Allah’a Davetin İz düşümü

Allah’a Davetin İz düşümü

Davet, insanın “uyarılmasına” dair bir sorumluluktur. Korkudan bizi emin kılacak ve de üzülmeyeceklerden olmayı sağlayacak kadar değerli, kıymetli bir işlevsellik taşır. “Tabiatın güneşe muhtaç kılınması gibi değerli”.

Rıdvan Dinçer / İslam ve Hayat

Hamd, kendisine muhtaç olmaktan ve kulluk etmekten şeref duyduğumuz Allah’adır/Allah’ındır.

Öncelik sorunu doğru anlaşıldığında insan için yol kolaylaşır kanısındayım. İnsan hayatının korunmasının önceliği tartışma kabul etmeyecek kadar öncelikli bir konudur ki doğru bir yaklaşımdır. Allah bu nedenle hayatın korunması prensibini yasalaştırmış “zorunlu/zaruri hallerde” koyduğu yasakları zaruriyat miktarınca askıya aldırtır ve konu beslenme ve benzeri durumlar olduğunda hayatın korunması eyleminden kaçınılması halinde kulu sorumlu tutar. Hayat önemlidir dünyada da ahirette de öyledir. Biri geçici/kısa, biri kalıcı/sürekli bir hayat. Ölümün öldürüldüğü (olmadığı) bir hayatta doğru yolculuğumuz söz konusu konaklayacağımız mekanların sahibi ister ki; Şükreden bir kul olarak dünya hayatımızı süsleyelim ve rızası ile cennet ile ödüllenelim. Nankörlük/küfran ile sürdürülen hayatlar için ise; Hayatı korumak değil de ölmek istenecek “ah keşke toprak olsaydım” denilecek yani nasıl olursa olsun kim yaparsa yapsın öldürsün de sonucunda yokluğa karışayım! Yokluğu istemek dünya hayatını süren insanın tabiatına aykırı bir söylem ama bir sonraki hayat için hiçte öyle değil. Bu neden ile yüzü/yönü Allah’a dönük olmayanların Allah’a (itaate) davet edilmeleri hayatların korunması en öncül gündem ve yükümlülüktür.

Davet işlev olarak müstakil kitabların konu edinilerek yazıldığı devasa içeriğe sahib olan bir konudur. Davetin şubeleri bile konu edildiğinde müstakil kitablar haline dönüşebilecek hayat gerçekliği/halleri içerir. Bu nedenle bu konuda sarf edilecek tanımlamalarım, davet konusundan küçücük bir demet sunumudur. Allah’a davet Adem (a.s.) ile başlayıp kıyamete kadar gelecek olan insanın “uyarılmasına” dair bir sorumluluktur. Korkudan bizi emin kılacak ve de üzülmeyeceklerden olmayı sağlayacak kadar değerli, kıymetli bir işlevsellik taşır.

Tabiatın güneşe muhtaç kılınması gibi değerli”

Davet etmek nedir, neye davet edilir, niçin ve nasıl davet edilir, davet edenin taşıması gereken vasıflar var mıdır, davet ederken karşılaşılabilecek olgular nelerdir gibi, yapılan davetin kendi içinde şartları ve gerçeklikleri vardır. Başarılı ve yerinde bir davet için kullanılacak kılavuz/yol gösterici/hidayet rehberi olan “Kur’an” aşılması zor görünen tüm kilitleri/olayları sağlıklı yönetmeyi sağlayarak “Benliğimizi güçlendirici ve sarsılmaz kılıcı bir destek sağlar” davet edeni ve yol göstereni Allah ise bir insanın zor olanı elinde kolaylaştırır elbet.

İnsanlar Allah’a ve de Allah’a davete yabancılaştı!

Neden ve Nasıl yabancılaştı sorusu tefekkür edildiğinde, hayat sürdüğümüz ortam ve karşılaştığımız durumlar özetle “Dünya hayatını satın alırcasına onunla yetinmeye çalışan / dünyevileşen / sekülerleşen insan” portresi zihnimizde canlanır. Hayat sürdüğümüz bu zaman diliminde Allah’a davet ifadesi işitildiğinde ilk bakışta insanlar duraksayabilir, Allah’a davet de neymiş diye tanımlamayı garib karşılayabilir. Bu ifade üzerinde hafiften düşünülmeye başlanınca daha önce ışığı söndürülmüş beyin odacığı aydınlanır böylece Allah’a isyandan kaçınma ve itaat etmeye davet olduğu anlaşılır. Yani yaratılış amacı fıtri olarak benliğimizin bir parçası olduğundan yaban düşmez. Yapılan davet/iletişim… karşılığında muhattabtan faydalanmak bir yana, muhatabın faydasına olanı ona vermek şeklinde cereyan ettiğinden. Allah’ı dikkate almayıp önemsemeden sürdürülen hayatlara dur! çağrısını dile getirmek insanlık için hayatiyet taşıdığı gibi, bu çağrıya muhattab olmak ise bir insanın bir insandan alabileceği en kıymetli değerdir. Aslen “Allah’a davet”, tanımı unutulamayacak ve kendisinden haberdar kalınamayacak kadar insanın aşina olduğu bir ihtiyaç ve hakikattir. Bu davet empatinin de ötesinde, kişinin kendisiyle hayat bulduğu “kıymetliyi” bir başkası ile paylaşması olduğu gibi, insanlık için ortak olan faydayı da elde etme çabasıdır.

Allah’a davet ifadesinin sağlıklı olarak bizde bir karşılığı ortaya çıkması için üzerinde biraz durmamız ve düşünmemiz gerekmekte, kimler bu davete muhtaç (davet kitlesi), davette izlenecek aşamalar, davetin esasları var mı gibi aslen bu sorular çoğaltılabilir ve bu soruları çoğaltmak davetçinin işi, davetçi sorduğu her sorunun cevabı olarak hidayet rehberinde bir yasa ile karşılaşır. Bazen bu yasalar mimiklerimizin hallerinden bile bizi sorumlu tutar. “Davetin de yasaları vardır”, ilahi rızaya davet edilenin de icabet etmesi gereken yasalar vardır. İlk insanlar olan baba ve annemiz suç işledi ve konum değişimi yaşadılar, bunun neticesini durumu Rabbimiz ayette şöyle bildirir:

“Dedik ki: Ondan (cennetten) toplu (cemiân) olarak inin. Bundan sonra size Benden bir hidayet (yol gösterici esaslar) geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” Bakara Suresi 2/Ayet 38 

Ayette, İnsanlığın kıyamete kadar sürecek yolculuğunda süreceği izler bildirilmiş oldu.

Size benden ifadesi ile, belirleyiciliğin ve yol gösterici olmada yetkinliğin Allah’a ait olduğu, hidayetin esaslarının Allah tarafından belirlenebileceği, seçilen ve gönderilen hidayet rehberleri izince yol alınması ile insanı baş başa bırakır. “Ya kefur/nankör ve inkarcı olunacak ya da şekur/nimet ve teşekkür ile hem hal olunacak” İki yol! Başka bir yol yok veya ara bir yol, ara bir form yok.

Hidayet geldiğinde ifadesi ile; Kitab ve Resullerin/elçilerin Allah tarafından gönderileceğinin ve insanın rotasız bırakılmadığı, bırakılmayacağı bilgisini verir.

Kim benim hidayetime tabi olursa (uyarsa) ifadesi; indirilen yol gösterici esaslara tabi olmayı arzulayıp dileyenlerin/isteyenlerin ancak doğru istikamete sevk edileceğini korkudan ve hüzünden ancak böyle güvene erişilip “kıvamında bir hayat ve bir sonuç” elde edileceğini bizlere öğrettiği gibi, insanın önünde birçok batıl yolların türetileceğini, neticesinde korku ve üzüntülerin ve de telafisi mümkün olmayan çapta insanı hüsrana sürükleyeceğini öğretir.

İnsana kendisinin değerini fark ettirmek

“Güven duygumuzun sığınacağı limanlar” en kıymetli bir değer haline yükseldiği bir zaman dilimindeyiz, insan güvensizlik girdabında, arayıştan uzak, korku ve belirsizlik yüklü, hazır olanı tüketmek ile tükenişini yaşıyor. Elbette “El Emin/güvene dair olan her şey Rabbimizdedir / Rabbimizdendir. Güvenli liman olmak veya güvenli limanlara demirleme çabası güven dünyamızın odağı “O”na bel bağlamak ile güvene erer. İman edenler hem birbirleri için hem de diğer insanlar için güvenli liman olduklarından mü’min ismi ile vasıflandırılırlar.

Sahi, İnsanın kendi değerinin farkına varamayışı kadar acı bir durum var mıdır? Bir suç makinası gibi hatayı ve yanlışı kendi benliği dışında anlamlandırmış ve suçlular üreterek kendini temize çıkarma ruh hali ile battıkça batıyor. Zarar hanesi kabarmakta hüsrana doğru yolculuğu sürmekte iken, bu süreçte insanın kendi değerinin farkına varışında rol almak / Allah’a davet etmek iman edenler üzerinde bir sorumluluktur. Nereden başlanmalı diye akademik bir program arayışına gerek kalmayacak kadar doğal, sade, yalın bir hal ile “Allah’ın seni (bizi) bağışlamasını ister misin! (hal dili ile) diyerek hiçte yabancı olmadığı, yaratılışının/fıtratının derinliklerinde kodlanmış olan Allah’a iman için bir vesile kapısı olunabilir. İnsan kendi değerini fark ettiğinde gücü açığa çıkar. Bu güç ile artık insan hayat kurtarma faaliyetlerinde/davette hayat bulur!. Bir insan başka bir insanın değerini fark edib bu değeri örttüğünde, ilgi göstermediğinde, bastırdığında böyle bir durumda İnsan değerli olabilir mi! Kitab okuyup anlayan olunsa da, şekilsel secdeden öteye gider mi bu davranış?

Hidayet erleri/Davetçileri artıkça dünyanın/hayatın imarına açılan kapılar bir bir aralanır… Şirkten şükre doğru bir yolculuk. Yangın önleyici bir bilinç ile. Evet her çıkan/yanan yangının gözetlendiği ve söndürme faliyeti icracılarının bol olduğu “Can kurtaranlar ordusu” (Biiznillah)

Hidayet bulaşıcıdır!

Davetçilerin davet hususunda net ve kararlı duruşları dine ait olan çağrıda eğip bükmeden ezilip büzülmeden dinin izzetini kuşanmışlık ile kendilerine fayda verici olana çağrıyı yüksek tutmaları gerekmekte. Davet toplumun derinliklerinde olması gerektiği kadar, Allah’a ve Resulüne itaatten uzak olan “Rejim” erlerine de yapılmalı ve ihmal edilmemeli. Bu davetin sürdürülebilir olması için “merkeze” biz bireylerin kalıcılığı değil de “davetin kalıcılığı/sürekliliği prensibi” yerleşik olmalı, davetin sürdürülür olma çabası insan/lık için fayda sağlayacaktır. Güçlü bir davet karşısında Rejim erlerinde/yönetim erkinin, genel karekteristik eğilimi ya karşı bir duruş sergilerler ya da yumuşak bir geçiş sağlatarak kendi sistemlerine entegre ettirmeyi hedeflerler, bunun için gerek derinden gerekse açıktan “davetçilere karşı davet operasyonları uygularlar” kontrol onlarda iken görünürde hiçte acele etmedikleri izlenimi verirler…

Rejimin/yönetim erkinin eğilimi doğrultusunda halklar üzerinde “dezenfarnasyon/algı yönetimi” uygulanarak davetçilere bakış açısı şekillendirilir. Genelde davetçiler “öcü/şeytanlaştırılma” konumunda takdim edilir. Davetçi kendisine kurulan tuzakların bilincinde olarak bu oyunlara gelmemeli, muhtaç olan halkları rejim erlerinin kucağına (batıl olan sistemlerinin savunuculuğuna) itmemelidir. Toplumu yöneten en zirvedekilerden tutun da en alt tabakasına kadar; Allah’a davete muhtaç olan “zaaflı” insanlardan oluşur. İşgal edilen makamlar ve yapılan icraatlerin sürekli gündem doldurması aldatmasın. Her işin kendisine ait sağlaması vardır. Allah’a davetin ve davete icabet etmenin sağlaması da Allah ve resulüne açıktan olan bağlılık ve yöneliş ile ancak (zahiri olarak) bilinir.

Hidayet bulaşıcıdır! Toplumun öncülerine bulaştığında daha bulaşıcı hale gelme olasılığı yüksektir.

İlahi hidayet/rehberlik doğrusunda yapılacak davetler Allah’ın izni ile “Başarıya mahkum”durlar.

“De ki: Bu benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah’a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah’ı tesbih/tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.” Yusuf Suresi 12/Ayet 108

“De ki: Budur benim yolum: Akla uygun, bilinç ve duyarlıkla donanmış bir kavrayışa dayanarak (hepinizi) Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar (aynı çağrıyı yapıyoruz)“. Ve (yine de ki:) Allah kudret ve azametiyle her türlü eksikliğin üstündedir, ötesindedir. Ve ben O’ndan başka varlıklara ilahlık yakıştıran kimselerden değilim!” Yusuf Suresi 12/Ayet 108

Ayette; Allah’a davet/çağrı dışında kalan tüm başka yollar çıkmazı olan yollardır, ortaklık/şirk koşma yollarıdır. Allah’ın belirleyiciliğinden uzak düştüğü, aykırı düştüğü, kısmi uyum taşıyan tüm yollar Allah’a davet yolundan ayrı yollardır.

Yusuf suresi 108. ayetteki bu vurgunun bir yönü de Yusuf (a.s.) kıssası bütünü sonrasında Muhammed (a.s.)’ın Mekke toplumunda izlediği davet/çağrı usulünün kendisi ile ilgilidir; zulme karşı insanlığın ortak faydası olan “bir kazanma hamlesi bir merhamet ve feraset” bildirisi olarak sunulmakta “kuyulardan saraylara Allah’a kullukta şeriksiz-ortaksız bir yönetme örneğinin izdüşümleri” öğretilir.

Sahi insanın hayat ve evren (varlık alemi) döngüsünde Allah nerede!

Tüm varlığı kuşatan Allah’ın lütuf ve ikramı merhameti ile hayatın her alanına tecelli etmekte, lütuf ve ikramların farkındalığı hissedenlerde bir hoşnutluk ve teşekkür duygusu harekete geçirir. Güzel ve hoş bir haldir bu hal, zihinsel anlamda bu hoşnutluk korunabildiğinde hayat verimli anlamlı ve hoş geçer. Çünkü tüm ilişki ve irtibatlar imtihan bilinci döngüsüne girer. Amacına uygun ve yönergeleri takib eden hangi değer kayıpta olabilir ki?

“Kendileri Allah’ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir.” Haşir Suresi 59/Ayet 19

Allah’ı olaylara dahil etmemenin adıdır Allah’ı unutmak/yok saymak. “Zihni ve kalbi hastalıklar” çıkmazında boğulup kalmaktır bu hal “varlık zincir halkasını var edeni” görmemek, görmek istememektir. Zamanımızda yaygınlık kazanmış bir haldir bu hal ve böyle giderse kendi kendimizi cezalandırmanın sermayesini biriktirmiş oluruz.

Allah’ı yok sayan sistem ve rejimlerin gölgesinde Hayat bize dar gelir mi! Allah’ın mülkünde söz söylemesi gerekenler olarak seslerimizin perdelenmesi, kısıklığı, bizleri biler mi, mazlumları ve zayıf bırakılanların çaresizlik görüntüsü kulluktan uzak olan bir hayat sürmeleri bizi rahatsız eder mi! Sorunlar; Allah’a yöneliş ve kulluğun önüne çekilen perdelemeler ve Allah’ı unutturma hamleleridir. Allah unutulur mu, bu mümkün mü?

Unutmamak için bir çaba ortaya koymayanlar unutur, çünkü unutmaları için hiç boş durmadan unutma ve unutturma denkleminde çalışmalar kesintisiz devam ediyor. Sınırlı bir zaman’a cenneti sıkıştırmak kadar anlamlı ve değerli bir şey olabilir mi? Bunu hayal etmek bile çok güzel iken bunun gerçekleşmesi için ortaya konacaklar ile kaybedilecekler ne ki! ne kadar da kıymetliler! geçici olandan kalıcı ve sürekli olana yolculuk “Akıllı tüccarın ticaretidir”

Adalet ve merhamet, Allah’a kulluğu tercih edenlerin omzunda ölünceye kadar taşınıp dağıtılması gereken bir emanettir yılmadan sabır ile. Unutulmasın ki, büyük dağlar küçük kum yığınlarının kaynaşması ile heybetli dururlar. İslam’ın gölgesinde bir hayat için “ölülerin ve gaflettekilerin yeniden hayat bulma” programına davet; Allah için, Allah’a davet. “Akıllı tüccarın ticaretidir”

Çıkarlarına, makamlara, şehvetlerine ve servete esir olanları Allah’a davet, “Akıllı tüccarın ticaretidir”

İki dava iki davet

Öncelik sorunu ışığında insan hayatının korunması öncelikli bir konudur demiştik. Nankörlük/küfran ile sürdürülen hayatlar bir sonraki hayatta, hayatı korumak değil de ölmek isteyecek “ah keşke toprak olsaydım” denilecek, yani nasıl olursa olsun, kim yaparsa yapsın öldürsün de sonucunda yokluğa karışayım! Demir olayım taş olayım.. Yokluğu istemek dünya hayatını süren insanın tabiatına aykırı bir söylem ama bir sonraki hayat için hiçte öyle değil. Bu neden ile yüzü/yönü Allah’a dönük olmayanların Allah’a (itaate) davet edilmeleri hayatların korunması en öncül gündem ve yükümlülüktür.

“Davası olmayan!” mahşerde hakkında görülecek olan ilahi davada, yardımcısız ve savunmasız kalacaktır.

Davası Allah sevgisi olanın yardımcısı Allah’tır. Bu davet insana; kendi başına buyruk olamazsın/kendini ve birçok olguyu ve de sistemlere yönelemezsin-ilahlaştıramazsın / konumlandırma hastalığı fayda vermez / gurur ve aldanışlarına kimlik bunalımına dur demelisin diyerek nihai referans olan İlahi kelama tabi olmaya davet ederek yaratılış amacını insana bildirmektir. İnsana Kul olduğu gerçeğini görmesi, dinde kardeş olunduğu ve de yalnızca Allah’a kulluk yapmasının istenmesi ve uyarılmasıdır.

Günümüzde; davetin aslı olan/şahidlik etmeyle baraber davet örnekliği ve davayı yüklenme/paylaşma maalesef yerini sanal paylaşım ve hatırlatmalar ile kaybetmiştir, böylece gerçeklik sanal olana boyun eğdirilmiştir.

Bu nedenledir ki Müslümanlar kendi içlerinde Aile olma gerçekliğini yaşayamamakta, toplum bireylerine örnek olmaktan uzak bir hal ortaya çıkmaktadır. Burada ilk kaybeden Müslümanlar, sonrasında kayıp ile karşı karşıya kalan, Müslümanların davet kitlesi olan toplum/insanlıktır.

Davette mevzisini almayan da, davete sırt dönen de hüsrandadır. Mevzi; bazen kendi benliğinde hali barındıran dil ile ifa edilirken bazen de salt hal ile insanı etkileyerek ifa edilmekte ve “en çok sevilene kapı aralanmakta”. En çok sevilene yönelmek “mü’min olma” gibi bir kazanım sağlar insana. Bu değer terazilerin değerini ölçemeyeceği kadar hassas ve ağır bir kıymete eriştirir. Kişiliğe imar kapısını açar, artık insan davet sonrası Allah’a yönelip bu yolda yükselişe “değer derecesine” yükselir. Yani neye davet edeceğini bilmiştir. İlahi kelam olan Kur’an’da Allah (c.c.) buyurur ki:

“Kimin sözü daha güzel olabilir ki! Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve ‘Gerçekten ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir!” Fussilet Suresi 41/Ayet 33

Davetçi önce, davet etiği mercinin davetine icabet edendir.

Davetin etki gücünü tanıdıktan sonra dünya hayatını önceleyenler hem toplumu hem Müslümanları kandırarak insanda olan güven duygusunu öldürmek isterler. Buna karşın, Davet insanı geliştirir/güçlendirir. İnsan ilk bakışta kendisi için zor görüneni sevdiğinde zorlukların nasıl da elinde eriyip kolaylaştığına tanıklık eder. Bizler de hayatımızda benzeri tanıklıklara şahid olabiliriz.

Evet güçlü bir davet damarına ihtiyaç var. Bazı davetçiler vefat ettiğinde veya sahadan çekildiklerinde! dahi kan pompalayacak bir damar gibi, gündemi Allah’a kulluk olan –bireyin ve liderin ölümüyle ölmeyecek– bir damar.

“Davet edecek yüzümüz kalmadı Allah’ım..” diye hayıflanacak insanlarımız olabilir. “Allah’tan ancak küfredenler/Allah’ı gereğince takdir edemeyenler ümid keser” düsturunca şeytandan gelen kınamalardan Allah’a ulaştıracak öz eleştirilere doğru yeniden Bismillah demeli.

Davet, insanın “uyarılmasına” dair bir sorumluluktur. Korkudan bizi emin kılacak ve de üzülmeyeceklerden olmayı sağlayacak kadar değerli, kıymetli bir işlevsellik taşır. “Tabiatın güneşe muhtaç kılınması gibi değerli”. Karanlıklar içerisinde hayat süren insanlar aydınlık nedir bilmezler bu nedenle aydınlıklar içerisinde olanlar acımalı, merhamet etmeli, üzülmeli, çabalamalı çünkü karanlıkları aydınlık sananlardır muhattab olanlar. Işığı söndürülmüş beyin odacıklarının aydınlatılması için ücret istemeyin onlardan, hani bizler de yol bilmezlerden idik ya! Böylece Allah’a isyandan kaçınma ve itaat etmeye davet olduğu “Kulun Rabbi ile buluşması” sağlanabilir inşallah.

Artık kul; Allah’ın “Vahidil kahhar ve Malikil mülk” olduğunu Bellediğinde işte o andır bayram.

Allahım, salih ve sadık kullarının izlediği Nebiler ve Resuller yolu olan “İlahi rahmete davet” izince yol alacak kullarını güçlendir. Maddi güce bel bağlama garabetinden onları ve bizleri kurtar. Öncelik olan iman ile, iman gücü ile elde edilecek başarılar ile buluştur.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *