Sezai Karakoç, vefatının ertesi günü kılınan cenaze namazında devlet erkânının uzun konvoylarla, koruma ordularıyla, çakarlı mercedeslerle arzı endam etmelerini ister miydi acaba?
İbrahim Eryiğit
“Kadrini seng-i musallâda bilip ey Bâki
Durup el bağlayalar karşına yârân saf saf” *
BÂKÎ
16 Kasım 2021 Salı günü bu dünyadaki ömrünü tamamlayan Sezai Karakoç’un cenaze törenini televizyonda izlerken Bâkî’nin yukarıda alıntıladığım beyti geldi aklıma. Ardından WhatsApp, Facebook ve Twitter gibi sosyal medya ortamlarında yapılan paylaşımları ve gazetelerdeki köşe yazılarını taramaya başladım. Gördüğüm yoğunluk üzerine hem sevindim hem de üzüldüm. Her anlamda saygı ve sevgiyi en üst düzeyde hak eden bir şair ve düşünce adamının halkta azami şekilde coşku seline yol açmasına sevindim. Ama bu coşku seli, cenaze töreninde değil de yaşarken görülmeliydi. 88 yıla sığdırdığı ömrü boyunca yalnız ve sivil bir şair/yazar olarak yaşayan Karakoç, -çok az sayıda insan dışında- kendisine destek olacak insanlardan mahrum kaldı. İlk gençlik yıllarında başladığı yazı yazma ve dergi çıkarma eylemlerinden vefat ettiği güne kadar, mevcut güç odaklarından ve iktidarlardan özellikle uzak kaldı. Zaman zaman onlardan gelen destek sözlerini bilinçli olarak reddetti. Kendisine verilen ödüllerin hiç birine tenezzül bile etmedi. Özelikle de Kültür (süzlük) Bakanlığı’nın 2006 yılında, Cumhurbaşkanlığı’nın 2011 yılında verdiği ödüllerin törenlerine katılmadığı gibi, bugün için de yüksek bir meblağ tutan para ödüllerini almayı kabul etmedi. Devletin ve devlet kurumlarının, yarı resmi Sivil Toplum Kuruluşlarının sağladığı/sağlayacağı her imkândan bilinçli olarak kaçındı. Kendi imkânlarıyla oluşturduğu Diriliş kozasında yüksek medeniyeti gerçekleştirme yoluna ömrünü vakfetti ve doğru bildiği yoldan asla sapmadı.
Sezai Karakoç, vefatının ertesi günü kılınan cenaze namazında devlet erkânının uzun konvoylarla, koruma ordularıyla, çakarlı mercedeslerle arzı endam etmelerini ister miydi acaba? Ama o gün Kültürsüzlük Bakanının gelmemesine çok sevinmiştir bence. Sağlığında kıymetini bilmeyenlerin, cenaze törenlerinde birbirini ezerek ön saflarda fotoğraf ve kamera kayıtlarına girmeye çalışmaları da ayrı bir üzücü durum tabi. Protokol kurallarının geçerli olmayacağı tek yerin cenaze namazı safları olması gerekmez mi?
Yaşadığı hayat boyunca mevcut düzeni ve iktidarları haklı olarak eleştiren, onların yanlışlarını vurgulayan, bu vurguyu resmileştirmek için de teknik olarak seçimlere giremeyeceğini bile bile parti kuran, partisinin tüzüğünde ideal bir partinin işlevinin ne olması gerektiğini çok açık biçimde ortaya koyan Karakoç, tek bir cümlesinin bile dikkate alınmadığının/alınmayacağının farkında olarak asil, kararlı ve entelektüel duruşundan zerre kadar ödün vermemiştir. 1990 yılında kurduğu Diriliş Partisi, iki kez seçimlere mazeretsiz katılmadığı için 1997 yılında kapatılmış, yerine 2007 yılında Yüce Diriliş Partisi kurulmuştur. Burada, Karakoç’un parti kurma amacıyla tam örtüşmese de benzer kaygı ve düşüncelerle merhum Ercümend Özkan’ın 1991 yılında İslamî Parti adını verdiği partiyi kurma girişimi ve bu konuda hayli yol aldığı aklıma geldi.
Sezai Karakoç’un din, tevhid, adalet, sosyal hayat, ekonomi… vb alanlarda yazdıklarından bir satır bile nasiplenmemiş olanların Karakoç hakkında her fırsatta nutuklar çekmeleri ne kadar sahici acaba? Vefatıyla birlikte, meydanı boş bulan muhterisler yine her fırsatta Karakoç’u ve eserlerini, kendi menfaatleri gereğince yağmalamaktan ve çıkarları uğruna kullanmaktan asla vazgeçmeyeceklerdir. Bu süreç ve sonrasında, çoğu siyasetçi ve yazarın, Karakoç üzerinden nemalanma olasılığı geometrik dizi şeklinde artacaktır. Dikkat çektiğim bu olgunun bahsettiğim olumsuzluklara kapı aralamaması için, Sezai Karakoç’un düşüncelerinin en küçük detayına kadar özümsenmesi gerekiyor. Bu anlamda da Sezai ağabeyin sağlığında çıkarsız ve beklentisiz yanında olanların, onun düşüncelerinin yaşatılması ve yayılması için sonsuz gayret sarfeden samimi insanların sözlerine kulak vermek önem kazanıyor. Örneğin, Şakir Diclehan, Ebubekir Eroğlu, Ali Haydar Haksal, Hasan Aycın, Fatih Yurdakul, Şakir Kurtulmuş, Kemal Kelleci, Hayrettin Orhanoğlu ve Şaban Abak ilk anda aklıma gelen isimler. (Adını burada yazmayı unuttuğum kişiler olabilir, şimdiden özür diliyorum.)
Yazımı, Şakir Diclehan’ın 20 Kasım 2021’de kendi Facebook sayfasında yazdığı yazısındaki bir serzenişiyle bitirmek istiyorum: “Yıllar boyu bazı çevrelerce unutulmuşluğa mahkûm idealist ve inançlı bir düşünür-şair hakkında, hayatı boyunca yayın organlarında, sosyal medyada bu kadar yazı çıkmamıştı hiçbir zaman!”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *