Ergün Yıldırım: “Müslüman aydınlar ve âlimler, bu defa da Batı’nın yeni post-modern septik felsefesine koşuyorlar. Yaşadıkları akli ve varoluşsal krizin ürettiği acıyı dindirmek için ‘düşünce evlerinden’ firariye çıkıyorlar.”
Yeni Şafak yazarı Ergün Yıldırım, “Allah’ı septik ve kriz zihinleriyle hesaba çekenler” başlıklı bugünkü yazısında, “İslam âleminde, belki de ilk defa bu kadar etkili bir ‘septik teolojik bilinç’ doğuyor.” ifadesini kullandı.
Yıldırım, “Müslüman coğrafyada zihni kriz içinde yaşayan aydınlar, ya Gazali’nin yolunda yürüyecekler ya da post-modern Nietzsche ve Feuarbach yolunda. Gazali’nin yolu Allah’a ulaşacak, diğerlerinin yolu ise ateizme ve deizme.” iddiasında bulundu.
Yıldırım şunları yazdı:
Septisizm, Yunan’dan doğan bir felsefe. Hakikatin köküne şüphe tohumları eken bir felsefe. İnsan sayısınca doğrudan bahseden, doğruyu aramayı beyhude bir çaba gören felsefe. Hakikate karşı derin bir rölativizm içinde. Bilginin değişkenliğini savunur. En sonunda da şiarını haykırır! “insan sayısınca doğru vardır”. Hakikatin ebedi, evrensel ve metafizik yönlerini inkâr eder. İnsan zihni, insan tecrübesi ve insan duyumları nereye kadar uzanıyorsa bilgi de odur. Değişmez ve ebedi olan Tanrı bunlarla elde edilemez. O zaman Tanrı ya bilinmezdir ya da beşeri muhayyiledir.
Düşünce tarihinde hakikat peşinde koşan ve şüpheye düşen bir çok filozof var. Entelektüel kriz, çoğu zaman kendisini şüpheyle dışa vurur. İki entelektüel sufi olan Muhasibi ve Gazali de bu krizleri yaşayan düşünürler. Ama yaşadıkları krizi, hakikatin krizi değil kendi krizleri olarak görürler. “Düşünen kalple” aydınlanırlar. Gazali, yaşadığı krizi anlattığı otobiyografisini “dalaletten çıkış” olarak isimlendirir. Kriz, bir dalaletti ve ondan çıkınca kurtuluşa ermişti. Şüphe ile başa çıkmıştı ve onu hakikate varmanın bir yöntemine dönüştürmüştü. Modern zamanlarda Descartes de Gazali’yi izler. O da şüpheyi bir yöntem haline getirir. Şüphe, bir felsefe olmanın ötesinde bir yöntem olarak inşa edilir. Septisizmin hakikati belirsizleştiren felsefenin pabucu dama atılır. Septisizmin silahı septisizme doğrultulur.
Septisizmin en trajik biçimi teolojide ortaya çıkıyor. Çünkü teoloji(kelam) hakikatin bilimi demek. Metafiziğe uzanan hakikatin bilimi. Kesin, net, ezeli, ebedi ve evrensel doğrular alanı. Modern zamanlarda teoloji, yerini bilime bıraktı. Bilim ezeli ve ebedi bilgi iddialarında bulundu. Akıl, bunun öncülüğüne soyundu. Bu açıdan Hegel bir akılcı teolojinin kurucusudur. En metafizik alanı olan Tanrı, akıl ile tanımlanır. Nietzsche, bir septik ve nihilist teoloji ortaya koyar. Her iki filozofun teoloji eğitiminden koparak felsefeye geçmeleri tesadüfi değil. Nietzsche kendisini Grek tanrısı Diyonsos ilan eder. Teolojik reddiyeleri ve arkasından gelen “seküler teolojik” inşa arayışı onu buna götürür. Feuerbach, artık antropolojik paradigmasıyla bir teoloji inşa eder. İnsan bilinci ve muhayyilesine dayanan bir teoloji geliştirir. Antropolojik teoloji, akıl teolojisi, tarihselci teoloji, nihilist-septik teoloji…Şimdi post-modern felsefesinin hakikatin sonunu ilan etmesiyle sona eriyorlar. Son, son, son…Bütün Batı düşüncesi bunu haykırıyor. Tarihin sonu, mekanın sonu, toplumun sonu, zamanın sonu…Tüm sonlarla birlikte hakikatsizlik, hiçlik ve rölativizm sarmalında bir septisizm yükseliyor yeniden.
İçinden geçtiğimiz post-modern zamanlarda septisizm yeniden yükseliyor. Post-modernlik hakikatin sonunu ve çoğulluğunu ilan ediyor. Modernitenin hakikat olma iddiası sona ermiştir. Ne bilim hakikat, ne özgürlük, ne akıl, ne de özne. Hakikat sonrası dönem yaşanıyor, yani post-truth. Septisizm yeni bir kılıfla ortaya çıkıyor. Hiçbir şeye inanmama, tek Tanrıyı inkâr etme, Tanrı değil Tanrılardan bahsetme, deizm, agnostisizm… Bütün bu akımlar yeni septisizmin gölgesinde boy veriyor. Post-modern düşünce ve diliyle arzı endam ediyorlar.
Müslüman aydınlar ve âlimler, şimdi bu post-modern dolmuşa biniyorlar. Bu defa da Batı’nın yeni post-modern septik felsefesine koşuyorlar. Yaşadıkları akli ve varoluşsal krizin ürettiği acıyı dindirmek için “düşünce evlerinden” firariye çıkıyorlar. Kendi teolojileriyle septik bir ilişki kurmaya başlıyorlar. İslam âleminde, belki de ilk defa bu kadar etkili bir “septik teolojik bilinç” doğuyor. Tarihsellik, hermonötik ve septik yöntemler doğrudan felsefe olmaya başlıyorlar. İnanca dönüşüyorlar. Müslümanlar, Batı’nın entelektüel krizinin ürettiği dalgaya çarpılıyorlar. Çarpılan inançlar, bilinçler ve kimlikler. Çarpılan insanın varoluşsal derinliği. Artık büyük bir entelektüel savaş içindeyiz. Sadece oryantalistlerle yürüyen bir savaş değil bu. Oryantalistler ve Batılı sosyal teorisyenlerin yöntemlerini mutlaklaştırarak kendilerine bakan ve kendi hakikatlerine yabancılaşan septik teologlarla ve self-oryantalistlerle sürecek bu savaş. Felsefeyi mutlak bilgi ve varoluş alanı olarak önerenlerle olacak bu savaş. Felsefeyi mutlaklaştırarak onunla Allah’ı ve hakikati hesaba çeken septikler, oryantalistler ve kriz zihinlerle yürüyecek bu cengimiz. İki de bir Tanrısını öldüren medeniyetin evlatlarıyla ezeli ve ebedi olan Allah medeniyetinin evlatları arasında sürecek bu düşünce cengimiz.
Müslüman coğrafyada zihni kriz içinde yaşayan aydınlar, ya Gazali’nin yolunda yürüyecekler ya da post-modern Nietzsche ve Feuarbach yolunda. Gazali’nin yolu Allah’a ulaşacak, diğerlerinin yolu ise ateizme ve deizme. Her şey bu kadar apaçık!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *