İslam toplumları-halkları-kültürleri, bir yanda meydan okumalarla entelektüel/kültürel/siyasal anlamda iradesizleştirilirken, bir diğer yanda da, ahlaki/felsefi/entelektüel içeriği bulunmayan propoganda-hamaset dili aracılığıyla da bir o kadar iradesizleştiriliyor.
Atasoy Müftüoğlu
Taşralı toplumlarda ve kültürlerde seküler kesimler, seküler otoriter politik figürlerin/liderlerin her şeyi bildiğine, gördüğüne inanırlarken, muhafazakar-dindar kesimler de, muhafazakar otoriter politik figürlerin-liderlerin her şeyi bildiğine-gördüğüne inanırlar. Seküler politik kadrolar/hareketler, kendi bağımsız siyasal tercih/yorum/bilinç ve iradeleri olmadığı için, varlıklarını otoriter-seküler lidere borçlu olduklarını açıklarken; aynı şekilde, muhafazakar-dindar politik kadrolar da, varlıklarını muhafazakar otoriter/popülist lidere borçlu olduklarını açıklamaya özen gösterirler. Her iki durumda da, anlam gücü, anlam değeri olmayan sözcükler kullanılıyor.
Taşralı toplumlarda ve kültürlerde, hangi eğilim/zihniyet içerisinde olurlarsa olsunlar, toplumların ufku; karizmatik liderlerin belirlediği sınırlar içerisine hapsediliyor. Bu nedenle, taşralı toplumlarda ve kültürlerde sistematik anlamda, bağımsız düşünsel/entelektüel/felsefi kamusal bir mevcudiyet-etki oluşturulamıyor, edilgen belirsizlikler, edilgen bağımlılıklar ve kırılganlıklar bir türlü aşılamıyor. Aynı şekilde bu tür toplumlarda, politik kadrolar-hareketler, politik ya da din’i karizmatik otoriter figürlerin, mutlak hakikati temsil ettiklerine inandıkları için, toplum, düşünce-kültür hayatı, bağımsız entelektüel tasavvur ve tahayyüller gerçekleştiremiyor.
Taşralı toplumlar ve kültürlerin maruz kaldığı edilgen belirsizlikler ve bağımlılıklar nedeniyle, İslam toplumlarında da, bugün içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere, dünyayı/hayatı/tarihi/olayları/gelişmeleri sömürgeci-seküler yorumun evrensel iktidarı-tahakkümü doğrultusunda anlamaya/görmeye/çözümlemeye çalışıyoruz. Modern/seküler/liberal yorumun evrensel iktidarı, İslami alana ilişkin her ne varsa bütün bunları işlevsiz-etkisiz kılabiliyor. Modern/seküler/liberal yorumun iktidarının sorgulanabilir/tartışılabilir/reddedilebilir hale gelebilmesi için, İslami yorumun evrensel iktidarı üzerinde çalışabilecek evrensel zihinlere ihtiyacımız olduğu açıktır. Hayatlarını tek akla hapseden toplumlar, seküler/liberal yorumun iktidarı karşısında etkili hiç bir şey üretemezler.
Modern-seküler-liberal yorumun evrensel iktidarı ve tahakkümü, Müslüman halkları ahlaken ve hukuken terk edilen halklara dönüştürürken, bu halkları Siyonist sömürgeciliğe maruz bırakan ırkçı barbarlıkları, ırkçı vahşeti meşrulaştırıyor. İsrail’le, Siyonist stratejilerle uzlaşan-anlaşan İslam ülkeleri “terör” listelerinden çıkarılıyor. Bu örnekte de görülebileceği üzere, emperyalist dünyanın, emperyalist çıkarlar doğrultusunda keyfi bir biçimde kullandığı “terörle mücadele” retoriğinin ideolojik bir kurmaca’dan ibaret olduğu ortaya çıkıyor.
Hangi alanda ve hangi düzeyde olursa olsun, İsrail’e, İsrail etkisine maruz kalan İslam ülkelerinin bağımsızlıklarından söz edilemez.
Günümüz dünyasında her tür emperyalizm, (Avrupa/ Amerika, Rusya/Çin /İsrail emperyalizmleri) her tür haksızlığı, her tür adaletsizliği, her tür barbarlığı, her tür sömürgeciliği, her tür kötülüğü, sözünü ettiğimiz modern/seküler/liberal/kapitalist yorumun evrensel dokunulmazlığına/mutlakıyetçiliğine/diktatörlüğüne dayanarak gerçekleştiriyor, bu yorum aracılığıyla meşrulaştırıyor. Bu yorumun evrensel iktidarı, İslami yorumun evrensel iktidarsızlığı/etkisizliği ile sonuçlanıyor. İslam’ı etkisiz kılan, Müslüman halkları şeyleştiren modern seküler evrenselliğin ne kadar büyük bir evrensel yalan olduğunu görmek-anlamak, Batı uygarlığının mutlaklaştırarak bütün dünyaya dayattığı evrensel uygarlık iddialarına rağmen, hiç bir zaman ırk sonrası bir toplum kuramadığı gerçeğini belirtmek gerekiyor.
İslam dünyası toplumlarında, siyaset dışı, siyaset sonrası bir dönem yaşandığı için, biyopolitik propoganda-hamaset düzeni; ahlaki/entelektüel/kültürel/estetik duyarlılıkları hiç bir şekilde dikkate almıyor. Bu nedenledir ki, bugün, toplumlarımızda, Türkiye’de de, sistematik bir entelektüel mevcudiyetten/üretkenlikten söz edemiyoruz. Toplumlarımızda, komplocu yaklaşımlar yoluyla sürekli olarak bir korku iklimi oluşturuluyor, toplumlarımız bu yolla baskı altına alınarak, politik ya da din’i figürlerle bütünleşmeleri sağlanıyor. İcat edilen geleneklerin otoritesinin, İslami otorite ve meşruiyetin yerini aldığı toplumlarda, kitleler gerçek İslam’ın nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. Bu nedenle de sözü geçen toplumlarda gerçek İslam’a ihtiyaç duyulmuyor. Politik ya da din’i popülist/otoriter figürlerin karizmalarıyla büyülenen toplumlarda, bu figürlere muhalefet etmek, risk almayı gerektiyor. Taşralı toplumları ve kültürleri duygusal bağlılıklar ve bağımlılıklar belirlediği için, popülist liderler akla hitap eden bir dil kullanmak yerine, duygulara yönelik bir dil kullanıyor. Bu toplumlarda, hakikatin/adaletin/niteliğin/entelektüel özgürlüğün savunulması gereken kültürel alanlar; iktidarlar adına, güncel politik gelişmeler adına, duygusallıklar tarafından ele geçirilebiliyor. Oportünist amaçlar, hamasete dayalı sloganlarla örtbas edilebiliyor. Bu tür toplumlarda patetik ikiyüzlülükler-sahtelikler ödüllendirilebiliyor. Akla değil de, duygulara hitap eden politik dil/söylem, bütün toplumlarda olduğu gibi, bugün Türkiye’de yaşandığı üzere, grup önyargılarına, önyargılara dayalı adaletsizliklere neden oluyor. Hangi toplumda olursa olsun, politik koşulların, iklimin/ortamın grup önyargılarına göre şekillenmesi ilgili toplumları geleceksizliğe mahkûm eder.
Edilgen belirsizlikler ve bağımlılıklar içerisinde bulunan İslam toplumları-kültürleri, modern-seküler-liberal-sömürgeci yorumu mutlaklaştırarak, bütün dünyanın yasası haline getiren ontolojik ve epistemolojik emperyalizmin kibirli ve küstah meydan okumalarına, hiç bir şekilde etkili cevaplar veremiyor, bu meydan okumaları duygusal tepkilerle geçiştiriyor. İslam toplumları-halkları-kültürleri, bir yanda bu meydan okumalarla entelektüel/kültürel/siyasal anlamda iradesizleştirilirken, bir diğer yanda da, ahlaki/felsefi/entelektüel içeriği bulunmayan propoganda-hamaset dili aracılığıyla da bir o kadar iradesizleştiriliyor. Propoganda-hamaset dili, siyasal çıkar ve iktidar mücadeleleri adına, İslam’ı araçsallaştırmaktan, istismar etmekten hiç bir şekilde çekinmiyor, vazgeçmiyor. Çıkar ve iktidar mücadeleleri adına İslam’ın araçsallaştırılmasının varoluşsal bir sapkınlık olduğunu bilmek ve anlamak gerekiyor. Propoganda-hamaset dili İslam toplumlarında İslami bilinci, inşa’yı, iradeyi geciktiriyor, engelliyor, akamete uğratıyor. İslami bilincin geciktirilmesi, engellenmesi İslami umutların altüst olmasına neden oluyor.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *