Bütün bu Müslüman adlı ilericiler herhangi bir harici düşmandan çok daha tehlikelidirler. Çünkü bunlar İslam’ın temellerine içten saldırmaktadırlar.”
Mevdudi, Meryem Cemile’nin mektuplarına kayıtsız kalmaz. Hatta ona neredeyse bir kütüphane teşkil edecek hacimde İngilizce kitap ve risalelerinden gönderir. Mevdudi, Meryem Cemile’nin makalelerini okurken sanki kendi fikirlerini okuyormuş hissine kapılır. Birbirlerini hiç tanımadıkları halde olaylara aynı pencereden bakmalarının sebebinin, bilgiyi tek ve aynı kaynaktan almaları olduğunu belirtir. Meryem Cemile’nin yakındığı ve “harici düşmandan” daha tehlikeli saydığı düşünürler için Mevdudi: “İslam ülkelerinin en kötü üretimleri” olduğunu belirtir. Batı sömürgeciliğinin en önemli etkisinin, siyasi veya ekonomik olmaktan ziyade Müslümanların zihninde açtığı yara olduğunu, bunların fikri köle olarak yetiştirildiğini, siyasal olarak bağımsız olmalarına rağmen bu köleleri Müslüman ülkelerde bıraktıklarını söyler. Mevdudi, Meryem Cemile ile aynı düşüncelere sahip olmalarına hem sevinmekte hem de şaşırmakta, “Amerikalı bir kız nasıl böyle net ve asli bir İslami düşünceye ulaşabiliyor?” diyerek merakını belirtmektedir.
Daha ilk mektubunda Meryem’i, “Ramazan orucunu bizimle tutabilirsiniz. Bu beni ve ailemi çok memnun edecektir” diyerek Pakistan’a davet eder.
Meryem Cemile, Amerika’dan Batı modernleşmesini ve İslam dünyasına etkilerini tespit ederken, Pakistan’dan Batı’yı ve İslam dünyasını okuyan Mevdudi de aynı tespitleri yapmaktadır. Birbirini görmemiş iki insanın olaylara bu şekilde bakabilmeleri şaşırtıcı olsa gerekir. Mektupları okudukça şaşkınlığımız devam etmektedir. Meryem Cemile, içinde yaşadığı toplumdaki yalnızlığını dile getirirken, Mevdudi: “ Siz, Kuzey Kutbu’na dikilmeğe çalışılan tropikal bir fidan gibi kaçınılmaz zorluklarla karışılacaksınız” dedikten sonra “İki alternatif arasında seçme yapmalısınız ya Amerika’da kalıp kuracağınız bir grupla İslam’ı açıktan tebliğ etmeye başlamalısınız, ya da Pakistan’a göçmelisiniz” demektedir.
Meryem Cemile, Batı’nın kadına bakışını eleştirdikten sonra o döneme göre Batılı bir kadından beklenmeyecek şu dikkat çeken Kur’an-i tespiti yapmaktadır: “Her kadının mümkün olan en iyi eğitimi alması gerektiğine inanmakla beraber, kadının iş âleminde erkeklerle yarışmalarına karşıyım. Bence kadının yapacağı en iyi şey, çocuk bakımını anaokullarından evlere kaydırabilecek ölçüde çocuk terbiyesi öğrenmesidir”.
Meryem, “Beş gün önce Bayram namazında, iki Müslüman arkadaşın şahitliğinde Kelime-i Şehadet’i Arapça telaffuz edip, dini bütün bir Müslüman oldum. İslami adım Meryem Cemile oldu. Bundan böyle her yere bu imzayı atacağım. Ailem ve çevrem bu isimle çağırmamakta inat ediyorlar. Bu konuda ısrarcı olmayacağım. Sizinle ve din kardeşlerimle sadece bu ismimi kullanacağım. Yeni ismimden çok gurur duyuyorum” diyerek Mevdudi’yi sevindirir.
Mevdudi ise bu paylaşım karşısında, “Şehadet getirerek Müslüman olduğunuzu ilan etmenizi, İslam kardeşliğinin bir neferi olduğunuzu ve İslami bir isim almanızı öğrenmek beni yürekten sevindirdi. Bütün bunlar, geçirdiğiniz fikri aşamaların tabii bir sonucu olarak vuku buldu. Allah’tan dilerim ki bu amellerinizi dergâhında kabul eder ve size İslam’ı yaşamanız ve tebliğ etmeniz için güç ve cesaret verir. Böylece siz de çevrenizde İslam’ı yayarsınız” diye sevincini ifade eder.
Meryem Cemile; Muhammed Esed, Muhammed İkbal, Şah Veliyullah vb. şahsiyetler hakkında sorular sorar. Mevdudi kendisine, adı geçen şahsiyetlerin fikir dünyalarındaki sapmalarından ilginç örnekler verir.
Meryem Cemile, Mevdudi’ye olan hislerini “Sanki çok yakın bir ‘akrabammışsınız gibi kendime yakın hissediyorum. Oysa henüz sizi görmüş bile değilim” diye ifade eder. Mevdudi daha önceki teklifini yenileyerek artık Amerika’da yapacak bir şeyinin kalmadığını, Pakistan’a gelmesinin en doğru karar olduğunu, geldiği takdirde ona her türlü yardımı yapacağını söyler.
Hiç görmediği Amerikalı Yahudi bir ailenin çocuğu olan, toplamda on bir mektup ile fikirlerini öğrendiği Meryem Cemile’ye evini ve yüreğini açan büyük Mevdudi, 1962 yılında küfrün merkezindeki Müslüman kardeşine, insanın burnunun direğini sızlatan şu ifadeleri yazar: “Yine de sizi ailemin bir ferdi olarak karşılamaya hazırlanıyorum. Sizi Medineli ilk Müslümanların, Mekkeli Muhacirleri ağırlayıp bağırlarına bastıkları tarzda karşılamağa hazırlanıyorum. Sizin de Mekkeli Müslümanlar gibi hicret ruhuyla yola çıkmanızı diliyorum. Hatırlayacağınız gibi hicret olayının da, Mekke’den hicret edenlerle Medine’de onları karşılayanlar arasında akrabalıktan daha güçlü bağlar oluşmuştu. Bizim bağlarımızın da kan bağından daha güçlü olmasını diliyorum.”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *