Osmanlı’da otomobillere ilişkin yasal düzenlemeler

Osmanlı’da otomobillere ilişkin yasal düzenlemeler

1900’lerin başında görülmeye başlanan otomobillere Osmanlı’da, “Kendi-giden” anlamına gelen “Zatü’l- hareke” deniyordu. Otomobillere şehir içinde hız limiti getirilirken, şoförlerin sınava tabi tutulmaları istenmişti.

Osmanlı Devleti, 1900’lerin başında kullanımı yaygınlaşan otomobiller ve artan trafiğe ilişkin pek çok yasal düzenleme yapmıştı. Devlet Arşivleri Başkanı Prof. Dr. Uğur Ünal, Osmanlı Devleti’nin otomobil kullanımıyla ilgili yaptığı düzenlemelere ilişkin Devlet Arşivlerindeki kaynaklardan yola çıkarak AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.

Yunanca “Autos” (Kendi), Latince “Mobilis” (Hareket eden, giden) kelimelerinden türeyen otomobil kelimesinin Osmanlıcaya birebir çevrildiğini belirten Ünal, “Gümrüklerde karşılaştıkları bu yeni araca Zatü’l-hareke (Kendi kendine hareket eden / kendi-giden) adını vermişlerdir.” dedi.

Osmanlı başkentinde otomobillerin ilk olarak şehrin ana caddelerinde görüldüğünü vurgulayan Ünal, şöyle konuştu: “Bu konudaki belgelerden anlaşıldığı kadarıyla şehir içinde otomobille gezmek ve yaya trafiğini tehlikeye atmak yasaklanmıştır. Zabtiye Nezaretinden Beyoğlu Mutasarrıflığına yazılan 1907 tarihli bir yazıda şehir içinde görülen otomobil şu şekilde tasvir edilmiştir: (Dün saat on buçuk raddelerinde derununda bir erkek ve bir kadın olduğu halde bir otomobil arabasının Karaköy ve Bank-ı Osmani tarikiyle Beyoğlu cihetine gitdiği bildirilmiş ve halbuki Dersaadet sokaklarında otomobil ile gezmek içün henüz müsaade olunmadığı gibi mahzuru da derkâr bulunmuş olmağla mezkûr otomobil(in) kimin olduğunun serian tahkikiyle sahibine tahkikat icrası hususuna…)”

Uğur Ünal, Bab-ı Ali Umur-ı Dahiliye Kalemi’nden Hariciye Nezareti’ne yazılan 1909 tarihli bir yazıda da otomobillerin seyrüseferlerine dair elde bir nizamname olmadığı, gerek İstanbul gerekse diğer illerde otomobillerin kullanılması ve işletilmesinin uygun olmadığı, ruhsat talep edenlere bu konuda ileride çıkarılacak nizamnamelere uyacaklarına söz verdikleri takdirde ruhsat verileceğinin Dahiliye Nazırı tarafından bildirildiğini kaydetti.

Söz konusu yasak yazısının Hariciye’ye yazılmasının gerekçesinin o dönem İstanbul ve çevresinde otomobil kullanan kişilerin pek çoğunun yabancı ülke sefaretlerinde görevli bürokrat ve diplomatik temsilciler olmasıyla ilişkili olduğuna değinen Ünal, “Özetle otomobilin ülkeye girişine Osmanlıların ilk tepkisi yasaklar üzerinden olmuştur denilebilir.” dedi.

Otomobil kullanımının serbest bırakılması teklif edildi

Zabtiye Nezaretinin yaptığı tespitlere göre otomobillerin en sık Şişli, Kağıthane ve Üsküdar’da görüldüğüne değinen Ünal, 1908 yılında otomobillerin şehir içindeki seyrüseferleri hakkında kapsayıcı ve en üst düzey hukuki karar metni olan bir padişah iradesi yayınlandığını kaydetti.

İradede, engelleyici tedbirlerin alınmasının halkın güvenliği açısından gerekli olduğunun vurgulandığını aktaran Prof. Dr. Ünal, şunları söyledi:

“Otomobillerin şehir içinde görülmelerinin konulan dar kapsamlı yasaklarla engellenemeyeceğini anlayan idare, daha sonra bu konuda özgürlükçü ve düzenlemeci bir paradigma değişikliğine gitmiş, Dahiliye Nezareti aracılığıyla neler yapılabileceği konusunu gündemine almıştır. Ticaret ve Nafia Nazırı tarafından kaleme alınıp Dahiliye Nezaretine gönderilen bir yazıda, otomobiller konusunda düzenleyici bir nizamname olmadıkça İstanbul sokaklarında ve Memalik-i Osmaniye’nin muhtelif mahallerinde otomobillerin kullanılmasının önüne geçilemediği, gümrüklerden bir şekilde otomobillerin gelip geçtiği ve imkanı olan kişilerce de otomobillere rağbet gösterildiği belirtilmiştir. Nazır, otomobil kullanımının yasaklanması yerine hız limitleri, ruhsatlandırma ve ehliyet işlemleri ile bunlardan alınacak vergilerin tespit edilip otomobil kullanımının serbest bırakılmasını teklif etmiş, konunun tarafları olan kurumlarca da gereken katkıların sunulmasını istemiştir.”

Otomobillere ilişkin ilk yasal düzenlemeler

Otomobillerin Osmanlı İstanbul’unda sıklıkla görülmeye başlamalarının ardından oluşan yasal düzenleme ihtiyacını gidermek üzere 1913 yılında Zabıta-i Belediye Talimatı yayımlandığını anlatan Ünal, şöyle konuştu:

“Talimatın 7. maddesinin ilk bölümünde binek arabalarının döşemelerinin marekondan olması, camlarının ve kapılarının kolayca açılabilmesi, kırık olmaması, şoför mahallinin iki tarafında fener bulundurulması, ait olduğu daire ve sıra numarasının üzerine yazılması, güneşin batışından sonra fenerlerinin mutlaka yakılması, yakılmadığı takdirde derhal tevkif edileceği gibi hususlar yazılıdır. Yine arabaları kullanacak kişilerde mutlaka bir ehliyet varakasının bulunması, belediye tarafından kendilerine verilen rozeti mutlaka ceketlerinin yakalarında taşımaları, yapmadıkları takdirde trafikten men edilecekleri belirtilmiştir.”

Prof. Dr. Ünal, Zabıta-i Belediye Talimatı’nın bir kısmının da trafikte seyreden otomobillere ilişkin olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bunlardan birisi otomobillerin hız limitleri konusudur. Talimatnamede otomobillerin şehir içinde saatte 10 kilometre, şehir haricinde ise 30 kilometre hız limitinin dışına çıkmamaları, muayyen saatlerde bu limiti aşanların ait oldukları daireye bildirilecekleri ve cezai müeyyideye tabi olacakları bildirilmiştir. Yine otomobil, otobüs ve velespitlerin (bisikletlerin) hava kararınca şehir içinde mutlaka fener ve kandillerini yakmaları, istiab haddini aşan yüklerin araçlara yüklenip yayaları rahatsız etmelerinin engellenmesi, polislerin ihtar ve işaretlerine harfiyen uymaları, yayaların da yük ve binek arabalarını gördükleri zaman yolun kenarına çekilmeleri gibi trafiği düzenleyici diğer bazı tedbirler de talimatnamede detaylı olarak kaydedilmiştir.”

İstanbul’da otomobillerin karıştığı ilk kazalar

Ünal, yük ve binek araçlarının seyrettikleri yolların yaya yollarından ayrı olmaması, yayaların bu yeni teknolojiyi yeterince tanımaması, yollardaki yönlendirme ve ikaz alt yapısının yetersizliği ve şoförlerin acemiliği gibi sebeplerle Osmanlı İstanbulu’nda pek çok kaza yaşandığına da dikkati çekti.

Devletin otomobil şoförlerinin maharetli ve yetenekli kişilerden seçilmesini zorunlu kıldığına değinen Ünal, bu dönemde yaşanan ilginç bir kaza örneğini şöyle anlattı:

“Bab-ı Ali diye bilinen Sadaret Dairesi’nin demir kapısına Saraçhane-i Askeri’ye ait bir nakliye otomobili çarpmış ve bu kapıyı delip zarar vermiştir. Zarar gören kapının tamir masrafı ise yaklaşık 500 kuruştur. Arabanın tamiri ve masrafın tesviye süreci, evveliyatında buna benzer maddi hasarlı bir otomobil kazası olmaması dolayısıyla Emlak-i Emiriyye, Sadaret ve Maliye arasında uzun yazışmalara konu olmuştur.

Bu kazayı takip eden zamanlarda da yine pek çok kaza yaşanmış, giderek tekil kazalardan ziyade toplu otomobil kazalarına dair rapor ve tutanaklar devletin kayıtlarında kendilerine yer bulmaya başlamıştır. Polis Müdir-i Umumisi tarafından Dahiliye Nezareti’ne gönderilen 1916 tarihli bir arzda bu durum detaylı şekilde anlatılmıştır: (İki ay zarfında 10’u mütecaviz (aşkın) otomobil kazası vuku’a (meydana) geldiği ve bu kazaların kaffesinin (hepsinin) cihet-i askeriyeye (Askeri) ait otomobillerin şehir dahilinde süratle gitmelerinden ileri geldiği vukuat cetvellerinden anlaşılmaktadır. Bu kazaların üçü mevte (ölüme), ikisi ağır ve diğerleri dahi nisbeten hafîf mecruhata (yaralanmaya) sebebiyet vermiştir. Gerçi askeri otomobillerin şehir dahilinde süratle gitmemeleri merkez kumandanlığı tarafından ilan edilmiş ise de hiç bir tesiri olmamış ve kazalar bilahire vukua gelmiştir.)”

İlk “ehliyet” sınavı önerisi

Devletin artan otomobil kazalarını bir süre sonra kayda almaya başladığını anlatan Prof. Dr. Uğur Ünal, kayıtlarda bugünkü plaka yerine otomobil numarası, sürücü ehliyeti yerine ise diploma tabirleri kullanıldığını söyledi.

Prof. Dr. Ünal, otomobil kazalarının acemi şoförler yüzünden meydana geldiği konusunda bir rapor kaleme alan İstanbul Polis Müdüriyetinin, bu olayların önünü almak için şoförlerin sınava tabi tutulmaları, ehliyetsiz olanların araç kullanmaktan men edilmeleri, bu uygulamaların sivil ve resmi tüm otomobil şoförleri için geçerli olacağını belirttiğini aktardı.

Motorlu taşıtların mevzuat boşluklarının kısa sürede telafi edildiğini vurgulayan Prof. Dr. Ünal, “Motorlu taşıtların meydana getirdiği mevzuat boşlukları ve gedikler telafi edilmiş, Devlet düzenleyici tedbirleri kısa sürede yürürlüğe koymak suretiyle otomobilin Osmanlı dünyasında kabul görmesinin önünü açmıştır.” ifadelerini kullandı.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *