Kızıldeniz’den Afrika Boynuzu’na uzanan bölgesel ve uluslararası güç mücadelesi

Kızıldeniz’den Afrika Boynuzu’na uzanan bölgesel ve uluslararası güç mücadelesi

Arap baharının en önemli çıktılarından biri, deniz ticaret yolları üzerindeki mücadeleyi açıkça ortaya çıkarmasıdır. Bu aşamada mevcut düzenlerin yıkılarak yenilerinin kurulması bu bölgenin son on yıllık hikâyesi oldu.

Ali Maskan / AA

Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve birçok medeniyetin kesişim noktası olmuş Afrika Boynuzu ve Kızıldeniz, binlerce yıldır tarihteki stratejik konumunu muhafaza ediyor. Somali’den Mısır’a, Ürdün’den Yemen’e kadar Kızıldeniz’in etrafında kümelenmiş ülkeler, Avrupa ve Akdeniz’den Hindistan’a kadar olan bölgenin ticari ve siyasi hayatlarına doğrudan dokunan ülkeler olmuştur.

Dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 10’unun, Avrupa’nın doğuyla ticaretinin ise yüzde 40’ının geçtiği Kızıldeniz suları, ülkelere sadece siyasi üstünlük değil, fakat aynı zamanda ticari bir gücün kapılarını da açmaktadır. Limanları, askeri üsleri, stratejik ada ve bölgeleriyle coğrafya, muhteşem bir satranç tahtasına dönüşmüş durumda. Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, 2034 yılı itibariyle finansal sıkıntılar yaşaması beklenen petrol üreten ülkelerin, şimdiden gıda güvenliği ve ticari merkez olarak gördüğü coğrafyada daha ciddi varlık gösterme mücadelesine girdiğini görüyoruz.

Afrika Boynuzu’ndaki durum

Arap baharının en önemli çıktılarından biri, deniz ticaret yolları üzerindeki mücadeleyi açıkça ortaya çıkarmasıdır. Bu aşamada mevcut düzenlerin yıkılarak yenilerinin kurulması bu bölgenin son on yıllık hikâyesi oldu.

Afrika Boynuzu’nun kilit taşı konumundaki Etiyopya’da, Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) ile yaşanan çatışma ülkeyi bir iç savaşla karşı karşıya bıraktı. Eritre ile barış anlaşması imzalayan ve bu nedenle Nobel Barış Ödülüne layık görülen Başbakan Abiy Ahmed kuzeyde Sudan ve Mısır, doğuda Eritre, Cibuti ve Somali arasında bir denge unsuru olarak, omuzlarında çok büyük bir sorumluluk taşıyor.

Etiyopya’nın Rönesans barajında su tutmaya başlaması, Sudan ve Mısır ile ilişkilerinin geleceğini belirleyecektir. Her iki kuzey ülkesinin bütün tarımsal ve (doğal olarak) yaşamsal geleceği Etiyopya’nın elinde gibi görünüyor.

TPLF ile devam eden çatışma nedeniyle Sudan’a elli binin üzerinde mülteci gitti. Göç, kendine bakmakta zaten had safhada sıkıntı çekmekte olan Sudan için çok ciddi bir kriz durumu ortaya çıkardı. Sorunun ciddiyetine binaen Sudan Başbakanı Abdullah Hamduk muhatabı Abiy Ahmed’i ziyaret etmek zorunda kaldı.

Etiyopya’nın Somali’deki terör örgütleriyle mücadele için gönderdiği askerleri geri çekmesi ise Somali ile ilişkilerinde önemli bir kırılmaya sebep olabilir. Zira bu mücadeleyi kendi imkânlarıyla gerçekleştiremeyen Somali hem terör hem de mülteci sorunuyla karşı karşıya kalacak.

Etiyopya en azından doğudaki komşularıyla düzenli bir ilişki için Eritre ve Somali ile ortak eylem planı üzerinde anlaşma yapma yolunda; lakin bu sürece Cibuti’nin dâhil olmaması büyük bir eksiklik olarak görülüyor. Diğer taraftan Somali sahillerini kullanmak suretiyle deniz gücü oluşturmaya çalışması da yaşamsal bir öneme sahip.

Görüldüğü üzere, kilit taşı konumundaki Etiyopya’da meydana gelen gelişmelerin çok yakından takip edilmesi lazım. Bu taş düşerse Boynuz’daki pamuk ipliğine bağlı koruyucu ve kapsayıcı kubbe de çökecektir. Bu ihtimal, Mısır’dan Somali’ye uzanan yeni bir çatışma anlamına gelmektedir.

Kuzeyden güneye, doğudan batıya bir geçiş merkezi olan Sudan, Ömer el-Beşir zamanında Batılı ülkelere kapısını kapattı. Türkiye ve Çin’le olan iyi ilişkileri ise her zaman tepkiyle karşılandı. Ülkedeki ekonomik istikrarsızlıklar nedeniyle başlayan halk hareketi sonucunda gelen yeni hükümet ilk günden itibaren Batı’ya olan yakınlığını ifade etmekten imtina etmedi.

Terör nedeniyle sebep olduğu maddi zararı telafi etmesi ve İsrail ile normalleşme sürecine girmesiyle birlikte, Sudan terör listesinden çıkartıldı. Ömer el-Beşir’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasına dahi sıcak baktığını söyleyen hükümet, her türlü uluslararası desteğe rağmen, ülkede ekonomik şartlarda herhangi bir iyileştirme yapamadı. Egemenlik Konseyi’nin ikinci başkanı General Muhammed Hamdan Dagalo’nun Hızlı Destek Gücü’ndeki askerlerini Yemen ve Libya’ya göndermesine rağmen, Sudan ABD’nin ülkeyi parçalamasına mâni olamayacaktır.

Somali ise Türkiye ve Katar dostluğuna verdiği önem nedeniyle Körfez ülkelerinin tepkisini çekmeye devam ediyor. Ancak Somaliland ile Batı’nın iyi ilişkilere sahip olması, ülkenin önemini bir nebze de olsa ikinci plana atabiliyor. Fakat terör örgütü Şebab’ın silah ticareti bölgedeki terör faaliyetlerine de yansıyor. Kuzeydeki Berbera ve Bosaso limanlarının Batı’ya ve Körfez ülkelerine hizmet etmesi göz önünde tutulduğunda, bunun Somali’deki çatışmaların kısa zamanda sonlanmasına müsaade etmeyeceği söylenebilir. Cubaland ve deniz sınırları hususunda Kenya ile yaşadığı krizler sonucu, her iki ülke diplomatik ilişkilerini gözden geçirmeye başladı.

Her ortamda kendine güç devşirmeyi başaran Mısır, şu an itibariyle durağan bir duruma sahip. Bölgede hatırı sayılır bir gücü olmasına rağmen, mevcut gelişmelerin öznesi olmaktan ziyade nesnesi haline geldi. Şu andaki temel önceliği Nil nehri suyuna sınırsız erişime sahip olmaktan öteye geçmiyor. Sudan ve Etiyopya ile ilişkilerini bu zeminde sürdürüyor.

Cibuti uluslararası sistemin ortak yaşam alanı oldu. Eritre ise yıllardır kapattığı kapılarını mecburen bu mücadeleye açmak zorunda kaldı.

Kızıldeniz’in doğu yakası, Körfez ülkelerinin durumu

Yakın bir gelecekte petrol gelirlerinde meydana gelecek finansal kriz nedeniyle, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan Kızıldeniz’e ve Afrika Boynuzu’na eskisinden daha fazla önem vermeye başladı. Bölgenin uluslararası ticaretteki stratejik öneminden de istifade etmek istemeleri, daha ziyade Batılı bir bakış açısının sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle birçok Arap ülkesi bölgede ABD taşeronu olarak aktif faaliyet göstermeye başladı.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Mısır ve Somaliland’deki limanlarına Massava’yı da eklemek suretiyle güçlenmek istiyor. Ticari limanlar yanında, aynı ülkelerde deniz üslerine de sahip olan BAE, Yemen’de Suudi Arabistan ile limanları ve adaları paylaşmış durumda.

Suudi Arabistan ise hem kendi kıyısında hem de Yemen’de sahip olduğu limanlar ve adalar üzerinden Kızıldeniz’deki etkisini koruyor. Bunun yanında, Sudan başta olmak üzere ülkelere yaptığı nakdi yardımlarla, ABD yanlısı yapılanmaların ayakta kalmasına destek oluyor.

Katar ise Türkiye ile aynı safta değerlendirilip Körfez ülkeleri tarafından muhalif muamelesi görüyor. Ancak son dönemde Arap ülkelerinin Katar’a uyguladığı ambargonun kaldırılması girişimlerinin bölgenin stratejik dengesine nasıl yansıyacağını zaman gösterecek. Lakin Somali üzerindeki etkinliğinin ötesinde, alanda çok fazla bir gücünün olmadığını söyleyebiliriz.

Sahip olduğu limanlar, adalar, uzun sahilleri ve Babül Mendep boğazına hâkimiyetiyle, Kızıldeniz’in en stratejik ülkelerinden biri şüphesiz Yemen’dir. Mezhepsel nedenlerle İran’ın, savaş gemisinin bombalanması nedeniyle ABD’nin doğrudan müdahil olduğu Yemen savaşı çok büyük bir insanlık dramına sahne olmakta. Aden, Duba ve Hudeyde gibi hayati limanlara sahip ülkedeki Suudi Arabistan, BAE ve İran mücadelesi devam ediyor. Sadece Kızıldeniz’in değil aynı zamanda Arap yarımadası ile Afrika Boynuzu’nun bağlantı yeri olan Yemen, ABD ve Körfez ülkelerinin en çok korktuğu ihtimal olarak İran’a kaptırılmayacak kadar stratejik bir ülke.

Bölge dışı aktörler

Dünya ticaretinin hatırı sayılır bir bölümünün güzergâhı olan coğrafyaya yönelik en büyük ilgiyi doğal olarak ABD gösteriyor. ABD genel olarak olaylara doğrudan müdahil olmayıp Arap ülkeleri ve bölgedeki kabileler üzerinden politika yürütmeyi tercih etmekte. Lakin İran’ın müdahalesi nedeniyle, bölge ülkelerinin üstesinden gelemeyeceği düşüncesiyle, Yemen’e yönelik ayrıcalıklı bir politika izlemekte. ABD Suudi Arabistan ve BAE üzerinden yürüttüğü politikalar neticesinde ülkenin önemli limanlarını elinde bulunduruyor. Husilerin yakın bir zamanda terör listesine eklenmesi arzusu gerçekleşecek olursa, bunun, ülkedeki işin içinden çıkılmaz savaş ortamını körükleyeceği şüphesiz. ABD diğer taraftan Cibuti’deki devasa büyüklükteki askeri üssü ile hem Kızıldeniz’in güneyini hem de Boynuz’u kontrol altında tutmakta. İsrail’in bölge ülkeleriyle normalleşme süreci de ABD’nin önemli bir politikası olarak karşımıza çıkıyor.

Kızıldeniz’in belki de en önemli güçlerinden biri de Çin’dir. Kuşak ve Yol Projesi kapsamında kendi limanlarından Akdeniz ve Körfez’e giden güzergâhlarda çok yoğun bir ticari liman ve askeri üs girişimleri bulunmaktadır. Cibuti’deki askeri üssü ile Etiyopya’ya giden demiryolu inşaatı, sadece Kızıldeniz’e değil, aynı zamanda Boynuz’un ötesindeki Afrika’ya talip olduğunu gösteriyor. Sudan’da meydana gelen gelişmeler siyasi olarak bir zayıflama durumu ortaya çıkarsa da, sahip olduğu limanlar hâlâ bir güç göstergesi teşkil ediyor. Çin sadece kıyı bölgelerinde değil bütün kıtadaki ekonomik varlığını demiryolu ve deniz yoluyla birbirine bağlayabilirse ekonomik olarak Afrika’nın tartışmasız lideri olabilir.

Türkiye, Hindistan ve Japonya’nın da aktif politikalar geliştirdiği coğrafyada belki de en zayıf kalan ülke Rusya oldu. Sosyalist akımların Afrika’da etkili olduğu dönemlerde Rusya’nın sahip olduğu siyasi ve askeri varlık bugün neredeyse yok denecek kadar azaldı. Bazı ülkelerdeki muhalif siyasi yapılanmalar hariç, siyasi bir muhatap bulmakta zorlanan Rusya, 2017’den beri girişimlerde bulunduğu Sudan’da bir askeri üs elde etmeyi başardı. Sudan’daki ABD üstünlüğüne rağmen böyle bir anlaşmanın imzalanabilmiş olması bazı soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. Kızıldeniz’de Çin limanları ve üslerini de kullanan Rusya’nın bölgedeki siyasi altyapısının zayıflığı aktif politika üretmesine engel oluyor. Lakin Rusya uluslararası politikada varlığını aktif hale getirmek istiyorsa, enerjisini Akdeniz’de olduğu kadar Kızıldeniz’de de kullanmalıdır.

Sonuç

Birbirinin bütünleyicileri olan Afrika Boynuzu ve Kızıldeniz, kendilerine bahşedilemeyecek kadar büyük bir servete sahip olmalarının bedelini ödüyorlar. Bu zenginliğin paylaşılması hususunda kendi içlerinde bir mutabakat sağlayamamış olmaları, bölgeyi her geçen gün ayrı bir kriz ve insanlık dramının içine itiyor. Dış aktörlerin etkisindeki bölge ülkeleri etnisite, mezhep ve çıkar merkezli çatışmalarını bir kenara bırakıp, ortak yaşam kültürü oluşturamadıkları sürece bu dram devam edecektir. Bölgedeki bir ülkenin bile istikrarsızlık içinde olması, çatışma ve huzursuzluğun devamı demektir. Lakin sadece ülkelerin değil kabilelerin bile birbirine düşman olduğu coğrafyada, yakın bir zamanda istikrarın sağlanması mümkün görünmüyor.

Kızıldeniz’in batısı, doğusunun güvenliği ve huzuru için bir süre daha sıkıntılı günler yaşayacağa benziyor. Çatışmaların Boynuz’un zirvesine taşınması, Afrika’nın derinliklerindeki zenginliklerin kullanılacağı ve yeni pazar alanlarının açılacağını gösteriyor. Cibuti’yi Lagos, Abidjan ve Dakar’a bağlayacak bir demiryolu, Darüsselam ve Mombassa limanlarının kıtanın içlerine bağlanması, dünyanın en büyük iki pazarı olan Güneydoğu Asya ve Afrika’yı da birbirine bağlayacaktır.

Sadece genel dünya ticaretinin değil, iştahları kabartan yeni pazar alanlarının da merkezi olan Kızıldeniz ve Afrika Boynuzu, bugünün değil gelecek yılların da en büyük mücadele alanlarından biri olacaktır. ​​​​​​​

[“Korsanlıktan Siyasal İslam’a: Cezayir’de Sosyal ve Toplumsal Değişim” ve “Kalanlara Gurbet Gidenlere Memleket Rumeli (Makedonya Türkleri)” kitaplarının yazarı olan Ali Maskan çalışmalarını sömürgecilik ve Afrika ile Balkanlar alanlarında sürdürmektedir]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *