Kudüs’de ve Gazze’de yaşananlar, Müslümanların son dönemlerde dillendirmeye cesaret edemedikleri hakimiyet anlayışının ne kadar da elzem ve günümüz için de geçerli olduğunun en önemli kanıtlarındandır.
Siyonizm, çocuk katliamlarını, tiyatro oynayan yahudi videolarıyla örtebilecek mi?
İsa Özçelik / Her Taraf
Coğrafyamızda bulunan ulema ve aydınların, İslami hareketin üzerinde yoğunlaştığı “hakimiyet anlayışını” geliştirip buradan insanlığa çıkış yolu sunmak yerine emperyalizmin oryantalizmi kullanarak piyasaya sürdüğü kelime/iktidar oyunlarına kolayca teslim olması üzücüdür.
Hakimiyet anlayışı hakikat ve adalet merkezli bir tasavvuru temsil ederken, günümüzde yaygın olan güç merkezli iktidar düşüncesi materyalist ve faydacı bir zihni gerekli kılar.
Hakimiyet anlayışının özünde, Allah adını kullanarak kendi ya da bir sınıfın çıkarına hükümranlık kurma arayışı söz konusu olamayacağı gibi modern sistemlerin köleleştirici tahakkümü de kendine yer bulamaz.
Tevhid inancının toplumsallaşması, onun bütüncül yapısının doğal sonucudur. Elbette bu durum bir şekilde iktidar ilişkilerini beraberinde getirecektir. Ancak bahsi geçen ilişki her zaman ikincil bir konumda olmak zorundadır. Bu sürecin doğasını batının kendi tarihsel tecrübesinden damıttığı kavramlarla anlamaya çalışmak sağlıklı bir yöntem olmayacaktır.
Şu an tüm dünyaya dayatılan yönetim şekilleri, adeta asıl güç odaklarını perdelemek için kurgulanmış geniş bir organizasyonlar ağına benzemektedir. Dünya sisteminin bölgesel acenteliğini yapan bu devletçikler büyük oranda küresel çetenin ürettiği içi boş söylemleri kendi halklarına afyonlayarak ayakta kalabilmektedirler. Küresel hegemonya ile çıkarları çatışan kimi aktörler dahi bu karanlık düzenin temel dinamiklerine meşruiyet sağlayan bir söylemi kullanmaktan kendilerini kurtaramamaktadır.
Halbuki çok da eski olmayan dönemlerde hak batıl, adalet zulüm gibi kavramların insan zihninde net karşılıkları olduğu gibi topluma yansıyış şekillerinde de bariz farklılıklar geniş kitleler tarafından rahatlıkla gözlemlenebilmekteydi.
Mesela, fetih ve işgal kavramları iki farklı tasavvuru ifade etmesi bakımından gayet açıklayıcı niteliğe sahiptir. Birincisi paylaşmayı, açılımı, inşa etmeyi, kardeşliği hedeflerken ikincisi tahakkümü, yıkımı ve sömürmeyi temsil etmektedir.
Bu iki ayrı dünya görüşünün tezahür ettiği en belirgin alanlardan birisi de kuşkusuz Filistin coğrafyasıdır. Üç büyük semavi din için de kutsal kabul edilen Kudüs, tarihten günümüze hak batıl, hikmet kaba güç, fetih işgal ve adalet zulüm gibi kadim zıtlıkların sahnelendiği eşsiz bir laboratuvara dönüşmüştür.
Kudüs’de yaşanılanlar, Müslümanların son dönemlerde dillendirmeye cesaret edemedikleri hakimiyet anlayışının ne kadar da elzem ve günümüz için de geçerli olduğunun en önemli kanıtlarındandır. Uzunca süredir şahit olduğumuz insanlık dışı uygulamaları ve vahşete dönen saldırıları Yahudilere ya da Siyonizme hasretmek doğru bir yaklaşım şekli değildir. Artık herkesin bildiği gibi bu habis uru büyütüp besleyen ve her daim destekçisi olan güç önce İngiliz sonra ABD olmak üzere genel olarak batı emperyalizmidir.
Batı emperyalizminin dünyaya dayattığı demokrasi, özgürlük, insan hakları, her ulusun kendi kaderini tayin etme hakkı, devletlerin bağımsızlığı ve egemenlik hakları gibi palavraların tam anlamıyla birer sömürü aparatları olup yönetim, denetim ve tahakküm altına almak için üretilen ve işletilen söylemlerden ibaret olduğu artık çok açıktır.
Kavramları ve uluslararası kurumlarıyla tüm inandırıcılığını yitirmesine rağmen küresel hegemonya devasa askeri ve ekonomik gücünün yanında klasik ve yeni medya unsurlarını devreye sokarak dünya halklarını büyüleyip efsunlamaya azimli gözükmektedir.
Çok eskiye gitmeye gerek yok. Ramazan ayının son günlerinde bütün dünyanın gözü önünde Siyonist askerleri ve Yahudi yerleşimci! Denilen silahlı işgalci çeteler Filistinlilerin ikamet ettiği mahallelere ve Mescid’i Aksa’da ibadet yapan kadın erkek, yaşlı genç tüm masum sivillere acımasızca saldırıda bulundular. Günler geçmesine rağmen dünya kamuoyu bu görüntüyü film seyreder gibi seyretti. Sözde uluslararası kurumlar o kadar ciddiyetsizlerdi ki acil toplantı kararı alıp bu vahşeti bir an önce durdurmak yerine tiyatrodan açıklama yapmayı tercih ettiler.
Çok sayıda batılı siyasetçi Siyonist çete devletinin kendini koruma hakkından dem vurdu. Bunun üzerine batı emperyalizmini arkasına aldığını söyleyen Siyonist çetenin lideri saldırıların dozajını artırmakta oldukça cesur davrandı.
Onlarca çocuk, yüzlerce kadın, yaşlı, sivil insan ağır silahlarla katledildi. Vahşet hala devam ederken Siyonist çete lideri ve onun Türkiye’deki temsilcilerinin paylaştıkları videolar bütün insanlıkla alay eder gibiydi. Çete lideri paylaştığı videoda batılı başkentlerin güven içinde olduğunu kendilerinin ise füze tehditi altında, siren sesleri arasında korku dolu günler yaşadıklarını resmederek yapmış oldukları katliamların meşru bir dayanağı olduğunu ispatlamaya çalışıyordu. Diğer videoda ise on beş saniyede füzelerin kendilerine ulaşabildiği ve bu süre içinde Yahudilerin kendilerini koruyabilmek için bir şeyler yapmazlarsa ölümle yüz yüze kalacaklarının mesajı komik bir kısa film formatında anlatılmaya çalışılıyordu.
On beş saniye vurgusu nedense bana one munite çıkışını çağrıştırdı. Rakamlar üzerinden bir mesaj veriliyordu sanki.
Bu kadar basit, saçma ve kendi ayağına sıkan bir kurgu ile hazırlanmış videolarla dünya kamuoyunu etkilemeye çalışmak hayret verici bir durum aslında. Düşünsenize Hamas tarafından atılan yüzlerce füze neticesinde yalnızca altı-yedi Yahudi ölmüştü. Bunun üzerine Yahudiler Gazze’ye karadan havadan denizden binlerce bomba yağdırdı, çocuk kadın ayırımı yapmadan yüzlerce Filistinliyi öldürmek dahi onları teskin etmedi.
Ortalama zekalı bir insan şunu sormaz mı? Ey Siyonist kibir abidesi katil! Sen birkaç can için en vahşi katliamları kendine mübah görürken; Filistinliler her gün öldürülüyor, aşağılanıyor, yurtlarından ediliyor ve tüm bunların üzerine canlarından aziz bildikleri kutsal mekanlarında ibadete izin verilmeyip kadın yaşlı demeden saldırıya uğrarken ne yapmasını beklerdiniz? Yahudilerin yaptığı hesaba göre hareket edilecek olsa; 1940’lı yıllara gitmeye gerek yok sadece 2008, 2012, 2014 yıllarında Gazze’ye yapılan saldırılarda, çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere öldürdüğünüz binlerce kişinin ve yaraladığınız on binlerce masumun, yıkıp yaktınız komple bir şehrin faturasını size kesmek istesek cezanız nice olmalıdır sizlerin!?
Diğer yanda, siren sesleri başladığında Yahudilerin duvar kenarına sığınarak ortaya koydukları garip tavırları görüntüleyerek paylaşmalarına ne demeli!? Hele yere yatmış bir bayanın sözde korku anlarını yansıtan tiyatro gösterisini dünyaya servis ederek halkların sempatisini kazanabileceklerini uman bu sefil zihniyet nasıl bu kadar ahmaklaşabiliyor!? Bunun tek cevabı olabilir o da, dünya halklarının çoğunluğuna, gerçekten ölen, katledilen Filistinli çocuk ve kadınların görüntüleri değil, aşağılıkça rol yapan Yahudilerin o trajikomik görüntülerinin ulaşacağından emin olmalarıdır. ( Eğer o Yahudiler rol yapmayıp ta gerçek duygularını kameraya yansıttıysa ve burunlarının dibinde Filistinlilere yapılan katliamlara da sağır dilsiz kalmaya devam ediyorlarsa zaten bu daha da aşağılıkça bir durum )
Kendilerinden bu kadar emin olmasalar ellerindeki sihir ve büyünün etkisine bu kadar güvenmeseler hangi akıl küçük bir sorgulama ile tersine çevrilebilecek ve paylaşanını mahkum edecek bu akıl dışı videoları, kendi aleyhine delil olabilecek verileri dünyayla paylaşır. Diğer bir cevap şekli de belki şöyledir; özellikle batı halklarının çoğunluğu zaten yalanlara inanmak istiyorlar, zira yüzleşecekleri gerçekler birazda kendi hikayeleri olacaktır. Konforlarından vazgeçmeyi düşünmediklerine göre tiyatroda rol almaları ve timsah gözyaşları dökmeleri kaçınılmaz gözükmektedir.
Küresel hegemonya çürümüş değerlerinin ve çıkarlarının egemenliği için her türlü imkanını seferber edip önleyici savaş doktrini adı altında büyük katliamları canlı yayında bizlere seyrettirirken, Müslüman halkların kendi inanç değerlerinin hakim kılınmasından bu kadar ürkmesi ve topyekün bir cihad stratejisi geliştirememesi üzücüdür. Bu cihad stratejisi alim, aydın, siyasetçi, iş dünyası, erkek kadın, yaşlı ve genç olarak hayatın tüm alanlarında ümmet tarafından geliştirildiğinde diğer mazlum halklarında kendilerine katılacakları ve İslami Hareketlerin ‘’hakimiyet’’ anlayışının gerçeğe dönüşeceğini hep beraber göreceğiz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *