Hayatta her şey olabilir. İyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, haklı ya da haksız, her şey. Mesele buradaki hikmeti kavrayabilmek ve bunun altında yatan derin mevzuyu/mantığı kavrayabilmektir.
Ahmet Ferhat Öksüz
Eski dönem ulemaların bir sözü vardır ki onunla söze başlayalım istedim. Derler ki; “Hakikat, zıtların içtimaından yani birleşiminden/birleşmesinden ibarettir.” Gerçekten de bu güzel ve anlamlı vecize, bize hayatın diyalektiğinden çok şey sunuyor. Şöyle ki, hayat zıt kutupların birbiri ile münasebeti sonucu bir anlam kazanıyor. Sadece tek bir yöne, kutuba, amaca yönelen/meyleden bir hayat biçimi neredeyse imkansızdır. Bu da aslında hayatın bir denge ve o dengeyi sağlayan bir dengesizlik durumunun varlığı neticesinde oluştuğunu, cereyan ettiğini bize gösteriyor.
Bir düşünün ki hayatta her şey çok güzel olsaydı; kimse kötülük yapmasaydı, hırsızlık olmasaydı, haksızlık, adaletsizlik olmasaydı, herkes birbirine karşı adil, dürüst, ahlaklı ve erdemli olsaydı, yapılan hiçbir işte dengesizlik, yanlışlık, terslik olmasaydı, hasta olmasaydık yani kısacası kötü veya menfi olarak nitelendirebileceğimiz hiçbir şey vuku bulmasaydı hayat nasıl olurdu? Belki çoğumuz bunun çok iyi olacağını düşünürdü. Oysa yukarıda saydığımız bütün bu durumlar hayatın bir gerçeği ve aslında hayata bir nevi anlam katanlar da bunlardır. Eğer dünyada kötülük denen bir şey olmamış olsaydı bizler iyiliğin farkına varamayacak belki de iyilik denen şeyin ne olduğunu da bilemeyecektik. Yahut iyiliğin çok da bir değeri olmayacaktı. Yine dünya üzerinde haksızlık olmasaydı bizler hak kavramının ne olduğunu bilmeyecek ve onun için mücadele veremeyecektik. Bu durumu “ben” kavramı üzerinden de ele alırsak, meselâ dünyada “öteki” diye bir şey olmasaydı yani dünya üzerinde yalnız olsaydık, ortada “ben” ve ondan türeyen “benlik”, “bencillik” gibi kavramlar olabilecek miydi? Tabi ki hayır. O vakit bütün bu çıkarımlardan şu gerçeği anlıyoruz; her şey diğeriyle, ötekisiyle, zıddıyla vardır. Diğeri/ötekisi/zıddı olan şey, bizzat kendi olan şeyin yaşamı için varlığı kesinkes elzem olan şeyin ta kendisidir. Kendi olan şeyin varlığı ve sürekliliği adına ötekinin/zıddının varlığı ve sürekliliği su götürmez bir zorunluluktur. Kısaca ben, öteki; öteki de bizzat ben’dir.
Bugün özgürlük dediğimiz çok mühim bir kavram üzerine çok ama çok konuşuyoruz. Üzerine birçok tartışma yapılıyor, kitaplar yazılıyor, filmler yapılıyor, sloganlar atılıyor, vs. daha birçok şey yapılıyor. Dünyadaki en büyük mücadeleler şayet bu kavram üzerine yapılıyor. Şimdi bu kavramı ele alalım. Biz bugün dünya üzerinde istediğimiz her şeyi yapabilseydik ve bizi engelleyebilecek hiçbir mekanizma olmasaydı özgürlük kavramının kendisi var olabilir miydi? Mutlak suretle olmayacaktı. Buradan da anlayacağımız üzere zıtlıklar arasındaki münasebetin her türlüsü hayatın tadı tuzudur. İkisinden herhangi birinin yokluğu bizatihi hayatın kendisinin anlam kaybı ile sonuçlanabilecek kadar tehlikeli ve mühimdir. Şunu diyebiliriz ki hayat denen bir şey varsa işte bu münasebet sayesinde vardır. Bunların yokluğu hayatın yokluğudur.
Hayatta en önemli şeylerden biri belki de en önemlisi düzendir. Bir şeylerin daima düzenli ve yerli yerinde olmasını ister ve bunu ziyadesiyle önemseriz. Oysa bunun daimi olarak devam etmesi bir süre sonra insanı bıktırmayacak mıdır? Bittabi bıktıracaktır. Düzen gibi düzensizlik de lazım olan şeylerden biridir. Hatta düzenin var olmasının yegâne sebebi düzensizliktir. Her şeyin devamlı olarak düzen içerisinde hareket etmesi hayatı bir süre sonra monotonluğa sürükleyecek ve her şey sıkıcı bir hâl almaya başlayacaktır şüphesiz. Olumsuz şeyler olmadığından bir süre sonra olumlu olan şeylerin de farkına varamayacağız. Misalen Amerika’da bir otobüs şoförü her gün aynı istikameti kullanmaktan sıkılmış ve bu monotonluğu/yeknesaklığı biraz olsun kırmak adına bir gün otobüsü içindeki yolcularla beraber meçhul bir yere sürmüş. Daha sonrasında yolcuların kendisinden şikayetçi olmamasıyla ceza almaktan kurtulmuştur. Burada şoförün yaptığı şey, anlam aramaktan hatta yaptığı işe biraz olsun mana katmaktan başka bir şey değildir. Her gün aynı şeyi yapan birinin ufku daralıp körelecektir nitekim. Arada bunu kırıp, alışılmışın dışına çıkmak büyük önem arz etmektedir çünkü.
Meselâ gene dünya tarihine damgasını vurmuş, belki de tarihin tüm dengesini alt üst etmiş olaylar ve devrimler insanların düzene başkaldırmaları ile mümkün olmuştur. Dünya üzerinde yaşanan birçok gelişme ve birçok inkişafın temelinde iş bu düzensizlik istemi yatar. Bir yerdeki farklı bir gelişme, farklı bir ses ya da farklı bir fikir oradaki bütün bir düzeni etkileyebilir. Bu durum bir kelebek etkisi yaratabilir. Bunun sonucunda da hiçbir şey belki de eskisi gibi olmayacak ve yeni şeylere gebe olacaktır. Aykırılık olmasa dünya nasıl bir yer olurdu, düşünebiliyor musunuz? Ya da herkes birbirinin aynısı olsaydı? Foucault ne diyor bu hususta; “Bir yerde herkes aynı ise orada kimse yok demektir.” İşte mesele bu kadar mühimdir.
18. asırda yaşayan Hollandalı filozof Bernard de Mandeville’nin “Arılar Masalı” adında sıradışı bir kitabı vardır. Mandeville bu kitapta büyük düşünür Sokrates’in “Erdemlerimiz olmazsa, toplumumuz çürür.” sözüne karşılık, “Erdemsizliklerimiz olmaz ise toplumumuz gelişme gösteremez.” diyerek karşı çıkmış ve bu sözü o dönemin Avrupa entelijansiyasında büyük bir infial yaratmıştır. Ona göre toplumların gelişim ve refah düzeyleri o toplumlardaki hırsların, açgözlülüklerin ve buna benzer birçok erdemsizliğin çatışmasına bağlıdır. Bu yoldan hareketle toplumun umumi çıkarlarını oluşturan şeyin o toplumun şahsi çıkarları olduğu kanaatini ortaya atar. Kısaca toplumların gelişimi ve daha ileri bir düzeye çıkmasının ancak bu erdemsizliklerin varlığıyla ve çatışmasıyla mümkündür der. Aynı şekilde “Mutluluk erdemli olmaya bağlıdır.” diyen Shaftesbury’nin tam aksine o “Mutluluk erdemsiz olmaya bağlıdır.” der. Sonuç olarak o da her şeyin zıddı ile var olduğunu ve gelişimin ancak ve ancak bu sayede olabileceğini savunmuş ve bunu ifade etmekten kaçınmamıştır.
Yukarıdaki ifadelerimizden hareketle şu basit fakat önemli gerçeği de unutmamamız gerekir. Hayat sadece ve sadece bizden yahut bizden olanlardan ibaret değildir. Hayat her şeyden ve herkesten yani bunların toplamından ibarettir. Hayatta her şey olabilir. İyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, haklı ya da haksız, her şey. Mesele buradaki hikmeti kavrayabilmek ve bunun altında yatan derin mevzuyu/mantığı kavrayabilmektir. Bazı şeyleri onulmaz bir önyargı ile yargılamak yerine biraz durup, düşünüp ve en nihayetinde anlamaya çalışmak gerekir. Hayatın içinde bizler hem güleceğiz hem ağlayacağız. Hem iyi şeyler yaşayacağız hem kötü şeyler göreceğiz. Belki haksızlık yapacağız belki de bir haksızlığa maruz kalacağız. Ama en sonunda bütün bunlar bizim gelişmemize ve tecrübe edinmemize zemin hazırlayacak ve bu şekilde başta kendi hayatımız olmak üzere her şey bir anlama sahip olacak. Filhakika hayatın kanunları da fizik kanunlarına benzer; netekim aynı kutuplar birbirini iterken zıt kutuplar birbirini çeker.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *