“Dünyayı Müslümanca bir bakışla adımlamak, bizim vazifemiz. Böylece ortaya çıkacak eserler, Müslümanların birbiriyle daha yakından tanışması adına çok önemli belgelere dönüşecek.”
Yeni Şafak yazarı Taha Kılınç, Ketebe yayınlarından çıkan “Katmandu’ya Yol Arkadaşı Aranıyor” isimli kitabı tanıttığı bugünkü yazısında bu vurguda bulundu.
Kitabın yazarı Abdullah Kibritçi’nin hangi zorluklarla yazdığından söz eden Kılınç, ziyaret edilen ülkelerin yakın tarihindeki önemli dönüm noktalarının da kitapta içerildiğini belirtti.
Kılınç, kitap hakkında şunları anlattı:
“Yolculuklarımda başka hayatlara dokunuyor, dünyanın bizden ibaret olmadığını daha iyi hissediyordum. Başka kültürlere, başka kavrayışlara şahit oluyordum. Her yolculuk, kalıplarımı kırıyor, ezberimi bozuyor, sivri yanlarımı törpülüyordu. Kültür ve gelenek ne ilginç şeylerdi. Birlikte yolculuk yaptığım insanların yabancı kültürlerle temasını ve tepkilerini gözlemlemek de öğreticiydi. Farklı dünyalar tanımak bana kendi varlığımı hissettiriyor ve hayretim hiç bitmeden, artarak devam ediyordu. […] Tarihi eserler, eski camiler, kiliseler, bin yıllık buluntular veya müzeler ilgimi çekmiyor; aksine insanın hâlâ içinde yaşadığı, gündelik hayatını geçirdiği, yaşayan mekânlar beni büyülüyordu.”
Abdullah Kibritçi’nin, “Katmandu’ya Yol Arkadaşı Aranıyor” (Ketebe Yayınları, Şubat 2021) isimli enfes kitabını okurken, yukarıdaki satırların altını özellikle çizdim. Zira elimdeki metni sıra dışı ve sürükleyici kılan bakış açısı, güzelce özetlenmişti. Sekiz yıl boyunca yardım çalışmaları yapmak ve belgesel çekmek için birbirinden farklı ülkelere seyahat eden Kibritçi’nin nasibine gidilmesi güç ve çalışılması zor bölgeler düşmüştü. Çok çeşitli meşakkatlere sabrederek, oralarda şahit olduğu manzaraları bize sunmayı görev edinen Kibritçi, ortaya belgesel tadında bir eser çıkarmış.
“Katmandu’ya Yol Arkadaşı Aranıyor”un ilginç bir özelliği, ziyaret edilen ülkelerin yakın tarihindeki önemli dönüm noktalarını, yaşanan acıları ve travmaları, bizzat bunlara şahit olmuş kişilerin anlatması. Ruanda İç Savaşı’nı (1990-1994), o sırada henüz 16 yaşında olan Osman’dan dinliyoruz mesela… İnsan kaçakçıları tarafından ülkesinden dışarı çıkarılan Afganistanlı Aziz, Pakistan ve İran üzerinden İstanbul Esenler Otogarı’na uzanan öyküsünü anlatıyor… Çöl hayatının zorlukları konusunda, Çadlı Ahmet Fadıl bizi bilgilendiriyor… Yine Çad’daki bir mülteci kampında, her sabah yumurta haşlayarak satmaya çalışan 13 yaşındaki Mebruka, gözlerinin önünde öldürülen annesini hatırlayınca ağlıyor… Endonezya’nın Sumatra kıyılarını vuran 2004’teki deprem ve tsunaminin canlı şahitlerinden Açeli Vildan, gördüklerini aktarırken hâlâ sarsılıyor… Haitili yetimlerin sevgilisi, sonradan Müslüman olmuş Ebubekir’in “Biz misafir ağırlamayı Türklerden öğrendik” dediği satırlar, gözleri dolduruyor… Burundi’de kendisini öksüz, yetim ve sahipsiz çocuklara adayan Bisibo Amani’nin, yaptıklarını anlatırken samimi ve mütevazı hali, bizi kendisine hayran bırakıyor… Hele Malavi’de gözleri görmeyen kaleci Tarık ve engelli arkadaşları, içimizde sımsıcak esintiler bırakıyor… Suriye’deki acımasız savaşı Fatma hemşireden ve Edip’in dilinden okuyoruz. Edip’in “Bizi her gün öldürdüler Abi. Sadece Rusya, İran ve rejim değil, sessiz kalan ve feryadımızı duymayan herkes bizi öldürdü” sözleri, yaşananların net bir özeti gibi… Ve daha nice isim ve hikâye… Kitapta bizimle tanıştırılanların hepsini tek tek yazıp sürprizi bozmayayım.
Kibritçi’nin, ayak bastığı ülkelerle ilgili yaptığı siyasî, sosyal ve tarihî gözlemler de oldukça dikkat çekici. “Afganistan’ı, gördüğüm diğer ülkelerle kıyaslamak mümkün değildi” diyor mesela, “O âna dek gördüğüm hiçbir yere benzemiyordu. Çölün, dağların ve en çok da ırkların ne demek olduğunu orada anladım. Toprak parçasının rengi ve durumu değiştikçe insanların bakışları ve ırkları da değişiyor, yeni lisanlar işitiliyor, başka güçler ve başka yasalar ortaya çıkıyordu.” Şu satırlar da keza: “Afrika’da ve Asya’da imkânlar kısıtlı, şartlar zor olsa da, her durumda vazgeçilmeyen iki şey vardır. Bunlardan biri protokol, diğeri bürokrasi. Özellikle bir süre Fransız sömürgesinde kalmış ülkelerde, protokol insanı yoran anlamsız bir tiyatro şeklinde gerçekleşir. Herhangi basit bir mesele için yetkililer toplanır, imzalar atılır, teker teker sahneye çıkılıp o ânın önem ve ehemmiyetine dair konuşmalar yapılır. Böyle anlar memurlar açısından, daha yetkili herhangi birini övmek için bulunmaz bir fırsattır. Sahneye çıkan herkes, oradaki birini över.”
Velhasıl, “Katmandu’ya Yol Arkadaşı Aranıyor”, hem muhtevası hem de üslubuyla sizi içine çeken ve elinizden tutup uzak diyarlara sürükleyen bir kitap. Bunun yanı sıra, benim için kitabın şahsî bir anlamı daha var: Bu köşede zaman zaman vurguladığım, “Dünyayı Müslümanca bir bakışla adımlamak, bizim vazifemiz. Böylece ortaya çıkacak eserler, Müslümanların birbiriyle daha yakından tanışması adına çok önemli belgelere dönüşecek” şeklindeki düşüncemin çok başarılı bir örneği, Abdullah Kibritçi’nin maharetli kaleminden sudur etmiş. Ellerine sağlık.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *