Çeşitli ülkelerden Müslüman alim ve düşünürlerin katılımı ile, Lübnan’da bir kuruluş tarafından, Fransa’nın İslam karşıtı uygulamalarına karşı “Uluslararası Fransız Mallarını Boykot Konferansı” düzenlendi.
Lübnan merkezli “Lübnan Dava” isimli kuruluş, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron‘un İslam karşıtı tutumuna tepki olarak Müslümanların Fransız mallarına boykot kampanyasının üzerinden 100 gün geçmesi vesilesiyle dünyanın farklı ülkelerindeki alim ve düşünürlerin katılımıyla düzenlenen çevrim için konferansa Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Ali Muhyiddin el-Karadaği, Moritanya Alim Yetiştirme Merkezi Başkanı Şeyh Muhammed El-Hasan Vuld Ed-Dedo, Dünya Müslüman Alimler Birliği Üyesi Şeyh Muhammed es-Sağir, Yurt Dışındaki Filistinli Alimler Heyeti Başkanı Nevvaf Tekruri, Fransa’daki İslam Konseyi Vakfı Üyesi Dr. Hasan Havari ve eğitimci yazar Ömer Korkmaz katıldı.
Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Karadaği, Hazreti Muhammed’in sadece Müslümanlara değil, tüm insanlığa rahmet olarak geldiğini söyledi.
“Fransa, insan kafataslarından müze yapan tek ülkedir”
Yurt Dışındaki Filistinli Alimler Heyeti Başkanı Tekruri, Fransa’nın tarih boyunca İslam’a ve Müslümanlara düşmanlığıyla öne çıktığını belirtti.
Dünyada insan kafataslarından müze yapan Fransa dışında bir ülke bilmediğini dile getiren Tekruri, “Söz konusu müzede yer alan kafatasları, suçlulara ait olsaydı yine kabul edilemezdi. Ama gelin görün ki o kafatasları, sömürgeciliğe karşı bağımsızlıklarını koruyan insanlara ait. 21. yüzyılda hala varlığını koruyan bu müze, bulunduğu ülkenin barbarlığına tanıklık etmeye devam ediyor.” dedi.
Fransızların sömürgeciliği döneminde işlenen suçlara karşı İslam tarihi boyunca fetihlerde masum kadın ve çocukların yanı sıra esir ve ibadethanelere hiçbir şekilde dokunulmadığına dikkati çeken Tekruri, Arap ve Müslüman ülkelerinde çeşitli katliamlar gerçekleştiren Fransızların hala Afrika’da bazı ülkelerden vergiler almaya devam ettiğini ifade etti.
Moritanya Alim Yetiştirme Merkezi Başkanı Şeyh Dedo da Fransa’yı eleştirerek, “Müslümanlar tek yürek tepki gösterip mallarını boykot etmiş olsaydı caydırıcı olurdu. Ancak maalesef Müslümanların ihtilafa düştüğü bir dönemde bununla karşılaştığımızı görüyoruz.” diye konuştu.
Fransa’daki Müslümanlara oylarını etkili kullanma çağrısı
Eğitimci yazar Ömer Korkmaz da Fransa’nın dışarıya karşı iki yüzlü olduğunu vurgulayarak, “Fransa, demokratik bir ülke olmakla, Osmanlı Devletini de emperyalizm ile suçluyor. Osmanlı’nın 400 yıl boyunca hüküm sürdüğü Arap ve Müslüman ülkelerinde Türkçeyi iyi konuşan insanları çok nadir görürsünüz ancak Fransa’nın sömürgesinde kısa süre kalan ülkelerde 50 yıl geçmesine rağmen lise mezunlarının çoğu Fransızca konuşuyor.” ifadelerini kullandı.
Fransızların Arap ve Müslüman ülkelerine yönelik kültürel sömürgeci bir proje yürüttüğünü aktaran Korkmaz, bu proje kapsamında bazı ülkelerde başarılı olduklarını söyledi.
Korkmaz, Fransa’daki Müslümanlara genel seçimlerde İslam’a karşı olan siyasi partilere oy vermemeleri çağrısında bulunduklarını kaydetti.
Boykotlar etkili oldu
Dünya Müslüman Alimler Birliği Üyesi Şeyh Sağir da Fransa’nın Müslümanlara yönelik tutumuna karşı gerçek tepkiyi Müslüman halklarından beklediklerini dile getirdi ve devlet olarak Türkiye ve Pakistan’dan gelen tepkiler için iki ülkenin yönetimlerine teşekkür etti. Fransız ürünlerine karşı boykot kampanyasının etkili olduğunu da vurgulayan Şeyh Sağir, boykot kampanyasından sonra Fransa Dışişleri Bakanının Arap ülkelerini ziyaret ettiğini anlattı.
Fransa’daki İslam Konseyi Vakfı Üyesi Havari de Fransa’daki siyasilerin İslam’a ve Müslümanlara yönelik tutumunun Fransa Anayasasına aykırı olduğunu kaydetti.
Macron: Vazgeçmeyeceğiz
Ülkede Fransız şirketlerinin piyasayı elinde tuttukları, süt, su ve akaryakıt ürünlerine karşı aylar süren boykotlar sonuç getirmiş, süt ürünlerinde dünya markalarından kabul edilen Fransız şirketi Fas’ta fiyatlarını geri çekmek zorunda kalmıştı.
Fransa’da 16 Ekim’de Hazreti Muhammed’e hakaret içerikli karikatürleri derste öğrencilerine gösteren bir öğretmenin başı kesilerek öldürülmesinin ardından, siyasetçilerin büyük bir kısmının İslam’ı ve Müslümanları hedef alan açıklamalarda bulunması tartışmalara ve İslam dünyasında protestolara yol açmıştı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise bu olayın ardından yaptığı bir açıklamada, Hazreti Muhammed’e yönelik karikatürleri yayınlamaktan vazgeçmeyeceğini söylemişti.
Fransa’nın bu tavrına karşı Müslüman ülkelerde Fransız ürünlerine boykot kampanyaları başlatılmıştı.
Lübnan Fransa ilişkileri
Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak, AA’da geçtiğimiz yılın Ağustos ayında yayımlanan makalesinde, Beyrut Limanı’yla birlikte Lübnan’daki Fransız manda düzeni yıkıldığını belirtmiş ve şunları anlatmıştı:
Beyrut’taki patlama sadece limanı yıkıp, şehre ağır hasar vermekle kalmadı, parlamento binasını ve başbakanlık binasını hem madden hem de manen yıktı; Fransa’nın manda rejimi döneminde kurulmuş sistemini de beraberinde götürdü.
Tarihi arka plan
Lübnan kuzey ve doğu sınırlarıyla, bir hilâl şeklinde, Suriye topraklarıyla kuşatılmıştır. Güneyde ise 60 kilometrelik bir sınırla İsrail’e komşudur. Lübnan batı cihetinden Akdeniz’e açılır ve uzunluğu 215 kilometredir. Ülkenin Akdeniz’e açılan kıyı şeridi yaklaşık 200 kilometre uzunluğundadır ve tarihin her devrinde jeopolitik ve jeoekonomik konumuyla büyük devletlerin dikkatini çekmiştir. Lübnan’ın denizden Şam’a kadar uzanan toprakları, eni 40 ila 65 km arasında değişen dar coğrafi şartları dolayısıyla siyasi ve dini azınlıklara sığınak olmuştur. Yedinci asrın sonlarında, bugünkü Maruni kilisesinin kurucu rahipleri Doğu Roma Ortodoks Kilisesi ile anlaşmazlıkları sebebiyle Bekaa ve Lübnan dağlarına yerleştiler. On birinci asırdan sonra da İslam’ın farklı yorumlarını yapan Dürzî ve Şiî gruplar, Fâtımîler devrinde bu bölgeye yerleşme imkânı buldular.
Lübnan’la ilişkisi esasen siyasi ve ekonomik faktörlere bağlı olmasına rağmen, din temelinde de bir duygudaşlık ilişkisi geliştiren Fransa, Lübnan’daki Marunilerle bağlarını Haçlı Seferlerine kadar geri götürmekte. Fakat esas kayda değer ilişkilerin geçmişi 17. yüzyıl başlarına dayanır. Fransa ve Katolik Kilisesi’nin Lübnan’daki Hıristiyanları desteklemesi misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde başladı. Kırım Savaşı’nın (1853-1856) da nedenleri arasında yer alan bölgeye dışarıdan yapılan dini gerekçeli müdahaleler, Lübnan’da Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in, Memluk hükümdarı Kansu Gavri’yi 24 Ağustos 1516 Mercidabık Savaşı’nda yenmesinden sonra tesis ettiği uzun barış dönemine darbe vurdu. Kudüs ve Doğu Akdeniz üzerinde hesapları olan Fransa’nın Marunileri kışkırtması bölge barışını yıktı.
Lübnan’da 1860’da iç savaş başladı ve bu olay Şam’da bir Hıristiyan katliamı yaşanmasına sebep oldu. 1860’da Dürziler ve Maruniler arasında meydana gelen bu savaşta 11 bin Hıristiyan hayatını kaybetti. Fransız kuvvetleri Marunileri korumak bahanesiyle Beyrut’a girdi. Lübnan’daki bu iç savaş, bir ticari kriz anında Osmanlı reformlarına ve Avrupalıların bu reformlarla bağlantılı olan çıkarlarına muhalefetin bir ifadesiydi. Bu gelişme Avrupalı güçlerin müdahalesine ve Dağ Lübnan’ında özel bir rejimin kurulmasına yol açtı. Babıali hükümeti hemen Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Fuat Paşa’yı görevlendirerek olayları bastırdı.
Osmanlı Devleti, Fransa, İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya arasında Lübnan’daki yeni düzenlemeleri içeren Beyoğlu Protokolü 9 Haziran 1861’de imzalandı. Bu protokole göre Lübnan Sancağı, İstanbul’un atayacağı Hıristiyan bir mutasarrıf tarafından yönetilecek ve çeşitli cemaatlerin temsil edildiği on kişilik bir meclisi bulunacaktı. Asayişinin kendi jandarması tarafından sağlanacağı ve özel bir vergi sisteminin uygulanacağı sancak Beyrut, Sayda ve Trabulusşam’ı kapsamıyordu. Lübnan Sancağı’nın 1864’te küçük değişikliklere uğrayan bu statüsü Birinci Dünya Savaşı sonlarına kadar sürdü. Kısacası 1861’de, Avrupalı güçlerin garantisi altında “Lübnan Mutasarrıflığı” kuruldu. Mutasarrıflık Osmanlı idari sisteminde eyalet statüsünün bir alt basamağıdır.1864’te yapılan bir düzenlemeyle, Trabluşşam ve Sayda Vilayetleri feshedilerek, yerine Beyrut Vilayeti kuruldu.
Bugün Lübnan adıyla anılan ülke toprakları 1861’den 1915’e kadar, Osmanlı tarafından atanan ve doğrudan İstanbul’a karşı sorumluluk taşıyan, Lübnanlı olmayan Osmanlı tebaası bir Hıristiyan mutasarrıf tarafından yönetilmiştir.
Fransa’nın Lübnan’ı iç çatışmalara sokan manda rejimi
1916 Sykes-Picot anlaşmasıyla İngilizler Suriye ve Lübnan’ı Fransa’nın nüfuz alanı olarak tanıdı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nun Suriye eyaletinin kuzeyini tümüyle işgal etti. Fransızlar 1920’de Lübnan bölgesini Şam’dan tamamen ayırdılar ve 1943’te bu bölgenin bağımsızlığını adeta dikte ettiler. Suriye Lübnan’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Aksi halde Fransa Suriye’nin bağımsızlığını vermeyecekti.
Bağımsızlıktan bu yana ülke, bölgesel bir finans ve ticaret merkezi konumunu, her geçen gün biraz daha kaybederek de olsa, kısmen korudu. Osmanlı Devleti zamanında İstanbul limanından sonra en büyük ticari faaliyetin olduğu ve en fazla gümrük vergisinin alındığı Beyrut limanı, bağımsız Lübnan devrinde önemini korumakla birlikte, Arap-İsrail savaşları, Lübnan’daki iç savaşlar ve bölgedeki kaos nedeniyle istikrarlı büyümeden hep uzak kaldı. Etnik, mezhepsel ve dini çatışmalarla iç içe geçmiş siyasi çatışmalar, zaman zaman yakalanan istikrar ortamına hep darbe vurdu.
Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının keşfi bölgedeki ateşi alevlendirdi
Lübnan ekonomisi pandeminin de etkisiyle tarihinin en zayıf günlerini yaşıyor. Bu durum halkı bunalttığı gibi hükümetin de vergi gelirlerini azaltıyor. Buna karşılık, vadesi gelen devlet borçları ve memur maaşlarının bütçeye getirdiği yük giderek artıyor. Bu durum su, elektrik ve ulaşım gibi gerekli altyapı giderlerini baltaladığı gibi acil de olsa yeni yatırımlara izin vermiyor. Kayda değer bir yeraltı madeni ve enerji kaynağı olmayan Lübnan halkı için Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları hayati öneme sahip.
Doğu Akdeniz’de doğalgaz rezervlerinin ilk kez bulunduğu 2009 yılında, İsrail Lübnan’a ait alanlarda da arama yaptı. Lübnan ile kendi lehinde bir MEB anlaşması yapma amacındaki İsrail, Lübnan’ın haklarını arama konusunda bir zafiyet içinde olmasından memnuniyet duyuyor.
İran ile Suriye arasında 2011 yılında doğalgaz boru hattı anlaşması söz konusu edildi. Bu projeye “Şii Boru Hattı” adını verenler de oldu. Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya gidecek doğalgaz ve petrol boru hattı projesi, İran-Irak-Suriye-Lübnan üzerinden işleyecek bir hat. Bu hat Suriye’de savaş çıkınca gündemden düştü.
Çin “Tek Kuşak Tek Yol” projesinin deniz ağı bağlamında Beyrut limanına talip oldu. Hizbullah lideri Hassan Nasrallah geçtiğimiz ay Çin’e yeniden çağrıda bulundu. Lübnan’ın 2018’de Rusya’yı liman için davet etmesinden sonra İngilizler uyandı. İngiliz Dışişleri Bakanı Lübnan’a giderek “İngiltere’nin güvenliği Lübnan’dan başlar” dedi.
Lübnan Meclisi Fransız ve Norveç şirketine yetki verdi. Ardından Türkiye ile bu konuda görüşüleceğini açıkladı. Muhammed Mursi de Türkiye ile doğalgaz anlaşması için niyet beyan etti ve İsrail-Mısır anlaşmasını iptal ettiğini açıkladı. Ancak Abdulfettah es-Sisi darbe yapınca Mısır’ın verdiği sözden döndü. Muammer Kaddafi ile Türkiye 2011 yılında bir anlaşma yapacaktı ama Libya’da kaos çıktı ve Kaddafi devrildi.
Lübnan’ın bundan sonra kiminle anlaşma yapacağı önem arz ediyor. Fransa’nın Doğu Akdeniz ve Libya’daki hesabını Türkiye bozdu. Bu yüzden Emmanuel Macron her fırsatta Türkiye’yi hedef alan beyanatlar veriyor.
Öte yandan Çin, Hayfa limanı konusunda İsrail’le anlaşmıştı. ABD buna tepki gösterdi; anlaşmanın mimarı olan İsrail’deki Çin büyükelçisi esrarengiz bir şekilde öldü. Çin’in Hayfa projesi raftaki yerini aldı. Çin bu yüzden Beyrut limanını işletmek üzere bir anlaşma yapmaya daha fazla önem vermeye başlamıştı.
Hizbullah’ın etkin olduğu parlamento ve Lübnan hükümeti sebebiyle, İsrail’in çıkarına bir hat anlaşması yapılamadı. Lübnan kilit bir ülke haline geldi. Lübnan ile İsrail arasında hem deniz enerji hattı hem de Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınır alanlarında anlaşmazlık var.
2018’in başlarında Lübnan hükümeti, ülkenin ilk denizaşırı lisans verme işlemini başlattı. Hükümetin Türk şirketlerini de davet edeceği haberleri bu sırada duyuldu.
2018’de İsrail genelkurmay başkanı “Lübnan’daki Hizbullah ile savaş olacak” dedi. Bu yılın Mart ayında İsrail’in deniz tatbikatı olası bir Lübnan müdahalesi içindi. İsrail’in Lübnan’a saldırmasına karşı koyacak tek güç olarak Hizbullah görülüyor. Ancak Hizbullah’ın bu durumda İsrail’le savaş kapasitesi sınırlanmış oldu. İran ve desteklediği Hizbullah patlama sebebiyle en fazla güç kaybına uğrayan aktörler durumunda. Lübnan Akdeniz için çok önemli bir konuma sahip ve küresel güçler burada yeni avantajlar elde etme yarışında. Bu bağlamda Çin ve Rusya liman projesiyle ilgileniyorlar. Fransa da liman konusuyla ilgili olmakla birlikte, ekonomik göstergeleri olumsuz yönde seyrettiğinden, Almanya ile ortak bir proje peşinde. İngiltere ve ABD ise güvenlik ve enerji çıkarlarını öne çıkarıyorlar.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *