İçi boşaltılmış, bir oldu-bittiye mahkum edilmiş, artık herhangi bir mana sunamayan bir zaman kavramı ile belirsiz bir koridora çevrilmiş bir mekân içerisinde insanlık, kendi kendini öğüten bir değirmen misali devinip durmaktadır.
“Geleceğin temposu ne olacak? Uygun adım ilerleme çağı kesinlikle sona erdi. İnsanoğlu, kısa bir dolanıp durma döneminden sonra, bir yürüyüşçü olarak dönecek mi yeryüzüne? Yoksa yerçekimini ve çalışmanın bütün ağırlığını ardında bırakarak süzülmenin hafifliğini, boş zamanda süzülerek gezinmenin, bir başka deyişle, süzülen zamanın kokusunu keşfedecek mi?”
Byung-Chul Han ~ Zamanın Kokusu
Ahmet Ferhat Öksüz
Hız, insanın belki de en azılı düşmanlarından biridir. Öyle ki düşmanlığı da bir hayli sinsi ve sevimlidir. İnsanlar, onda sürekli bir şekilde hoşa giden şeyleri algılar. Oysa bütün bunlardan ziyâde hız, insanı çoğu zaman tuzağa düşürür. İnsanın düşünmesine fırsat tanımaz, onu afallatır. İnsan hızlandıkça zaman ve mekân kavramını kaybeder. Çünkü hız arttıkça bu kavramlar semantik değerini kaybeder, içleri boşalır. Bu durum ondaki semantik değer taşıyan yönün sürekli körelmesine ve gittikçe kaybolmasına yol açar. Chul Han’ın bahsini ettiği “zamandaki koku kaybının” sebeplerinden belki de en mühimi budur.
Bugün modern çağda insanlık hiç durmadan, daha iştah kabartıcı bir taleple sürekli bir hızlanma peşinde. Hızın hazzı, bir an olsun yavaşlama emaresi gösteren herhangi bir şeye de müsamaha göstermemekte. Çünkü sistem en nihayetinde hız üzerine inşa edilmiş durumda ve aksayacak olası bir şey bütün sistemin hayatî fonksiyonlarına son verecek tehlikede. Bugünki teknoloji tam da bu hızın tekelindedir. Yaşanan bu duruma hızın hükümranlığı diyebiliriz. Her şey hiç durmaksızın hızlanmaya zorlanıyor. Bununla birlikte yavaşlık ayıplanıyor hatta yer yer suç sayılacak raddeye getiriliyor. Yavaşlayan ya da yavaşlatan herhangi bir şeyin varlığına tahammül edilmiyor. Böyle bir varlık sistemdışı ya da hastalıklı kabul ediliyor. Hızını kaybeden herhangi bir şeye sistem içindeki kanserli bir hücre ya da ur muamelesi uygulanıyor. Çünkü artık kimse anlamın peşinde değil.
Aslında durumun asıl vahameti hızlanmanın daha da ötesinde yatıyor. Bu çağın krizini salt hızlanmadan ibaret varsaymak da eksik olacaktır. Nitekim asıl mesele daha derinlerde bir şeylerin yokluğudur. Zaman dediğimiz ağır ve karmaşık kavram kendinde içkin bir düzenleyici güçten yoksun durumda. Bu sebepledir ki zamanın içi boşalıyor ve bu durum zamanın kendi içindeki düzenini tarumar ediyor. Bu muazzam ve bir o kadar hassas dengeye sahip düzen dağıldıkça zaman doğrusal olan yörüngesinden ayrılıp anlamsız zikzaklar çizmeye başlıyor. Boşu boşuna, kendi etrafında dolanıp duran bir zaman betimlemesi ile karşı karşıyayız şu anda. Zaman, kendi amacını kaybetmiş durumda. İşte bizim hızlanma varsaydığımız şey aslında kendi içinde başı boş dolanan zamanın boşluğa dönüşmesinin yarattığı duygudan ibaret. Bu uzamsız, belirsiz boşluk sürekli büyüyor ve daha bir karmaşıklaşıyor. Büyüyen boşlukla beraber bütün semantik değer sistemleri de bir boşluğa doğru sürüklenip duruyor. Bu sürüklenme giderek kendi içkinliğinde büyük ve sonu gelmez bir amaçsızlığın da alameti oluyor aynı zamanda. Zaman, anlam üretmekten çok artık sonu gelmez, her şeyi yutan bir girdaba evriliyor. Bu şekilde tek anlam da anlamsızlık oluveriyor.
Bugün yeryüzü o esrarengiz ve ihtişamlı çekimini kaybetmiştir artık. Gelinen noktada yerçekimi teknolojinin kurbanı olup çıkmıştır. Bugün dünya küçük bir köy halini almıştır. Bu küçülme aynı zamanda daralmadır da. Yani mesafe dediğimiz kavram giderek yok olmuş, daha da yok olmaya devam etmektedir. Mesafelerin ortadan kalkmasıyla insanların birbirine daha çok yakınlaşacağı hissi ya da söylemi basit bir aldatmacadan ibaret. Oysa bu mesafesizlik insanları daha çok birbirinden ıraklaştırıyor. Bir defa bu şekilde insanlar birbirine daha yaban hale geliyorlar. Çünkü bu aşırı mesafesizlik ortamı bütün iletişimi de ortadan kaldırıyor. Bugün iletişim denen şey aslında büyük bir anlam kopukluğundan yani gevezelikten ibaret. Bugünki iletişim daha çok insanların “birbirini anlamaması ve uzaklaşması” üzerine kurulu. İletiler, okunmamak için var. Fikirler, üzerinde kafa yormamak için. Yani her şey bir bakıma tersinin tesisi için var edilmiş durumda. Sosyal medya kezâ buna bir örnektir. Bu sanal ortamı sağlayan internet bağlantısı yine bir örnek. Bunlar herhangi bir gerçeklik sağlamaz. Üstünde yürünülen bir toprak parçası, reel alan yoktur. Tamamen mekânsızlık alanıdır var olan. Kısaca anlamın var olacağı bir mekân imkanı kalmamıştır. Zamansızlık ve mekânsızlık, anlamsızlıktır.
Anlamı oluşturan şeyler bugün kendi yörüngelerinin dışına fırlamış durumdadır. Semantik bağlamı oluşturan her şey bu bağı terketmiştir çünkü. Kendi bağından/bağlamından kopan şeyler artık anlamsızlığın girdabındadır. Kayıp çok büyüktür; yörünge kaybı. Yörüngenin kaybı anlamın kaybıdır aynı zamanda. Çünkü şeylere mana veren de yörüngedir. Yörüngeden fırlamış bir zaman tahayyülü de artık büyük bir boşluk hissi uyandırır. Her şey anlamsızlaşır. Bütün değerler silsilesi bu boşlukta var olan karadelikler tarafından soğurulup meçhule gider. Zamanın kendisi de bir karadelik olup çıkar böylece.
Anlamı meydana getiren süreç çok hızlı veya çok yavaş işleyen bir düzlemi kabul etmez. Çünkü her iki durum da anlamı köreltir. Aşırı hız ortamı anlamın giderek dağılıp savrulmasına, aşırı yavaşlık da her şeyin bir anda birikip tıkanmasına yol açar. Oysa nötr durumda ise her şey stabil şekilde kendi yörüngesinde/düzleminde süzülüp gider. Bir de zamanın eklemlenmesi gereği vardır. Zaman, eklemlenme istidadını kaybederse dağılır. Bu dağılma anlamsızlığın sonucudur. Çünkü eklemlenme yetisini kaybetmiş bir zaman doğrusallığını kaybederek kopuklaşır. Bu kopukluk, anlamın bölük pörçük hale gelmesine yol açar. Bölük pörçüklük durumu zamanın izsizleşmesidir. İzsiz bir zaman düzlemi herhangi bir deneyime de yer vermez. Bu deneyimsizlik durumu önceden var olan kesinliği de ortadan kaldırır ve artık hiçbir şey tam olarak kesin değildir. Önemli ve önemsiz birbiri içine girer ve ne olduğu belli olmayan bir durumun ortaya çıkmasına neden olur. Kopukluk, tamamlanmamışlıktır. Bu tamamlanmamışlık durumu anlamı yok eder ve her şeyi ucu açık bir düzleme iter. Artık hiçbir şey net ve belli değildir. Zaman, belirsizliğe dönüşmüştür artık. Bugün zaman dediğimiz şey belirsizliktir.
Modernite evvelinde insanlar semavi anlatılarla şekillenmiş bir düzlemde/yörüngede yol alıyorlardı. Bu dönem mitolojilerle/dinle çeşnilenmiş anlatılar dönemidir. Bu anlatının içkinliğinde bir tekrar mevcuttur. Belli başlı ritüeller ışığında zaman, bir düzeni temsil eder. Bu dünya dahilinde hiçbir şey düzensiz değildir. Bu dönemin insanı bir fırlatılmışlığın eseriydi yani tekrarın, olagelmişliğin. Bu olagelmişlik insana evvelden biçilmiş bir kaftandı/yoldu ve nitekim insan bu yolun dışına çıkamıyordu. Çünkü bu yolun dışına çıkmak bir nevi sistemin çarklarının dışına çıkmaktı. Modern dönemde ise insan bir nebze kendi özgürlüğünü ortaya koymuş gibidir. Dünyayı, kendi üreteceği/üretebildiği koşullar üzerinden okur. Sekülerleşme kezâ insanın kendini Tanrı yerine koymasıydı ve bu da artık tek ve mutlak öznenin insan olduğunun kabul edilmesiydi. Modern toplum düşüncesinde özgürleşme, bir nevi Tanrılaşma demekti. Olagelmişlik ve tekrar yerini insanî üretime bırakmıştı. Bu dünyevîlik durumu da -her ne kadar teolojik bir anlatı sunmasa da- son tahlilde kendine göre bir anlatı dünyasıdır. En azından belirli hedeflere odaklanmış bir insanlık tahayyülü ortaya koymuştur. Mottosu her ne kadar içi boşaltılmış da olsa ilerleme, üretim ve özgürlük kavramlarıdır. İnsanoğlu, moderniteyle geleceği inşa etme peşine düşer. Bu ise başlı başına bir anlatıdır, çünkü yoğun bir düşüncenin eseridir. Oysa günümüze gelirsek yani postmodern döneme, bu dönemde hiçbir anlatıya yer yoktur. Çünkü her şey kendi yörüngesini terk etmiştir. Bu terk ediş meçhul bir halin, yolculuğun başlangıcı demektir. Artık doğrusallık, düzen ve bilimum ritüeller yok sayılmıştır. Başı boş dolanma hali, bu çağın kendi karanlığıdır. Bu devir “acelecilik” devridir. Hız vardır fakat yönü belli değildir. Zikzak çizmeye yarıyor artık hız. Başı boş dolanıp durmanın nihai göstergesi olup çıkıyor. Bu da anlamın katline yol açıyor. Gerçekte hızlanan bir şeyler yoktur sadece bir “hız sanrısı” mevcuttur. Bu da zamanda büyük boşluklar bırakır. Bu boşluk ve sanrı her şeyin belirsiz bir şekilde aceleye getirilmesine neden olur. Zaman bütün haşmetini böylece yitirmiş olur.
Sonuç olarak içi boşaltılmış, bir oldu-bittiye mahkum edilmiş, artık herhangi bir mana sunamayan bir zaman kavramı ile belirsiz bir koridora çevrilmiş bir mekân içerisinde insanlık, kendi kendini öğüten bir değirmen misali devinip durmaktadır. Bu devinim en nihayetinde kaygıyı, huzursuzluğu, anlamsızlığı da beraberinde getirmektedir. Çağın insanının ruhî bunalımlarının temelinde de bunlar yatmaktadır. Ve artık zamanın kendisi hastalık saçmaktadır, zamanın kendisi hastadır…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *