“Amiraller muhtırası” ve “Tekbirlerle direniş” çağrıları üzerine

“Amiraller muhtırası” ve “Tekbirlerle direniş” çağrıları üzerine

“Biz Müslümanların, salt darbelere değil, insanı bizatihi kendisinin rabbi ve ilahı kabul etme ideolojisi olan, meşruiyetin temelini Rabbimizin irade ve ahkamında değil, insan çoğunluğunun irade ve yöneliminde gören demokrasiye karşı da tekbirlerle direnmemiz gerekir.”

Şükrü Hüseyinoğlu

Türkiye, geçtiğimiz Cumartesini Pazara bağlayan gece yarısı (3-4 Nisan 2021) yeni bir “askeri girişime” tanıklık etti. 104 emekli amiral, “Yüce Türk Milletine” şeklinde darbe üslubuyla yayınladıkları bildiriyle, Montrö anlaşması tartışmalarından girip, laiklik, “Atatürk inkılapları” ve “irtica” konusunda bildik 28 Şubatçı argümanları tekrarlayan kimi yaklaşımları içeren bir metin yayınladılar.

Tabi fırtına kopmuş oldu. Yeni bir darbe girişimi mi, yoksa bir “orduevi” nostaljisi mi olduğu tartışmaları arasında, alınan farklı siyasi pozisyonlar, yapılan açıklamalar ve nihayet girişimin başını çektiği ifade edilen 14 emekli amirale yönelik gözaltılar…

Bu fırtınalı gelişmeler içinde,  “İslami kesimlerden” de özgün İslami tutumlardan ziayde 15 Temmuz ve sonrasını hatırlatacak şekilde sesler yükselmeye başladı.

Evet, “Amiraller muhtırası” karşısında bizim kimi Müslümanlar yine aslan kesildi ve “Aklınızdan bile geçirmeyin. Aksi halde yine meydanları doldurur, tekbirlerle size haddinizi bildiririz” gibi mesajlar paylaşma yarışına girdi.

Darbeciliğe ve darbecilere karşı tekbirle direnmek tabii ki iyi-güzel, dahası İslami bir yükümlülük.

Ancak…

DARBECİLİĞE OLDUĞU GİBİ DEMOKRASİYE DE TEKBİRLERLE DİRENMEK GEREK

İşte bu ‘ancak’ kısmı olmadığında, tekbirlerle “demokrasi mücahidi” durumuna düşmek, Allah’ı yüceltme, O’ndan başka hükmüne rıza gösterilecek, otoritesine boyun  eğilecek otorite tanınmamanın ifadesi olan İslami bir şiarı, laik-kemalist düzeni savunmanın bir enstrümanına dönüştürmek kaçınılmaz olabiliyor.

15 Temmuz ve sonrasında da böyle olmadı mı?

Meydanlarda atılan tekbirler, sonrasında memlekete İslam’ın egemenliğini mi getirdi?

Hayır.

Bilakis, laik-kemalist tuğyan daha da tahkim edilerek, nasyonal-kapitalist düzen güçlenerek yoluna devam etti.

Bu itibarla, biz Müslümanların, salt darbelere değil, insanı bizatihi kendisinin rabbi ve ilahı kabul etme ideolojisi olan, meşruiyetin temelini Rabbimizin irade ve ahkamında değil, insan çoğunluğunun irade ve yöneliminde gören demokrasiye karşı da tekbirlerle direnmemiz gerekir.

Ve bu direnişimiz, gündelik ve tepkisel değil, yeryüzünde din/otorite Âlemlerin Rabbi’ne, O’nun ölçülerine has kılınana veya yakîn bize gelene kadar devam etmeli.

(İslam ve Hayat)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *