“Edebiyatımızda –özellikle Lale Devri (1718-1730) döneminde- şekillenen Saray Şairi/Halk Şairi ayrımının da çok sıradan ve yapay bir ayrım olduğunu belirtmek isterim. Böyle bir ayrımın doğru ya da yanlış olduğuna dair birçok şair ismi örnek gösterilebilir.”
İbrahim Eryiğit
Bu sorunun cevabı, yapay olarak onlu yıllara bölünmüş, ancak yapay olmasına rağmen genel kabul görmüş her şiir dönemine göre değişiklik gösterir. Ama her dönemde değişmeyen bir şey vardır: Şairlerin duruşları. Her şairin yaşadığı döneme göre bir duruşu olduğu, şiirin tarihi boyunca bilinen bir gerçektir. Yaşanılan dönemdeki mevcut rejimin ve iktidarın yapısına göre şekillenen şair duruşu, ister istemez onun şiirine de yansıyacaktır ve gelecek kuşakların takip edeceği bir iz olarak edebiyat tarihine kazınacaktır. Sanayi devrimi öncesinde yaşayan toplumlar genelde tarım ve el işçiliği (zanaat) yaptıkları için, onları yönetmek için bir kral veya padişah ve yardımcıları yeterli oluyordu. Ayrıca, kazanılan savaş sonrasında elde edilen ganimetlerin devlet ekonomisine getirisi çok önemli olduğundan güçlü bir ordunun olması da kaçınılmazdı.
Özellikle Sanayi devrimi sonrasında bir sürü teknik donanıma sahip olan devletler için yeni topraklar elde etmek ve o bölgenin her türlü kaynağını sömürmek adına yapılan savaşlar, o devletin güçlü görünmesini ve gelir edinmesini günümüzde de gerekli kılmaktadır. Bunu somut olarak görmek için silah sanayinin geldiği noktaya yüzeysel bir bakış yetecektir. Günümüzde dünyanın çeşitli yerlerinde bir sürü savaşın devam ettiği ve yeni savaşlar çıkarmak için çok ince planlar ve çok hesaplı kışkırtmalar yapıldığı gerçeği de göz önünde bulundurulursa savaş ekonomisinin boyutları daha iyi görülecektir. Diğer yandan, her devlet için savaşın mutlak yararlarından en önemlisi de halkını daha kolay yönetme imkânı sunuyor olmasındadır. Dış düşmanla yapılacak/yapılan her bir soğuk veya sıcak savaş, halkın yaşadığı adaletsizlik, can ve mal güvenliği, geçim sıkıntısı, eğitim zorluğu, sağlık koşulları ve bunlar gibi sorunların otomatik olarak geri plana itilmesini ve görmezden gelinmesini sağlayacaktır.
Hamasetin ön plana çıkması ve sonuçta devlet politikasına dönüşmesi sonucunda ortaya çıkan tablonun karanlık yüzünü önceden sezen/hisseden beyinler ve gönüller, bulundukları duruştan rahatsız olurlar, duruşlarını ister istemez sorgularlar ve sorgulama sonucunda kendilerinde oluşan düşünceler doğrultusunda yeni bir duruş edinirler. Doğal olarak yapılan her eylemin bir bedeli vardır, bunun bilincinde olarak yaparlar ne yapmaya karar verdilerse. Bu konuda tarihte sayısız örneğin var olduğunu da bilirler tabi. Yazımın başında şair duruşundan bahsetmiştim, o yüzden şair ölçeği özelinden devam edeceğim yazıma. Sözlü Edebiyat dönemine ait toplumların şaire biçtiği, ‘şair toplumun öncüsüdür’ gibi klişe rolden hareket etmeyeceğim. Divan Edebiyatımızda –özellikle Lale Devri (1718-1730) döneminde- şekillenen Saray Şairi/Halk Şairi ayrımının da çok sıradan ve yapay bir ayrım olduğunu belirtmek isterim. Böyle bir ayrımın doğru ya da yanlış olduğuna dair birçok şair ismi örnek gösterilebilir. Bu konuyu burada tartışmak istemiyorum, çünkü bu yazının sınırlarını fazlasıyla aşar.
Böyle bir ayrımı ben günümüze taşıyarak kendimce öznel bir ayrım yapmak istiyorum, kırk yılı aşkın gözlemlerimden hareketle. Yazımın başlığındaki sorumun cevabını vereyim. Bence, şairler dörde ayrılır:
Saray Şairleri:
Bilenler bilir 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında görevlerinden atılıp, işsiz kalan solcu şair ve yazarların birçoğu reklam metinleri yazarı olmuşlardı. 2002 tarihinden itibaren de sağcı, muhafazakâr, milliyetçi şair ve yazarların birçoğu da görevlerinde yükselip, önce Başbakanlık, sonrasında Cumhurbaşkanlık bünyesinde konuşma metinleri yazarı oldular. Bakanların konuşma metinlerini hazırlayanlar da aynı kaderi paylaşırlar.
Bürokrat/Milletvekili Şairler:
Sonradan anlaşıldı ki meğer edebiyatı bürokrat veya milletvekili olabilmek için basamak olarak kullanmışlar. Gelsin yüksek maaşlar, makam saltanatı, villalar, bahçeler, arsalar, yazlıklar, lüks arabalar, pahalı tatiller ve sonrasında yüksek emekli maaşları… Birkaçı hariç, çoğu edebiyatla, şiirle, kitapla bağını kesti. İlk önce telefon numaralarını değiştirdiler, sonra yaşadıkları semtleri ve sohbet ortamlarını.
Belediye Şairleri:
Bilindiği gibi her belediyenin mevzuatında harcamakla yükümlü olduğu kültür/sanat/festival/şölen bütçesi adında bir bütçesi var. Şiir Şölenlerine katılan şairlerin bazıları bir-iki yılda bir değişse de genelde çoğu kadrolu(!) şairdir. Güzel etkinlikler yapılmakla birlikte, birçoğu içerikten yoksun, sadece katılımcıların olduğu halktan kopuk devasa salonlarda ve her yıl aynı kişilerin nemalandığı etkinlikler bunlar. Belediyelerde kültür işleri bunlardan sorulur. Genelde çok mütevazı ve alçakgönüllü duruşları vardır, yüksek maaşlar, makam arabaları ve başka yan gelirler bunların motivasyonlarını arttırmak içindir. Yine birkaç belediye hariç, çoğu belediye prestij kitap olarak dağıtılan ve bürokratların kütüphanelerini daha bir gösterişli kılan içi boş kitaplar basıyor.
Sivil Şairler:
Sayıları oldukça azdır. Genelde öğrenci, öğretmen, işçi, memur ve işsizlerden oluşur. Aralarında birkaç akademisyenin olması onlara moral verir. Zaman zaman dergi ve kitap çıkarırlar, satmayacağını bile bile. Bürokrasiden, belediyelerden ve diğer kurumlardan özellikle uzak dururlar. Hoş, yakın dursalar da kimse almaz oralara onları. Çünkü Sivil Şairlerin kapıkulu ruhunda olmadıklarını ve onları istedikleri gibi kullanamayacaklarını çok iyi bilirler. Yazdıkları şiirler ve yazılar ne kadar önemli olursa olsun görmezlikten gelinir edebiyat kanonu tarafından. Ancak yayımlanan birkaç dergide kendilerine yer bulabilirler.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *