İslamcılık

İslamcılık

Kavramın bugün, cılkının çıkarıldığı, çalakalem kullanıldığı, suiistimal edildiği, bağlamı dışında olur olmaz kişi ve durumlar için işe koşulduğu bir gerçektir. Bu gerçeklik kavramı ötelememizi, kullanmaktan imtina etmemizi gerektirmez.

Mustafa Bozacı

Bugün, maalesef içi boşaltılan, boşaltılan içi yanlışlarla doldurulan, herkesin kendince tarif ettiği ve kendini öylece nitelediği (istisnalarıyla beraber), içine alakalı alakasız onlarca bileşenin boca edildiği bir kavram, dahası bir terimdir ‘İslamcılık’… Meselenin içe bakan boyutu böyle, ama asıl karmaşa dıştan gelen tanımlama, ötekileştirme amaçlı planlı kullanımdan, olumsuzlanan kısmından kaynaklanıyor. Bunlar yumurta tavuk ikilemi gibi (dış ve iç algı) birbirini doğruran ve besleyen işlev de görüyorlar ne yazık ki…

Aslında kavramın  kullanımı ile alakalı karşımıza farklı sınıflandırmalar da çıkıyor: İçeriden; kavramı her türlü etmene karşı bile isteye sahiplenip savunanlar,  farklı gerekçelerle ve üretilmiş olması, terkibindeki algılar nedeniyle zinhar karşı duranlar, kararsızlar (yerine ve duruma göre davrananlar), kavramı sömüren, kavramdan geçinen(!) ve bir maymuncuk gibi kullananlar ve kavramı dönemsel şartlar gereği farklı amaçlarla araç olarak kullananlar (kavramın ilk çıkış saiki) ile özellikle daha dikkat çekici olarak dışarıdan; kapsam dışı olarak kavram üzerinde bir kurguyla, operasyonel olarak, bunu müslümanlara karşı bir ötekileştirme, tahfif, tahkir ve öcü olarak yaftalama, terör ile özdeşleştirip bir imaj atfıyla tüm İslamî ilke ve muktesebatı karalama, yadsıma, düşmanlaştırma gayesi için üreten ve tüketenler…

Bu arada biz yazımız dolayımında terimi olumlu olarak aldığımızı, sahiplendiğimizi ve kendimizi de öyle nitelendirdiğimizi peşinen ifade edelim, maal kusur!

Şunu da kabul edelim ki kavram/terim belirli bir dönemin, belli gayelere matuf bir çıkış arayışı olarak ‘üretilmiş’, bu manada kullanılmış, oralardan günümüze farklı iniş çıkış eğilimleri ile gündem oluşturmuş ve halen de oluşturmaya devam eden bir boyutta karşımızdadır. O dönemlerde olduğu gibi bugünler de de bir ‘araç’ vasfı icra ettiği gibi, bazen bir tanımlama, kategorizasyon, bazen de bir şablon olarak kullanılmıştır, kullanılmaktadır. Esasen meşhur kullanımı uluslar arası siyasette bir tanılama-tanımlama, teşhis, itham, karalama ve öcüleştirme, potansiyel tehdit, suçlu olarak yaftalama aparatı olarak işe koşulmasıdır. Sadece bu saik bile kavramı kullanmakta kişileri, inananları mütereddit kılmakta, kavramdan/terimden öcüden/vebadan kaçar gibi kaçılmakta, kullanmaktan sakınılmaktadır. Aksine biz ise inadına olmasa bile kavramı ‘imanına’ kullanmak taraftarıyız. Bir aşağılık kompleksine kapılmadan, mağlubiyet duygusundan uzak, tuzak kullanımı yadsımadan ve fakat kavramın sıhhatli bir tarifi ile nesnel bir anlama kavuşturulması, yüklerinden, eklemelerinden arındırılıp eksiltilenlerinin itmam edilerek sahiplenilmesi ve orijinalitesi ile ‘alameti farika olarak’, bir norm, mihenk taşı olarak, çıta/eşik nevinden kullanılmasını salık vermekteyiz.

Kelime kavramsallaşma sürecinde bir eziklik ve yenilmişlik, ekonomik teknik alanlarda geri kalmışlık, bilim, sanat ve sosyal düzenleme alanlarındaki atalet, bir çıkış ve uyanış anlamında, yeniden düştüğümüz yerden doğrulma anlamında, ‘ümmet’ can simidine sarılarak bir arayış ve çırpınış ifade etse de; bizim anlayışımızla ‘İslamcılık’ öze dönüş, muktesebata yöneliş, fikri ve zihni başkalaşımın, dönüşümün farkına varılarak, kendi ayaklarımız (düşünce ve metod, teori ve pratik olarak, dini algıların tashihi vb.) üzerinde doğrulma ve hak ve hakikatin, hakkınca teslimiyetini ve akabinde temsiliyetini yapabilme bilgi ve bilincinin, tutum ve durumunun adıdır.  

Başkalarının bize biçtiği gömleğe mahkum değiliz, olamayız. En çok hassasiyet göstermemiz gereken husus, kendi kelime, kavram ve terimlerimize/ıstılah sahip çıkmak olduğunu ve bunların hassasiyetle, genel geçer tarifine uygun ve bağlamına sadakatle kullanılması gerektiği hususudur. Bizi biz yapan, genelde verili olan bu kelime, kavram ve terimler, efradını cami, ağyarını mani bir biçimde, bir çerçeve sunmakta, sınır çizmektedirler. Kişiler ve kimlikler bu sınırlara riayet, yakınlık uzaklık ve çerçeveye uygunluk bakımından tesmiye olunur, sıfatlandırılabilirler ancak…

Kavramın bugün, cılkının çıkarıldığı, çalakalem kullanıldığı, suiistimal edildiği, bağlamı dışında olur olmaz kişi ve durumlar için işe koşulduğu bir gerçektir. Bu gerçeklik kavramı ötelememizi, kullanmaktan imtina etmemizi gerektirmez. Bu genelde tüm kavramlarımızın da başına gelen bir durumdur. Bunda bizlerin de gafletleri, ihmalleri ve yanılgıları mevcuttur. Topu taca, suçu ötekine; şeytan ve avanesine, dış mihraklara atarak kurtulamayız. Biz sahip çıkmayınca birileri alır, tepe tepe kullanır, te’lif de talep eder!

İşin içine ‘-cı, ci’, ‘-cılık, -çilik’ ekleri girdiğinde farkındayız, iş biraz netameli hale geliyor. Bu, her kelime ve kavram için de geçerli bir durum. Ancak konuştuğumuz dilin sınırlılıkları içinde meydana gelecek her kullanımdan da işkillenmeden, ‘galatı meşhur’ tarzında yaklaşabiliriz meseleye… Yine, genel geçer bir tanımlama ile; ‘İslamcılar’, ‘İslamcı geçinenler’ ve ‘İslamdan/İslamcılardan geçinenler’ betimlemeleri konumuza bir açılım da getirebilir. Bu tasnifi, ‘din, mü’min, müslüman…’ gibi kavramlar için de yapabiliriz. Karşımıza çok farklı bir tablo çıkmayacaktır. İşin içine sayılan ekler girince, işin tadının kaçtığı ve renginin bozulduğu, kavramın bir maymuncuğa, her işe kılıf olacak aparata dönüştüğü, semirme(!), nemalanma ve sömürmeye alet kılındığı, birçok hal ve kaale kılıf yapıldığı, ticaret konusu kılındığı, bu sayede at izinin it izine karıştırıldığı, toptancılık ve tek kalemle yazılıp çizilme kolaycılığına kapı aralandığı doğrudur. Lakin bu suistimaller her yer ve zamanda her kelime ve kavramımız için de geçerli ve maalesef sıkça karşılaşılan, handiyse yol olmuş bir durumdur. Bu durum bizlerin belirli amaçlar için belirli hassasiyetleri göstermesine engel olmamalıdır. Kelime ve kavramlar üzerinde ciddiyetle ve hassasiyetle duran, durmayı şiar edinip tavsiye eden, muktesebatı billurlaştıracak kelime ve kavramları sahiplenip ortaya çıkaran bizler için daha önem ve öncelikle böyle olmak durumu vardır. Kellisi fellisi, oluru olmazı, hak edeni etmeyeni hasılı herkesin (ve kesimin) kendini ve kendince tarifini esas alarak hal ve gidişatını herhangi bir kritiğe tabi tutmadan, kıstasa vurmadan ‘İslamcı’ ilan etmesi (Bu arada ‘müslüman ve mü’min olarak vasfetmesi de fark etmemektedir) kavramın bir tashihe ihtiyaç duyduğunu ortaya koyuyor.

Düşünsenize gelenekselinden modernine, muhafazakarından demokratına, sağcısından çoğulcusuna, çoğunlukçusuna kadar herkes konjonktürel olarak da olsa bir şekilde kendini ‘İslamcı’ diye vasfediyor veya etmek durumunda kalıyor! En azından oradan bir meşruiyet devşirme ihtiyacı, zorunluluğu hissediyorlar. RP genel isimlendirme süreçlerinden onun gömlek metaforuyla öne çıksa da ardılı, halefi AKP dönemleri arasında farklı kimlik ve kişilikler kâh açıkça, kâh zımnen, örtük olarak da olsa bir şekilde İslamcılık yapıyor addedilmekte, oradan mülhem bir nitelendirme ile anılmaktadırlar. Görece doğruları kendilerine, her ne kadar öyle vasıflandırmıyoruz hareketimizi deseler de süregelen hataları, yanlışları İslam’a yazılmaktadır! Dahası bu politikaları yürütenler dillendirmeseler de bu tesmiyeden gocunmamakta, oy anlamında da nemalanmaktadırlar! Bu iki örnek arasında farklı renk ve tondaki hayli camia da bu nitelemeden, isimlendirmekten ya doğrudan, ya da dolaylı geçinmektedirler. Dahası ise bir zamanların tırnak dışı olduğu addedilen ‘İslamcılığı’ hala tekelinde gören camiaların da cemiyet formuna tav olup, STK formlarını içselleştirerek, günlük politik akışa ayak uydurmaları insana ‘Eski çamlar bardak oldu!’ sözünü hatırlatıyor. Hatırlatmakla da kalmıyor, kavramın önemle ve öncelikle tashihe ve bir nevi tescile ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor. Artık bu manada kavramı olur olmaz, keyfe keder kullanımdan ve tırnak içinden kurtarmamız gerekiyor.

Genelde bir oprerasyon içerikli olan 11 eylül olaylarının ardından, dahası çok öncesinden bir plan dahilinde sürdürülen BOP, GOP klişeli süreç, ‘terör’ yaftalı olarak bir İslam karşıtlığına evrilmiş, ona dair ne varsa bir toptancılık içinde, tek yekün içinde yazıp çizerek, bir tanımlama, karalama, değersizleştirme, şeklillendirme, ‘öteki-düşman’ formunda sunma rengine, tarzına dönmüş ve halen bu şeklide de sürmektedir. ‘İslamofobia/İslam korkusu’ şeklinde algı operasyonu ile bir dezenforme, kafa karışıklığı ve çekince oluşturulmuş ve bu durum maalesef bizlere de sirayet etmiştir! Bu algı operasyonu maalesef ‘çamur at izi kalsın’ niteliğinde bir edilgenlik, reaksiyonerlik ve dahası ‘öğrenilmiş çaresizlik’ boyutunda kabullenilmiş ve ona göre söylem ve tavır gösterilir olmuştur. Eloğlu minareyi de çalmış, kılıfı da hazırlamış! Senaryoyu yazmış, figüranları istihdam etmiş, fizibiliteyi hazırlamış, mekanı da zamanlamaları da düşünmüş, ötelerden seyre dalmış, bir taşla birçok kuşu da vurmuştur. Cabası, bonusu da bizim suların balıkları olmuş! Bu süreç içte de aynı kalıplar şeklinde tezahür etmiş ve ne var, ne yoksa aynı şemsiye altında dillendirilir olmuştur. Genelde olumsuz kullanım dışarıda ve dışarıdan İslam ve müslümanlarla ilgili olarak kullanılmakta, içeride de çoğunlukla kişi için bir zorunlu kapsam olarak, aidiyet hissi(!) ile ele alınır olmuştur. İşte bu hengamede sapla saman karıştırılır olmuş, at izi it izine karışmıştır. Aynı durum ‘radikalizm, fundemantalizm’ gibi kavramlar işe koşularak pekiştirilmiştir. Zaten kavramdan imtina etmenin önemli kısmı da bu dıştan gelene olumsuz sınıflandırma, terörizmle ilişkilendirme boyutuna karşı bir refleks, korunma amaçlı kendini aklama, yaranma amacıdır. Oysa biliyoruz ki biz ne kadar alttan alsak, ağzımızla kuş tutsak, ‘onların dinine girmedikçe’, onlar ya o kavramı, ya şu kavramı alacak, yerinden ve bağlamından koparacak, tahrif ve tahfif edecek, kötü emelleri için işe koşacak, kurt postu ile kuzuyu yeme eyleminden vaz geçmeyecektir. İşin bu kısmı biraz reaksiyonerlik, edilgenlik ifade etmektedir bizce… Hani bu tarafta yenilmişlik, çaresizlik sendromları batının teknolojik üstünlüğüne bağlandığı kadar, daha ziyade önce müslümanım diyenlerin ataletine, gevşekliğine, samimiyetsizliklerine bağlanmış, sonra iş uzayıp muktesebatı sorgulamaya, suçun bizzat dinin (İslam’ın) kendinde aranmaya başlamasına kadar varmıştı ya, aynı aymazlık maalesef devam ediyor. Sarı öküzü verince (islamcılık) diğer öküzlerin kurtulacağını vehmediyoruz! Kendi kelime ve kavramlarımıza, öz güven içinde ve fakat herhangi bir tutuculuk, bağnazlık gütmeden, çerini çöpünden ayırarak ve orijinaliyle, doğrusuna sahip çıkma bilincimizi sürdürmeliyiz. En doğrusunu en güzel şekilde sunmaktan geri durmamalıyız. ‘En güzel biçimde’ diyerek de sözü eğip bükmeden, yaranmacılık gütmeden, ‘ne derler’ demeden…

Düşünsenize, kitabi bir kavram olan ‘hizbullah/Allah taraftarları’ -aynı vurgu ‘evliyaullah/Allah dostları’ veya olumsuz anlamda ‘hizbuşşeytan/şeytanın partisi, taraftarları ifadesinde de vardır- ifadesini sırf bir kategorik tanımlama yaparak İran tandanslı bir örgütlenmeye ve ülkemizin bir bölgesinde, içinde çok ve farklı parmakların bulunduğu malum olan ve bir çatışmanın tarafı olarak lanse edilen gruba dair bir isim ve betimleme aracı olarak kullanıldığından dolayı sahiplenemiyor, kullanamıyor, yanından bile geçemiyoruz! Kitabi ifadeyle, ‘hacılara su vermekle’ ‘cihad’ fikri ve ameliyesinin, ‘sağın ashabı’ olmakla ‘sabikun’ olmak bilgi ve bilincinin, azim ve gayretinin farkı gibi, bu nitelik farklılıklarının farkında olmak, bu farkındalığı sürdürülebilir kılmak ve öyle kalmak sürecidir İslamcılık. Din ve iman olgusunu bireysellikten, vicdani indirgemecilikten, atomcu, parçacı ve mevzi tavır alışlardan, teori pratik ayrımından, düşünce ve metod farklılığından, araç amaç uyumsuzluğundan, maslahat diyerek edilgen ve eklektik tavır alışlardan, pazarlık, taviz  ve takiyyecilikten, ana çizgilerde, sınır ve hadlerde asıl ve ana renge ters ton ve farklı tınılardan beri kalarak takınılan ve sürdürülen bir bütünlük ve tutarlılık halidir!

’İslamcılık, tırnak dışı olarak, ‘İslamlaşmak’, algılardan gerçeğe, uydurulandan indirilene, şekil ve öz fark ve ayırımının tevhid edilmesine, dinin aslıyla anlaşılıp, ‘Allah, vahiy, din, ahiret  ve risalet’ olgularının yaratıcının muradına ve buyruklarına uygun olarak anlaşılıp yaşanmasının, kulların kula kulluktan kurtarılıp yalnız ve ancak Allah’a kul olabilmelerinin, Allah ile kulları arasına giren kişi, kurum ve algıların izale edilip sağaltılmasının, hayatı bir bütün olarak tevhid ve adalet eksenli, barış yurdu kılmanın (bunun cehd, cihad ve kıtal boyutları da dinin renk, doku ve ruhuna uygun olarak) kılmanın mücadelesinin, bilgi ve bilincinin, yönelişinin adıdır, başka değil!

İslamcılık, belirli bir zamana ve dönemsel şartlara, çıkış için işe koşulan maslahat içerikli bir araca indirgenemez! Öylece yaklaşılmamalıdır kavrama! O tarz girişim ve gidişata konu kılınmış olsa da ‘İslamcılık’, sıradan bir fikir akımı, bir cereyan değil; sair fikriyata ama öyle, ama böyle kaynaklık etmiş, eden ve edecek olan ana düşüncedir.

Abdurrahman Arslan’ın ‘İslam isim/tanı koyucu olmalıdır. Başkalarının isim koyup anlamlandırdıklarına, İslam’dan bir karşılık aramaktan vaz geçmeliyiz.’ ifadesinde karşılık bulduğu gibi İslam, kendi sınırları, kalıpları içinde kavranmalıdır ki ‘İslamcılık’ bunun derli toplu ifadesidir. Yine onun ifadesi ile ‘İslamcılık, başta modernizm olmak üzere (onun eklemekten imtina edeceği ‘gelenek’ olgusunu da biz katalım) müslümanlara/müslümanlığa dışarıdan gelen saldırılara karşı bir nefsi müdafaa halidir.’ (hertaraf.com) Burada meseleyi sadece bir ‘nefsi müdafaa’ olarak algılamaktan çıkarak İslam’ın tevhid ve adalet eksenli buyruklarının, manifestosunun içselleştirilerek, hal ve kaal ile dışa, muhataplara iletilmesi, örneklenmesi durumunun da mündemiç olduğunu söylemeliyiz. Hem nefsi, hem hattı, hem de sathı müdafaa… Müdafaa olduğu kadar mücadele ve mücahedenin tüm boyutlarını hayatın tüm yer ve zamanlarında işlevsel kılma ameliyesi…

Yine Hertaraf internet haber sitesinden İsa Özçelik’in ‘İslami hareket, varoluşsal dinamizmini konjonktürel gelişmelerden değil, zaman ve mekan üstü aşkın değerlerden alır.’, ‘İslamcılık bu kaynaktan (vahiy) beslenip insanlara tevhid ve adalet merkezli bütüncül bir hayat kurma girişiminin adıdır.’ ve ‘Hz. Adem ile başlayıp kıyamete kadar sürecek olan İslami hareket yürüyüşünden neş’et eden İslamcılık vahye teslim olan mü’minler  var oldukça baki kalacaktır.’ ifadeleri konuya ışık tutan, meramımızı teyit sadedinde iktibas ettiğimiz doğru, değerli ve anlamlı ifadelerdir.

Meseleye farklı bir açıdan bakarak, norm, kıstas oluşturacak, kavramı tashihte başvurulacak, sapla samanı ayırt etmemize fırsat sunan başka değerli ifadeleri de Kürşat Atalar’dan mealen iktibas etmiş olalım: ‘İslamcılık, modernizm ve gelenek eleştirisini sağlam temellere dayalı olarak doğru bir şekilde yapan; din siyaset ilişkisini, irtibatını doğru kuran, birbirinden koparmayan; araç gerek uyumunu, dinin kendine ait amaçlarının doku ve rengine uygun olarak tesbit edip buna uygun metodları, yol ve yöntemleri uygulayan bir bütünlük ve tutarlılık halidir.’ 

Bundan kelli de işin cılkını çıkaracak, işi bir nema ve ticaret aracı kılacak, öyle olmasa bile öyle olanlardan geçinecek olanlar hep olacaktır. Bu işin doğasında, imtihanın kapsamında böyle! Gösterilen hassasiyetlere de itiraz etmeden, -ki zaten hemen hiçbir alanda bir hassasiyet kalmadı- ama işin gerçeği anlaşılsın, suistimale geçit verilmesin, her kişi ile er kişi ayrılsın, yolculuk refikleri doğru tesbit edilebilsin, dost ile düşman (şeytan cinsi, avanesi; cin ve insten) ayrışsın, nitelik ile nicelik farkı billurlaşsın, saflar ayrışsın, saflıktan kurtulunsun diye böyle olmalı diyoruz…

‘Algılar ve gerçekler’ bağlamında meseleye bakalım ve konuyu hem içimize yer et(tiril)miş olması hem de dışımızdan bir operasyon olarak kullanılagelmesi açılarından analiz ederek, tashih ile aslına irca edelim ve ‘efradını cami, ağyarını mani’ niteliği ile azm-ü cezm-ü kast ile kullanalım, icra edelim. ‘Ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz!’ fehvasınca işin lafazanlığını yapıp çalımını satanları bir tarafa bırakarak, özü ile sözünü, hali ile kaalini bir eyleyip ‘Allah’ı razı etmek’ gayesini öne çıkararak, kınayıcıların kınamsına aldırmadan, ‘İslam davası’ gütmenin hem sıfatı hem de bir gereği olarak kavramı sahiplenip kullanmanın, onu bir şablon, norm kılmanın zarureti yadsınamaz!

Bu arada son sözler sadedinde işin, diğer konularda olduğu gibi farkında ol(a)mayan, uydum kalabalığa modunda, ‘Ben bilmem abim, hocam, şeyhim bilir!’ kolaycılığında kiteden çok, meselenin farkında olan, kastı kavramış ve fakat ne hikmetse onu arkasına atmış, pratiği ile tam tersi yol ve süreçlere girmiş, ‘Ben artık öyle düşünmüyorum, eski hal muhalmiş, ondan döndüm!’ de diyemeyen ve fakat bir türlü kavramın yakasından da düşmeyen, kelimenin tam manasıyla kavramın suistimalini yapan, tırnak içine alınmayı hak eden eski ‘İslamcı!’ taifenin yazı ve kınamadan daha çok pay alacaklarını, öncelikle kastın onlar olduğu da unutulmamalı, onlar için ayrı ayrı ve sık sık parantezler açılmalı, handiyse parantezler hiç kapatılmamalıdır. Zira onlar cürmü meşhudları ve kitleyi manipüle etmeleri, etkilemeleri, kötü ve yanlış örneklikleri açısından hiç masum ve mazur değildirler ve sorumlulukları çoktan da çok olarak, altları ve üstleri kırmızı ve kalın çizgilerle çizilmeyi hak etmektedirler. Tövbe de edeceklerse eğer, bunun cürüm ve hatanın cinsi ve misline uygun olmak zorunluluğunu da bilmeli ve ona göre tersi (asıl doğru yönde) yoğun bir izaleye girişmelidirler, çok geç olmadan!

Başka söze ne hacet, her şey açık ve net! Sadra şifa, duygu düşünce ve tavırlara olumlu bir katkı sunması temennileri ile…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

6 Comments

  • Yakup Döğer
    9 Ocak 2021, 19:13

    Eyvallah Mustafa hocam. Kaleminize sağlık.

    Bende katkı babında birkaç bir şey söylemek istiyorum müsaadenizle. "’İslamcılık, tırnak dışı olarak, ‘İslamlaşmak’, algılardan gerçeğe, uydurulandan indirilene,……" diyerek devam eden uzun cümlenizin sonunda yapmış olduğunuz İslamcılık tanımı, İslamcılığın doğduğu mantıkta kendisine yer bulamaz. Yani bu tanım klasik İslamcılık tanımı değildir. Daha açık bir ifadeyle, İslamcı cenah böyle bir tanımla yola çıkmamıştır. Doğup geliştiği tarihi seyir içerisinde dahi, böyle talepleri de olmamıştır.

    Olmamıştır derken, sizin de bahsettiğiniz bu tanım içerisindeki ifadeler İslamcı cenahın düşüncelerinde kısmi olarak yer alsa da, hemen hemen tamamı kadim değerlerin dünyevi düşünceyle sentezine giderek, sizin bahsettiğiniz yoldan başka bir yola revan olmuştur.

    Ayrıca Kürşat Ataların yapmış olduğu İslamcılık tanımlamasının, dönemin İslamcı taifesinde bir karşılığı yoktur. İslamcılık çıkış itibarıyla tamamen siyasi taleplerle zuhur etmiş, bu siyasi taleplerini de meşrulaştırmak için gerek Ku’an ayetleri gerekse kavramlar alabildiğine tahrif edilerek yeniden yorumlanmıştır. Mesela İslamcılığın yaklaşık iki yüz yıllık seyrinde (Said Halim Paşayı bir kenara bırakır isek) din-siyaset ilişkisini doğru kuran bir İslamcı şahsiyet örneği verilebilir mi? Ayrıca dönem itibarıyla modernizm tartışılan bir kavram veya mesele değildir. Kaldı ki İslamcı cenahın tamamına yakını Batı kafasıyla düşünmektedir. (Bu bakımdan söylemek gerekirse aslında her biri itikaden olmasa da fikri bakımdan birer modernisttir) Eleştirilerin hedefinde sadece gelenek vardır ve o günden bugüne süregelen gelenek eleştirisinde geldiğimiz yer ortadadır.

    Sözü uzatmadan diyecek olur isek: Sizin yapmış olduğunuz İslamcılık tanımlaması, tarihi seyir içinde çıkan İslamcılık tanımı ile ilişkisi kurulamayacak kadar farklı bir tanımdır. Zira klasik İslamcılık anlayışında adalet kavramı vardır, lakin mesela tevhid, şirk, küfür, kafir, vela-bera, dost-düşman, tagut vb. kavramlar yoktur. I. Dünya savaşına kadar dönemin İslamcılar için adaletin merkezleri Avrupa kentleridir. Oysa müptela oldukları Avrupa medeniyeti (!) için kullanışlı birer maşa olmuşlar, fakat ne yazık ki farkına varamamışlar.

    REPLY
    • Ahmet@Yakup Döğer
      9 Ocak 2021, 19:59

      Muradi ve Yakup kardeşler
      Çok can alıcı noktalara işaret etmişler. Allah razı olsun.
      Kur’an merkezli ve sünnet eksenli sahih İslam anlayışında uydurulmuş kavramlardan beri olmak ve ısrarla indirilmiş olan kavramları gündemde tutmak ve asla taviz vermemek vardır.

      REPLY
    • Mustafa bozacıoğlu@Yakup Döğer
      10 Ocak 2021, 11:52

      Yakup ve murat kardeşlerimin ve onlara şerh ile Ahmet kardeşimin hassasiyetlerini anlıyorum, kısmen de katılıyorum, ancak bir kendimizce bir tanımlama ve kavramı tashih çabasına girdik… Zaten çıkış ve aparat olarak kullanılır sebepleri malum… Ama bugün İslam içi boşaltılmış, Light hale getirilmiş, ılımlı diye tesmiye edilmiş ötesinde terörizmle yaftalanmış olarak edilgen bir psikoloji ile bireysel, siyasetten uzak, sadece ritüellere indirgenmiş olarak algılanıyor… Bir irkilme silinme olsun için, tüm satıhta mücadele için alamati farika olacak bir tanımlama yapalım istedik…. Bugün Müslim Müslüman kavramları da içi boşaltılmış halde değil mi… Önüne gelen Müslim diyor kendine… Mesele dillendirmek ise herkes yapıyor, tarikat ısı, liberal, muhafazakar, tasavvuf uslu, şucusu bucusu… Hatta laiki demokratı. ..yine de eleştirilerinizi alıyor selamlarımı sunuyorum, teşekkür ediyorum… Ali ağabeye de teşekkürlerimi sunuyorum..

      REPLY
  • Ali Bal
    5 Ocak 2021, 20:40

    İslam düşüncesine bakışınızfaki netlik ve berraklığı tebrik ediyorum.Rabbim bu sahih çizginizde daim eylesin

    REPLY
  • Muradi
    5 Ocak 2021, 19:36

    İslamcılık gibi uydurulmuş isimlerden uzak durmak gerekir! Zira Müslüman (müslim) ismini veren Allahu Teala’dır. (Hac 78)
    Ve ‘Müslüman isminden başka bir isimle ölmeyin diye buyuran da Allah’tır. (Al’i İmran 102)

    REPLY