Aklı bilimle vaftiz etmek

Aklı bilimle vaftiz etmek

Düşünce tarihi boyunca aşkına talip olan akıl, moderniteyle birlikte niceliksel şeylerin ele geçirilmesinde pratik bir araca evrilmiştir. İnsani ihtiraslar uğruna araçsallaştırılan ussallık, her türlü değer ve etikten sıyrılmış ve teknik bilgilerin versatil payandasına dönüşmüştür.

Dr. Mehmet Ödemiş / Star-Açık Görüş

Platon’dan beri Batı, akılcı ve analitik düşünceye vurgu yapmışsa da modern düşünce ile birlikte tanrısallaştırılan aklın gücünün sınırsız ve sonsuz olmadığı anlaşılmıştır. Fakat onun mahiyeti ve neye vasıta kılınması gerektiği hâlâ bir problemdir. Potansiyel kuvvet olarak akıl, selim bir şekilde dışa yöneldiğinde insanın en önemli silahı iken manipüle edildiğinde aynı oranda kendine dönen bir bumeranga, şakağa dayalı bir naganta dönüşebilmektedir.

İnsanı diğer canlılardan ayıran temel özelliklerin başında gelen akıl, insanlar arasındaki temel ayrışmanın da ana kaynağı olarak öne çıkmaktadır. Kendi, öteki, evren ve yaratıcının tanınması; hayatın bahusus faniliğinin fark edilerek anlamlandırılması, doğanın meşru hedefler çerçevesinde iskandil edilmesi gibi amaçlar için akıl gerek şarttır. Bununla birlikte potansiyel kuvvet olarak akıl, selim bir şekilde dışa yöneldiğinde insanın en önemli silahı iken manipüle edildiğinde aynı oranda kendine dönen bir bumeranga, şakağa dayalı bir naganta dönüşebilmektedir.

Akıl sadece bir pilot

İnsanın akıl yürütmesi her zaman basit, düzgün ve kusursuz değildir. Platon’un belirttiği gibi “akıl sadece bir pilot”tur. Sürücüsü aklın dizginlerini, üzengi ve mahmuzlarını nasıl ve hangi istikamet için kullanırsa akıl o tarafa yönelecektir. İstikametin doğruluğu ya da yanlışlığı ise ancak ittiba edilen ahlaki ölçütlerce çizilebilir. Bu nedenle ahlakı soyunmuş akıl insanlığa ancak vahşet, şiddet, kaos ve paradoks getirmiştir.

Platon’dan beri Batı, akılcı ve analitik düşünceye vurgu yapmışsa da modern düşünce ile birlikte tanrısallaştırılan aklın gücünün sınırsız ve sonsuz olmadığı anlaşılmıştır. Fakat onun mahiyeti ve neye vasıta kılınması gerektiği hâlâ bir problemdir. Aziz Pavlus (öl. 64-67), “Yeryüzünde akıllılık, Tanrı katında akılsızlıktır.” derken her şeye güç yetirebileceği vehmedilen ve insanın aşağı tarafına kurban edilen bir aklı tarif etmektedir. Modern düşünce ise bu mümtaz melekeye daha farklı bir çerçeve çizmeye çalışır: David Hume’da ifadesini bulduğu şekliyle “akıl tutkunun kölesidir” ve öyle de olmalıdır. Modern düşünce ile kadim düşünceyi gerek Pavlos gerekse Ebu Hayyan et-Tevhîdî (öl. 414/1023) gibi isimlerin açıklamaları üzerinden değerlendirdiğimizde paradigmatik açık göze çarpmaktadır. Zira Tevhîdî şöyle der: “Akıl, Allah’a çıkmak için bir merdivendir.”

Sünni ulema “aklı olmayanın dini olmaz” diyerek akıl sahibi olmayı mükellefiyet sadedinde evvelemir kabul ederken Mutezile’nin ünlü mütefekkiri Kādî Abdülcebbâr (öl. 415/1025) şer’î delillerin bilinmesinde sıralamayı “akıl, kitap, sünnet ve icmâ” şeklinde tasnif ederek aklı birinci sıraya yerleştirir. Zira kitap ve sünnetin delil değeri ancak akılla bilinir. Seyyid Şerif Cürcânî (öl. 816/1413), nazarın (akıl yürütmenin) vacip olduğunu belirtir. Akıl ile nakil arasında zahirde herhangi bir çatışma yaşanması durumunda akıl esas alınır, nakil tevil edilir. Zira “Aklın ve naklin kaynağı birdir, Allah’tır. Onun için aralarında çatışma olması düşünülemez.”

İmam Cafer’e (öl. 148/765) atfedilen “Peygamber, insanın dışındaki akıl; akıl insanın içindeki peygamberdir.” sözü aklın kaynağı itibariyle değerini ifade eder. İslam düşünce tarihinin en tartışmalı isimlerinden biri olan Ebû Bekir er-Râzî (öl. 313/925) et-Tıbbu’r-Rûhânî adlı eserine akla övgü yağdırarak başlar. Ona göre akıl, ilahî bir cevher ve insani bir donanımdır ki onunla menfaatler elde edilirken tehlikelerden sakınılır. Bu bakımdan en büyük nimet kuşkusuz akıldır. Akıl tende mahkûm, hevâda asılı kalmamalı; bedene ve benliğe hükmetmelidir. “Akıl, nefsin hâdim-i eminidir” derken kastedilen nefis; emmare olan değil, levvâmeden mutmainliğe oradan da kamile mertebesine göz koyan nefistir.

İşlevsel aklın hakikati

Düşünce tarihi boyunca aşkına talip olan akıl, moderniteyle birlikte niceliksel şeylerin ele geçirilmesinde pratik bir araca evrilmiştir. İnsani ihtiraslar uğruna araçsallaştırılan ussallık, her türlü değer ve etikten sıyrılmış ve teknik bilgilerin versatil payandasına dönüşmüştür.

Akıl insana, eşsiz bir cevhere sahip olmak bakımından ontolojik üstünlük sağlar fakat aksiyolojik açıdan değer katmaz. İnsanı değerli kılan başka niteliklerdir. Sırf akıl mülkiyeti üzerinden insanı hayvandan üstün ve değerli saymak yanlıştır. Çünkü Kuran, aklı değil; işlevsel aklı, işlevsel aklın da hakikati halisane arayanını över. Şu ayet bu hususu tekit eder:

“Şüphesiz yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağırlar, dilsizlerdir.” (8/22)

Bu çerçevede Kitâb-ı Mübîn’de aklın nasıl ele alındığına baktığımızda, salt akla bir değerin atfedilmediğin görürüz. Pratize edilen ve icracı, doğruyu bulmak ve hayrı çoğaltmak için işe koşulan; bu anlamda bakir ve bârik aklın övüldüğünü fark ederiz. Bu hikmetle olsa gerek sözcük, ilahî metinde genellikle fiil haliyle kullanılmıştır. Kuran’da sayısız ayet, insanı aklın muhtelif kabiliyetlerini aktive etmeye çağırır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Okuduğunu doğru anlamak, kendini unutmamak, mürailiği kişiliğinin bir parçası haline getirmemek ve iyilik yapmaya fırsat vermek. (2/44)

İrrasyonel görünenden rasyoneli süzebilmek. (2/73)

Evrenin kevni, düzeni ve sırla bakılmadıkça sıradan görünen doğa olayları üzerinde düşünerek matematiğini bilgi ve hikmetle açığa çıkarmak. (2 164)

Her geçen gün biraz daha cüret kazanarak cürmünü büyüten küresel ve yerel kültürün belirlenimciliğinden sakınmak. (2/170)

Duyular başta olmak üzere bilişsel nimetlerin hakkını, onları Hakk’ı daha yakından tanımada vasıta kılarak vermek. (2/171)

Kukumav kuşu gibi haybeye değil, analitik ve felsefi düşünmek. (2/242)

Tarihi ve Kitabı spekülasyonun değil, gerçeğe değen enformasyonunun konusu yapmak. (3/65)

İnsan ilişkilerinde hüsnüzanla hareket ederken su-i emel için su-i istimale maruz kalmayacak şekilde davranmak. (3/118)

Batılda görsen başkasının inancına saygılı olmak. (5/158)

Fani olana fenayı, baki olana ise bekayı gözeterek kıymet vermek. (6/32)

Duyuların asıl sahibinin ve sağduyunun söylediği ortak yasalar etrafında birleşmeden ne fert ne de toplumca huzurun sağlanamayacağını bilerek yaşamak. (6/151)

Aklı yerinde kullanmamanın bela ve musibetlere yol açacağı öngörebilmek. (10/100)

Vahyî bilgi deruhte edilmeden insanın layık olduğu onuru elde edemeyeceğinin ayırdına varmak. (21/10)

Yeryüzünde seyahat etmenin asıl gayesinin eğlenmek değil, hakikate eklemlenmek olması gerektiğini içselleştirerek arzda endam etmek. (22/46)

Doğum ve ölümün (nesnelerin bidayet ve nihayetlerinin) üzerinde düşünülmeden hayatın künhüne vakıf olunamayacağını kavramak. (23/80)

Tefekküre çağrı

Bu ifadeler, ilgili ayetlerden bizim anlayabildiklerimizdir. Kuşkusuz en doğrusunu Allah bilir. Kuran’ın hem retorik ve içerik hem de belagat yönünden icazı, en önemli özelliğidir. Belagati duyu ve duyguya, fesahati ise akla hitap eder. Onun evreni makulattan sayan ayetleri, muhatabını başta kâinat olmak üzere oluş üzerinde tefekküre çağırır. Tefekkür teemmüle evrilir ki bu evrenin (aşamanın) emeli; görünenden (şahidden) görünmeyene (gaibe) yönelik bir istidlal elde ederek Kâdir-i Mutlak (omnipotent) ve Âlim-i Mutlak (omniscience) olanın uluhiyeti hakkında -deryada katre kadar da olsa- bir fikir sahibi olmaktır.

Haddizatında kozmosla kurulan ilişkide rasyonel süreçlerin sonunda idrak edilmesi gereken birincil ve zorunlu öncülün (marifetullah’ın) başlangıç bilgileri kavranmadan, mevcudatı bütüncül bir okumaya tabi tutmak muhaldir. Bu durum, bilim için araçsallaştırılan aklın tarihi incelendiğinde anlaşılacaktır. Döngünün en önemli halkası kayıp, tespihin birleştirici unsuru -imame- zayi olunca malumat; itminan ve inşirah yaratmaktan çok, fikirde yaralar açan bir niteliğe bürünmektedir.

Kitapların sayfalarında, laboratuvarların koridorlarında, mikroskobun okülerinde, hipotezlerin iddiası ve verilerin cangılında kaybolmamak için kutsalla barışık bir bilimsel akıl gerçekten imkânsız mıdır?

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *