Kayıkçı kavgasını aratmayan çekişmeyi aşmak, insanların rızasını alarak yol almak üçüncü yolun hedeflerinden biri…
Ersin Ertuğrul Satan
“Reaksiyonun/tepkiselliğin niteliklisi olmaz”
Bir ülkenin ufkunu o ülkenin aydınları, münevverleri genişletir. Hemen ifade etmek gerek, bu klasik bir elitizm iddiası değil. Zira ufuk açıcı kimseler olduğunu düşündüğümüz insanların, kast sistemini andıran cinsten belirli bir sınıftan, sosyal zümreden, ideolojik gruptan, belirli bir yaş aralığından olması gerektiğini savunmuyoruz. Düşünen, soruları olan, sorularına cevap arayan, ararken de soru sorma ve cevap arama halinin ciddiyetini gösterebilmeyi kast ediyoruz. Diğer taraftan söz konusu münevverlerin, aydınların zaman içinde zikrettiğimiz köşe taşlarını dikkate almamaları durumunda sıradanlaşabileceklerini eklemek gerekiyor.
Mevzu bahis ilke sahibi münevver, aydın kişilerin görevlerini icra etmedeki zâfiyetlerine/sıradanlaşmalarına rağmen, çoğunluğun “nitelikli azınlıktan” etkilenmesi durumunu es geçerek halka tepki göstermesi, salt bir tepkisellikten öteye gitmez. Burada tek fark, tepkinin “nitelikli reaksiyon(!)” olması…
Tepki verme hali, fikir önermediğinden iltifat görmez. Bu durumda halka, çoğunluğa sitayişte bulunmak aynaya bakmayan aydınların, münevverlerin bir nevi kolaycılığı olarak okunabilir.
“İki paradigma arasındaki kayıkçı kavgası ve üçüncü bir paradigmanın varlığını düşünmek”
Aydınların, münevverlerin söz konusu pozisyonunu, ilkeleriyle idealleri arasında tutarlılık göstermeleri gerekliliğini, bu tutarlılık ifâ edilmediği takdirde kalabalıklara kabahat atfetmenin beyhudeliğini akılda tutmak gerek. Şimdi de bu aydınların, münevverlerin temsil ettiği ideolojilerin, ideallerin, eğilimlerin, bugüne uzanan mâzisine temas etmemiz gerekiyor.
Muhafazakakârlar ile modernistler/Avrupa taklitçileri arasında süren ikiyüz yılı aşkın bir mücadele içindeyiz. Bu mücadelenin örneklerini içinde bulunduğumuz çok kültürlü toplumda görebiliriz. Örnekleri fikir adamı Aliya İzzetbegoviç kitaplarında, konuşmalarında ele alır. Felsefî değerlendirmeler, tahliller, tetkikler yapar. Her aydın gibi kendisi de benimsediği belirli bir paradigmayı esas alarak, müslüman dünyasının fikrî ve pratik/siyasî panoramasını değerlendirir. Toplumlarımızda zayıf olduğunu ifade ettiği tenkîdî bakışı işleterek ufuk açıcı kriterler de sunar.
Aliya’nın benimsediği tarihsel sürekliliği olan paradigmanın (anayolun) bileşenlerini, dinamiklerini, temel ilkelerini önemsiyoruz. Ve bu doğrultuda fikrî yenilenmeyi (içtihadı) gerekli gören bir üçüncü damara, yola dikkat kesiliyoruz. Bu üçüncü seçeneği tercih edenler kimlerdir? Fikirleri neden değerlidir ve nedir fikirlerinin köşe taşları?
İlk elden ifade edilebilecek olan husus şudur. Onlar kendi “yollarını”, ne tarihten gelene tâbî olarak ne de yabancısı olunan bir kültürel birikimi taklit etmeyi tercih ederek sınırlandırmayı tercih etmemişlerdir…
Tercih edilen bu yol, kişiye ve kişilerin oluşturduğu topluluklara, organizasyonlara başarıyı ancak bir yolla kazanabileceğini hatırlatır. “Çalışmanın, azmin, fikrî ve maddî üretimin, yenilenmenin, keşfetme ve icad etme merakının” içkin olduğu bir inancın getirebileceğini hatırlatır. Yâni yolu seçme imkanının ancak bu şekilde hakedileceğine inanarak, “ne doğudaki yerleşik kadim Mesihîliği ne de Avrupalı kurtarıcılığı (seküler Mesihîliği)” tercih etmez…
Sembolik anlam yüklenen yıl dönümlerinde zirveye çıkan bir çekişmeye maruz kalıyor bu ülkenin insanları. Adeta bir kayıkçı kavgasını andırıyor bu çekişme…
Gövde gösterisinden farksız. Karşı tarafa maddî ve psikolojik, sosyolojik baskı oluşturan seremoniler malûl. Karşı tarafın bireysel, fikrî, inançsal tercihleri üzerinde baskı kuran bir siyaset bu. Sloganlaştırılmış iddialar üzerine kendisini yineleyen bir süreklilik arz etmekte. Kayığın kürekleri ara sıra el değiştiriyor olsa da kayık aynı ve bir arpa boyu yol alınamıyor. Muhafazakâr kesim de modernist kesim de, kendisini dondurulmuş, öykünülen tarihsel dönem(ler) ve şahsiyet(ler) üzerinden şarj etmekte. En iyisinin hep kendi tercihi olduğuna dair karşı tarafa baskı yaratma gayreti, durumu içinden çıkılmaz hale getiriyor. Bu kısır siyasete taraf olunması, üçüncü yolu tercih edenler için imkan dahilinde gözükmemekte.
Kayıkçı kavgasını aratmayan çekişmeyi aşmak, insanların rızasını alarak yol almak üçüncü yolun hedeflerinden biri. Bunu tesis etmek için de her türlü siyasî, fikrî, ideolojik, ahlakî topluluklar kendi örgütlenme biçimlerini, örgütlenme felsefelerini, benimsedikleri idealleri ve doğal olarak bunlara liderlik ettiğine kânî olduklari lideri, fırkayı, derneği, cemaati periyodik olarak gözden geçirip, tenkid etme cesaretinin gösterilmesi düşüncesi benimseniyor. Ancak bu şekilde tutarlı, ikna edici olunabilir. Ve bu doğrultuda daha iyi sonuçlar alınabilir.
Bizim beklentimiz öncelikle üçüncü sınıfın bu hususları dile getirmesi, örneklemesi suretiyle örnek, numune olmasıdır. Aksi halde mevcut “sorunların” çoğalmasına sadece bir tanesi daha eklenir.
İzlenmesi gereken bu eleştirel, özeleştirel ve yenilenmeyi esas alan metod gözetilmedikçe nasyonal sosyalist, faşist, komünist, liberal demokrat, muhafazakâr tecrübelerden alınan sonucun benzeri alınabilir. Bu da sorunun adını değiştirir yalnızca. Sorunu değiştirmez…
“Avrupalı olmayan, taklitçi toplumlarda” yaşanan kayıkçı kavgasını somutlaştırırsak şu manzarayla karşılaşırız: Bir tarafta şûra, danışma eksenli hilafet, başkanlık gibi görünen fakat aslında bir nevi saltanatçılık; diğer tarafta halkçı gibi görünen aslında elitist, kibirli, makyavelist bir cumhuriyetçiliği buluruz… Bu vasatta, üçüncü yolu aramak ihtiyacı güçlenir. Ve bu yolun teorisini, pratiğini, siyasetini üretmek isteyenler bu imkanı değerlendirmelidir.
Üçüncü yolun teorisini, pratiğine dair fikirleri üretmek, Allah’tan gayrı kimseye tapmayan, prestij etmeyen hür insanların omuzlarında duruyor…
Başta atıf yaptığımız fikir adamı Aliya’nın düşüncelerimize mesnet olabilecek köşe taşı niteliğindeki birkaç tespitiyle cümlelerimize son veriyoruz…
Potansiyel enerji üzerine:
“Tarih apaçık bir tespiti göstermektedir:
Müslüman halkların hülyasını heyecanlandıracak
ve onlar arasında gerekli olan
disiplin, ilham ve enerjiyi gerçekleştirecek
tek düşünce İslâm’dır.”
Siyaset felsefesi üzerine:
“İslâm’ı kabul eden halk ve birey,
kabulden sonra,
başka herhangi bir ideali için
yaşaması ve ölmesi mümkün değildir.”
Siyaset felsefesi üzerine:
“Bir Müslümanın adı ne olursa olsun herhangi bir kral ve hükümdar, bir milliyeti, partiyi yüceltmek ve ona benzer bir şey uğruna kendini feda etmesi düşünülemez. Zira en güçlü İslâmî bilinçaltı düşüncesine göre o burada, bir çeşit putperestlik ve Allahsızlık fark eder.”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *