Fransız şeref nişanının Sisi gibi bir insan hakları suçlusuna verilmesinden maada diğer bir skandal ise madalyanın verilmesinde izlenen metotla açığa çıktı. Fransa Cumhurbaşkanı Sisi’ye şeref nişanının verileceğini kamuoyundan ve basından gizledi.
Mehmet A. Kancı / AA
“Küçük Napolyon” namıyla anılan Emmanuel Macron 7 Aralık 2020 tarihinde yol açtığı skandalla, özendiği Napoleon Bonaparte’ın bugüne ulaşan mirasının itibarını yerle bir etti. Napoleon’un 218 yıl önce Fransa’ya hizmet edenleri ve Fransa’nın dostlarını taltif etmek için uygulamaya koyduğu şeref nişanının (Ordre national de la Legion d’honneur) itibarı, bir daha geri gelmeyecek şekilde tarihe gömüldü. Macronizmin emperyal hevesleri uğruna kendisine Büyük Haçı ile Legion d’honneur verilen, Mısır’ın darbeyle iktidarı ele geçirmiş diktatörü Abdulfettah es-Sisi, böylece onurlandırılarak insan haklarına aykırı tüm eylemlerinden temize çıkarılmış oldu.
Fransız şeref nişanının Sisi gibi bir insan hakları suçlusuna verilmesinden maada diğer bir skandal ise madalyanın verilmesinde izlenen metotla açığa çıktı. Fransa Cumhurbaşkanı 6-9 Aralık tarihlerinde ülkesini ziyaret eden Mısır diktatörüne şeref nişanının verileceğini ülkesinin kamuoyundan ve basınından gizledi. Fransız halkı, Sisi’nin Paris’teki temasları esnasında Legion d’honneur Büyük Haçı ile taltif edildiğini ancak Mısır diktatörü Kahire’ye döndüğünde öğrenebildi. Üstelik Fransız medyası bu bilgiye Mısır cumhurbaşkanlığı internet sitesinden elde ettiği görüntülerle ulaşabildi. Haber, televizyonlarda sunucuların “bu haber için ilk kez otoriter bir rejimin resmi internet sayfasını ziyaret etmeye mecbur kaldık” anonsu ile izleyicilere aktarıldı. Macron’un güneşi balçıkla sıvama deneyi, töreni izleme izni verilen tek basın kuruluşu olan Mısır devlet televizyonu sayesinde son buldu. Görüntülerin sosyal medyada yayılmasıyla beraber, Fransa Cumhurbaşkanı’nın mumu yatsıyı bulmadan sönmüş oldu.
NATO ve Avrupa Birliği’ndeki (AB) işbirliği ortamını her fırsatta sabote eden Macron’un Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’de Türkiye, Rusya ve Çin’le girdiği nüfuz mücadelesi uğruna yol açtığı bu skandal, hiç beklemediği bir ülkeden yükselen tepki dalgasına yol açtı. Halihazırda Doğu Akdeniz ve Libya’da Türkiye ile diyalogu savunan İtalya’da, Sisi’nin Fransız devlet şeref nişanına layık görülmesi infial meydana getirdi. La Repubblica gazetesi yazarı ve Avrupa Parlamentosu (AP) eski Milletvekili Corrado Augias, Legion d’honneur nişanını iade edeceğini duyurdu. Onu İtalya’nın eski kültür bakanlarından ve halen Roma’daki Ulusal 21. Yüzyıl Sanatı Müzesi (MAXXI) başkanlığını yürüten Giovanna Melandri izledi. İtalyan kültür ve siyaset hayatının önde gelen iki ismi, Fransız devletinin kendilerine vermiş olduğu nişanları Roma’daki Fransız Büyükelçiliği’ne iade ederken, Paris yönetiminin buradaki diplomatik temsilcisi Christian Masset acz içerisinde yaptığı açıklamalarla tepkileri hafifletmeye çalışıyor, Fransa Cumhurbaşkanı’nın insan hakları ihlalleri konusunda Mısır diktatörünü uyardığını, Mısır’daki anti-demokratik uygulamaların ikili görüşmelerde gündeme getirildiğini iddia ediyordu.
Fakat Fransa’nın Roma Büyükelçisi Christian’ın İtalya kamuoyunda hiçbir yankı oluşturmayan açıklamaları yine bizzat kendi cumhurbaşkanı tarafından yalanlanıyor, Fransız diplomasisi çoktan “ofsayta” düşüyordu. Macron, Sisi ile düzenlediği ortak basın toplantısında, ülkesinin insan hakları meselelerini Mısır’ın önüne (özellikle savunma ve ekonomi alanlarında) bir şart olarak koymayacağını, Paris’ten Kahire’ye boykot uygulanmasının gündemde olmadığını söylemişti. Macron’a göre Mısır’a uygulanacak ambargo ya da boykot bu ülkenin terörle mücadelede elini zayıflatacaktı.
Sisi’ye insan hakları ihlallerine ve işkencelerine devam etmesi için yeşil ışık yakan bu ifadeler, hiç şüphesiz Mısır ile Fransa arasında 2015 yılında imzalanan 5 milyar 200 milyon avroluk silah anlaşmasıyla yakından ilgiliydi. Mısır Fransa’dan Rafale tipi 24 savaş uçağı alımını içeren bu anlaşmanın finansmanı için, yine Paris yönetimi ile 3 milyar 200 milyon avroluk bir anlaşma daha imzalamıştı. Aralık ayı sona ermeden Fransa’nın komşumuz Yunanistan’la da 18 Rafale savaş uçağının satışı için anlaşma imzalayacağı göz önüne alındığında, Doğu Akdeniz’de Türkiye ile sorun çıkarmak isteyen her ülkeye Fransız silah sanayinin kapısının açık olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ne tesadüftür ki 2015 yılında Fransa ile Mısır arasında bir başka sürpriz silah anlaşması daha imzalanmıştı. 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhakı üzerine Moskova yönetimine uygulanmaya başlayan silah ambargosu, Fransa’nın Toulon tersanelerinin Rus donanması için inşa ettiği Mistral tipi iki amfibi savaş gemisinin Rusya’ya teslimini imkânsız kılmıştı. Ama Mısır diktatörü Sisi’nin gönlü yaklaşık 1 milyar avro tutarındaki bu gemilerin çürümesine razı olmamış, halkının büyük çoğunluğunun yoksulluk sınırının da altında yaşamasına rağmen, gemileri satın alma “fedakarlığından” çekinmemişti. Vladivostok gemisi Cemal Abdünnasır, Sivastopol gemisi ise Enver Sedat isimlerini alarak Sisi’yi Fransız silah endüstrisinin en itibarlı müşterileri listesinde ilk sıraya taşıdılar.
2008’de girdiği ekonomik krizden 12 yıldır çıkamayan, sosyoekonomik bunalım içinde savrulmaya devam eden Fransa’nın silah satışı ve Macron’un nüfuzunu yayma uğruna Sisi ile girdiği bu ilişki, Legion d’honneur skandalıyla sert bir kayaya çarptı. O kayanın adı ise İtalya.
Sisi’ye verilen madalya İtalya’yı neden öfkelendirdi?
Macron ve Sisi’ye karşı İtalya’da büyüyen tepki, 2016 yılında Kahire’de bir İtalyan doktora öğrencisinin öldürülmesine dayanıyor. Giulio Regeni isimli 28 yaşındaki İtalyan vatandaşı Cambridge Üniversitesi’nde akademik çalışmalarını yürütürken 2015 yılında Kahire’ye geldi. Amacı Mısır’daki sendikalarla ilgili bir tez hazırlamaktı. Regeni’nin ilişki kurduğu sendikalar 2011 yılında Hüsnü Mübarek’in devrilmesinde oynadıkları aktif rol nedeniyle Mısır Ulusal İstihbarat Servisi’nin yakın takibindeydi. Regeni de kısa sürede Mısır güvenlik güçlerinin bu takip için oluşturduğu ağa takıldı. 7 Ocak 2016’da Regeni, kendisini güvenlik güçlerine ihbar ettiğinden haberdar olmadığı sokak satıcıları esnafının temsilcisi Muhammed Abdullah ile görüşürken gizli kamera ile görüntülendi. Bu görüntüler daha sonra Mısır devlet televizyonunda yayınlandı. Regeni bu görüntüler eşliğinde hazırlanan haberlerde Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ve İsrail gizli servisi Mossad adına çalışmakla ve sendikalara para dağıtarak karışıklık çıkarmaya çalışmakla itham edilecekti. Regeni’nin bağlantı kurduğu Muhammed Abdullah İtalyan genci gizlice görüntüye almakla yetinmedi; onu Mısır Ulusal İstihbarat Servisi’nden Binbaşı Mecdi İbrahim Abdul eş-Şerif’e de ihbar etti. Eş-Şerif’in radarına giren İtalyan doktora öğrencisi Regeni 2011 yılındaki halk ayaklanmasının yıldönümü olan 25 Ocak 2016 tarihinde ortadan kayboldu.
Regeni’den en son o gün yerel saatle 19:41’de, Ukrayna’daki kız arkadaşı Facebook üzerinden gelen bir mesajla haber aldı. Regeni bir başka İtalyan vatandaşı ile beraber Mısırlı bir akademisyenin doğum gününü kutlamaya gidecekti. Fakat İtalyan genç o kutlamaya hiçbir zaman gidemedi. Son mesajını attıktan yaklaşık 20 dakika sonra, evinin yakınındaki metro istasyonunda gözaltına alındı. Kahire’deki İtalyan Büyükelçiliği’nin Regeni’nin kaybolmasından saatler içinde haberi oldu. Fakat ne diplomatik girişimler ne de 30 Ocak’ta Kahire’ye ulaşan ailesinin çabaları Regeni’den haber almak için yeterli olacaktı. 2018 yılından itibaren Mısır makamlarının Regeni soruşturmasında İtalyan mevkidaşları ile tüm ilişkiyi kesmelerine rağmen, Roma Başsavcılığı (biri Mısır Ulusal İstihbarat Servisi’nde 15 yıl görev yaptığı bilinen) iki tanığa ulaştı. Delta ve Epsilon kod adları verilen iki gizli tanığın ifadelerine göre, Regeni gözaltına alındıktan sonra Mısır İçişleri Bakanlığı’nın Nil nehri kıyısında bulunan ve yabancı ülke vatandaşlarının sorguları için kullandığı dört katlı bir villaya götürülmüştü. “13 Numaralı Ofis” adı verilen birime teslim edilen Regeni burada günlerce işkenceli sorgulardan geçirildi. Hapsedildiği hücrenin zeminine zincirlenen İtalyan vatandaşının sorguları Binbaşı Mecdi İbrahim Abdul eş-Şerif tarafından yürütülmekteydi. Ulaşılan tanıklar, Regeni’nin 30 Ocak’ta ailesi Kahire’ye ulaştığında hâlâ hayatta olduğuna işaret ediyor. Fakat bu süre zarfında Mısır hükümeti Regeni’nin kaybolmasıyla ilgili yorum yapmazken İçişleri Bakanlığı da İtalyan gencin polis ya da istihbarat gözetiminde olduğu iddialarını ısrarla reddetti. Regeni’nin cesedi 3 Şubat’ta Kahire’deki bir çevre yolunun kenarında, bir duvarın dibinde bulundu. Vücudunda sigara yanıkları vardı. Dişleri ve vücudundaki bazı kemikler kırılmıştı. Otopsi İtalyan gencin kafasında ağır travma bulgularına işaret ediyordu; nefessiz bırakılarak öldürülmüştü.
Mısır makamları bir süre Regeni’nin trafik kazası ya da katıldığı bir uyuşturucu partisinde yaşananlar sonucu öldüğünü iddia ettiler. Bir ay sonra ise ilginç bir gelişme yaşandı: Mısır İçişleri Bakanlığı beş kişilik bir suç çetesi ile polisin girdiği çatışmanın ardından, Regeni’nin pasaportunun ve cep telefonunun bu kişilerde bulunduğunu açıkladı. Mısır makamlarına göre failler bulunmuştu, fakat beş fail de öldüğü için, İtalyan vatandaşını neden öldürdüklerini aydınlatmak artık mümkün değildi. Mısırlı yetkililere göre ortada suçlanacak kimse kalmamıştı. İtalyan savcıların, Regeni’nin metro istasyonunda gözaltına alındığı esnada çekildiği iddia edilen görüntülere ulaşması da mümkün olmadı. Fakat Roma Başsavcılığı, Mısır makamlarının soruşturmanın önüne ördüğü duvara rağmen, dosyanın peşini bırakmadı. 2017 yılında Binbaşı Mecdi eş-Şerif’in, Regeni’nin ortadan kaldırıldığı operasyonla övündüğüne dair Kenyalı bir istihbarat görevlisiyle yaptığı görüşmenin kaydının İtalyan makamlarının elinde olduğu tahmin ediliyor. Soruşturmayı yürüten Roma Cumhuriyet Savcısı Michele Prestipino, Regeni’nin ölümünden sorumlu olanların yargılanması için mümkün olan son noktaya kadar gitmeye kararlı olduklarını açıkladı. Nitekim, kurduğu rejim ile Regeni’nin öldürülmesinden birinci derecede sorumlu olan Sisi Paris’te ödüllendirilmeden bir hafta önce, İtalyan makamları Mısır Ulusal İstihbarat Servisinin dört elemanına karşı resmî suçlamalarını yönelttiler. Kahire yönetiminin teslim etmesi beklenmeyen dört zanlı Roma’da gıyaben yargılanacaklar.
Regeni vakası, bir Avrupa ülkesinin vatandaşının işkenceyle öldürülmesi nedeniyle uluslararası toplumun gündemine geldi. Oysa bu münferit bir vaka değil. Mısır Haklar ve Özgürlükler Komisyonu’nun elindeki verilere göre, 2015 yılından 2020 yılının Eylül ayına kadar geçen sürede 2 bin 723 kişi Mısır’da güvenlik güçleri tarafından kaybedildi. Bu kişilere yıllardır ne aileleri ne de avukatları ulaşabiliyor.
Sisi diktası Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’daki jeopolitik mücadelenin gölgesine sığınıp Türkiye ile nüfuz mücadelesine girişen ülkelerin savunma sanayilerinin müşterisi haline gelerek, insan hakları ihlallerini ve otoriter rejimini kabul ettirme fırsatını yakaladı. Sisi’ye bu iktidar yolculuğunda eşlik eden en büyük dostu ise her türlü çifte standardı standart haline getiren Fransa Cumhurbaşkanı Macron. Fakat Sisi gibi bir diktatörün de çok yakın tarihten alması gereken bir ders var: Libya lideri Muammer Kaddafi kendisini gücünün doruğunda gördüğü günlerde, en yakın arkadaşı olarak dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’yi seçmiş, hatta seçim kampanyasına dahi yatırım yapmıştı. Ama aynı Sarkozy, Kaddafi’nin bombalanması için uçaklarını ilk harekete geçiren, dahası Kaddafi kuşatıldığı son nokta olan Sirte’den kaçmaya çalışırken konvoyunun vurulması emrini veren kişiydi.
Satın aldığı silahlar karşılığında Macron’un dostluğunu ve Legion d’honneur Büyük Haçı’nı elde ederek kendisini garantiye aldığını düşünen Sisi’nin Kaddafi’den, Enver Sedat’tan ve Hüsnü Mübarek’ten alabileceği pek çok ders var.
[Gazeteci Mehmet A. Kancı Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *