Husilerin askeri kazanımlar elde etmesiyle, güneydeki ayrılıkçıların 2019’daki Riyad Anlaşmasıyla birlikte “meşru aktör” haline gelmeleri Suudi Arabistan’ın Yemen politikasında başarısız olduğunu kabul ettiği şeklinde yorumlanabilir.
Mehmet Rakipoğlu / AA
2010 sonu itibarıyla Ortadoğu’nun kendisini içinde bulduğu durum ve Arap halklarının meşru hak talepleri diktatöryel iktidarlara ciddi bir meydan okumaydı. Tunus’ta otoriter rejimin halk ayaklanmasıyla devrilmesinden ilham alan Arap sokaklar Suriye, Mısır gibi birçok ülkede hareketlendi. Yemen de bu silsileden bağımsız değildi. Fakat Yemen’in tarihi ve toplumsal yapısı göz önünde bulundurulduğunda burada durumun diğer devrim süreçlerinden farklı bir hal alacağı aşikardı. Uzun süre ikiye bölünmüş halde varlığını sürdüren Yemen’deki etnik ve mezhep temelli yapılanma, baskıcı iktidar ve dış aktörlerin müdahalesi devrimin seyrini değiştirdi. Halkın barışçıl gösterileri İran destekli silahlı bir grup olan Husiler tarafından suistimal edildi.
Gösterilerden ve siyasetteki belirsizlikten yararlanan Husiler 2014’te Yemen’in başkenti Sana’yı ele geçirdi. 2015 yılına gelindiğinde Husilerin Yemen’de belirleyici bir aktör haline gelmesini doğrudan ulusal güvenlik tehdidi olarak gören Suudi Arabistan, Husileri Yemen sahnesinden silmek ve iktidarı Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in yardımcısı Abdurrahman Hadi’ye vermek amacıyla beraberinde birçok ülkenin de katıldığı bir askeri operasyon başlattı. Ülkenin toprak bütünlüğünün korunmasını amaçlayan Suudi Arabistan aradan altı yıl geçmesine rağmen arzu ettiği şekilde ilerleme kaydedemedi ve Yemen’de adeta bataklığa saplandı.
Öte yandan Suudi Arabistan, yıllardır devam eden hava saldırıları sırasında birçok kez insan hakları ihlallerinde bulundu. Mescitler, düğün evleri, taziye alanları gibi sivillerin bulunduğu bölgelere saldırılar düzenleyen Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon, uluslararası hak örgütleri tarafından şiddetle kınandı. Dahası Almanya, İsveç, Kanada gibi ülkelerin bazıları Suudi Arabistan’a Yemen’deki insan hakları ihlalleri nedeniyle silah tedarikini kesti, bazıları da yaptırım tehdidinde bulundu. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Demokrat kesimi Suudi Arabistan ile ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesini isteyerek, Yemen’le ilgili olarak yaptırım uygulanması için ciddi bir kamuoyu oluşturdu. Donald Trump’ın iktidarı döneminde söz konusu talepler Beyaz Saray tarafından reddedildi. Diğer bir deyişle, ABD’nin eski Cumhuriyetçi Başkanı Trump ticaret ortağı olarak gördüğü Suudi Arabistan’ın Yemen’deki cürümlerine göz yumdu. Beklendiği gibi Trump’ın iktidardan gitmesi Suudi Arabistan dış politikasında ciddi bir etki oluşturdu.
Dış politikaya Biden ayarı
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi 2010’dan sonraki dönemde kendi potansiyelini zorlayarak agresif ve müdahaleci politikalar izleyen aktörler Trump’ın başkanlık koltuğundan uzaklaşmasıyla birlikte tedirgin oldu. Yemen, Libya, Suriye gibi sıcak çatışma bölgelerinde doğrudan askeri müdahaleler veya vekiller üzerinden dolaylı olarak varlık mücadelesi veren Suud-BAE bloğu, mezkûr siyaseti Trump’sız izleyemeyeceğini anladı. Bu durum özellikle Suudi Arabistan dış politikasında tezahür etti. Trump’ın seçimleri kaybedeceğine dair raporlar ve anketler gün yüzüne çıktıkça Suudi Arabistan dış politikada geri adım atmaya başladı. Bu minvalde 2020’nin sonlarında Türkiye ile normalleşme sinyalleri verildi. Arap devrimleri, Mısır’daki devrim-darbe süreci, Körfez krizi, Kaşıkçı cinayeti başta olmak üzere birçok kulvarda basın ve din adamlarını kullanarak Türkiye karşıtı siyaset izleyen Riyad yönetimi, Trump’ın desteği olmadan bu siyaseti sürdüremeyeceğini anladı ve geri adım atmaya başladı. Benzer şekilde Katar’a yönelik 5 Haziran 2017’de başlatılan ambargo da Biden’ın iktidarına hazırlık bağlamında Ocak 2021’de sonlandırıldı. Suudi Arabistan yönetiminin bu hamlelerle, Biden döneminde kendisini ABD’ye sorun çözücü bir aktör olarak göstermek istediği ve böylece zedelenen imajını tazelemeyi amaçladığı söylenebilir.
Benzeri bir adım olarak, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan 21 Mart’ta Yemen’de ateşkes ilan ettiklerini duyurdu. Ayrıca bin Ferhan Sana’ya bazı uçuşların tekrar başlayabileceğini, Husiler kabul ederse Hudeyde limanı üzerinden bazı ürünlerin ve yardımların gönderileceğini, batan ekonominin düzeltilmesi için Yemen Merkez Bankası ile işbirliği yapılacağını ve Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde yapılacak müzakereleri destekleyeceklerini belirtti.
Ateşkesin sebepleri
Suudi Arabistan’ın Yemen’de ateşkes ilan etmesinin birçok sebebi bulunuyor. Bunlardan ilki Suudi Arabistan’ın dış politikasında ABD’nin ve özellikle Biden yönetiminin etkisidir. İran, Katar, Türkiye gibi ülkelerle bozuk olan ilişkilerini Biden’ın destek vermemesinden dolayı gözden geçiren Riyad yönetimi benzer şekilde Yemen’de de ABD desteği olmayacağını hesaba katarak ateşkes çağrısında bulundu. Dahası Biden’ın seçim kampanyası boyunca Yemen’deki savaşın sonlandıracağını ve Riyad’a baskı uygulayacağını dile getirmesi Suudilerin ateşkes ilan etmesini elzem hale getirdi. Suudi Arabistan’ın Yemen politikasındaki değişimi de bu minvalde değerlendirmek gerekiyor. Ayrıca Suudilerin ateşkes ve müzakere çağrısı Riyad’ın Yemen politikasının başarısızlığını kabul etmesi olarak yorumlanabilir.
Suudi Arabistan’ın ateşkes ilan etmesinin ikinci sebebi, ulusal güvenlik kaygılarının artmasıdır. Temelde ABD’nin bölge politikasıyla doğrudan bağlantılı olan Suudi Arabistan’ın güvenlik kaygıları, Husilerin artan saldırılarıyla birlikte şiddetlendi. Biden’ın Suudi Arabistan’ın güvenlik kaygılarını giderme konusundaki ikircikli ve isteksiz tavrı Suudi Arabistan dış politikasında en az üç sonuç ortaya çıkarmış bulunuyor: Bunlardan ilki, milli savunma sanayiinin inşası fikrinin ortaya çıkması, ikincisi, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa gibi aktörlerle askeri alanda yakınlaşarak ABD merkezli risklerden uzaklaşma çabası, üçüncüsü ise dış politikada daha fazla uzlaşı, müzakere, diplomasi sürecinin devreye sokulmasıdır.
Ayrıca Yemen hükümetinin yeni başkenti olan Marib şehrini İran destekli Husilerin ele geçirmek amacıyla saldırılar başlatması, Yemen’de çatışmaların artmasına sebebiyet verdi. Marib’in ele geçirilmesine yönelik çatışmalarda hem Husiler hem Yemen ordusu ciddi kayıplar verdi. Suudi Arabistan sınırında ve petrol-doğalgaz-yatırım açısından zengin ve stratejik bir şehir olan Mar’ib üzerinden yaşanan çatışmaların artması Riyad’ın ulusal güvenliğine doğrudan tehdit olarak algılandı. Bu minvalde Suudi Arabistan, Husilerin Marib’i ele geçirme ihtimalini hesaba katarak, daha fazla kayıp vermeden ateşkes çağrısında bulundu. Benzer şekilde Husilerin Suudi Arabistan’a yönelik gerçekleştirdikleri drone saldırılarının artması da Riyad’ın Yemen’de ateşkes ilan etmesini mecbur kıldı.
Suudi Arabistan’ın ateşkes ilan etmesinin üçüncü sebebi, BAE ve Mısır gibi müttefiklerinin özellikle Yemen bağlamında Suudi Arabistan’ı hayal kırıklığına uğratarak beklenen desteği vermemesidir. Hatta Abu Dabi’nin Yemen politikası Suudi Arabistan ile ittifakının çatırdamasına yol açmış bulunuyor. Nitekim BAE Yemen’de Suudi Arabistan’ın toprak bütünlüğü politikasına taban tabana zıt şekilde güneydeki ayrılıkçıları destekleyerek ülkenin bölünme sürecini hızlandırdı ve çatışmaların artmasına neden oldu. Dahası, BAE 2019’da imzalanan Riyad Anlaşmasıyla birlikte güneydeki ayrılıkçıları meşru bir aktör haline getirdi.
Dördüncü sebep, gerek yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin seyrinin gerekse petrol fiyatlarındaki istikrarsızlık ve düşüşün Suudi Arabistan ekonomisini zayıflatmış olmasıdır. İşaret edilen çok boyutlu dış politika güçsüz bir ekonomiyle sürdürülemeyeceği için Suudi Arabistan bu agresif politikayı terk etmek zorunda kaldı. Ateşkes kararının arkasındaki diğer bir sebep olarak, Körfez krizinin de bitirilmesinin ardındaki motivasyonlardan biri olan, Batı ve ABD’de nezdinde zedelenmiş Suudi Arabistan imajının onarılmak istenmesine işaret edilebilir. Fakat Husiler yaptıkları açıklamada kendilerine yönelik uygulanan ambargo kaldırılmadığı sürece saldırılarına devam edeceklerini duyurdular. Nitekim Husiler ateşkes ilanını takiben Suudi Arabistan’a drone saldırısı düzenleyerek ateşkes kararında yeni bir şey olmadığını ve reddettiklerini ilan etmiş oldular. Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın ateşkes çağrıları karşılık bulmadı.
Kazananlar ve kaybedenler
Sonuç olarak Biden’ın baskıları, ulusal güvenlik tehditlerinin yoğunlaşması, müttefiklerin destek vermemesi, ekonomik gidişatın kötü olması ve uluslararası prestijin zedelenmesi gibi sebepler Suudi Arabistan’ı Yemen’den çekilmeye zorluyor. Yemen denkleminde Husilerin askeri kazanımlar elde etmesiyle, güneydeki ayrılıkçıların 2019’daki Riyad Anlaşmasıyla birlikte “meşru aktör” haline gelmeleri Suudi Arabistan’ın Yemen politikasında başarısız olduğunu kabul ettiği şeklinde yorumlanabilir. İran destekli Husilerin, BAE destekli ayrılıkçıların ve Suudi Arabistan destekli Yemen hükümetinin olası müzakere süreci, Yemen’in bütünlüğünün korunmasından ziyade ülkedeki bölünmenin daha da keskin hale gelmesi riski taşıyor. Savaşın en kazançlı aktörlerinden biri, Yemen’de Husileri vekil tutarak bölgedeki etkinliğini artıran İran oldu. Kazançlı çıkan bir diğer aktör ise Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonu kılıf olarak kullanan BAE. Müslüman Kardeşlerin Yemen şubesi olarak bilinen el-Islah hareketinin üst düzey isimlerine suikastlar düzenleyen BAE, aynı zamanda güneydeki ayrılıkçıları destekleyerek Yemen’in fiili olarak bölünmesine de zemin hazırladı. Öyle ki Abu Dabi, Yemen’de işgal ettiği Sokotra adasına has ender bulunan değerli ağaçları dünyanın gözü önünde kaçırdı. Güneydeki ayrılıkçıları kendisine vekil olarak tutan BAE, 2019’da Yemen’den “çekildiğini” ilan ederek uluslararası prestijini korumaya çalıştı ve savaştan en çok kazançlı çıkan aktör olmayı başardı.
Savaşın kaybedenler tarafında bakıldığında ise ilk akla gelen aktör Suudi Arabistan. Savaş için milyarlarca dolar harcayan Riyad yönetimi, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ülkenin askeri kapasitesini aşan agresif politikalarıyla Yemen bataklığına saplandı. Devlet dışı aktör olan Husilere karşı başarı elde edemeyen Riyad için Yemen adeta Suudi Arabistan’ın Vietnam’ı haline geldi.
Savaşın asıl kaybedeni ise Yemen halkı. Dünyanın zaten en fakir ülkelerinden biri olan Yemen’in vekalet savaşına “ev sahipliği” yapması, fakirliğin daha da artmasına neden oldu. Ayrıca gerek Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçlerinin gerekse Husilerin insan hakları ihlalleri Yemen’deki insani krizi daha da derinleştirdi. 16 milyona yakın insanın açlıkla, iki milyondan fazla insanın da kolera gibi hastalıklarla mücadele ettiği düşünüldüğünde Yemen’deki savaşın, etkileri uzun yıllar boyunca devam edecek büyük bir tahribata yol açtığı, iç bölünmeler ve dış müdahaleler nedeniyle bu yıkımın daha da derinleşme potansiyeli taşıdığı ifade edilebilir.
[Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsünde araştırma görevlisi olan ve doktora çalışmalarına devam eden Mehmet Rakipoğlu aynı zamanda Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Körfez Çalışmaları Koordinatörlüğü’nde kurum dışı araştırmacı olarak görev yapmaktadır]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *