İslam toplumlarında, bilincin/niteliğin/ahlakın ve adaletin mağlup edilmesi, aziz İslamın, bütün çıkar çevreleri tarafından amansız bir şekilde sömürgeleştirilmesini kolaylaştırdı…
Atasoy Müftüoğlu
İslam dünyası toplumları, oportünist ve pragmatist politik tercihler / yaklaşımlar / uygulamalar sebebiyle, niteliğin ve bilincin, ahlakın ve adaletin mağlup edilebildiği, mutlak bilinçsizlik durumunu yansıtan çok yönlü tükenmişlikler yaşıyor. Mutlak bilinçsizlik durumu, kayıtsız-şartsız itaat geleneğinden kaynaklanıyor. Kayıtsız-şartsız itaat geleneği, eleştirel muhakeme / müzakere / müşavere yeteneğini yok ediyor. Politik, din’i ya da seküler, karizmatik otoriter figürler tarafından araçsallaştırılan ve itaate memur edilen toplulukların, her hangi bir konuda karar ve tercih iradeleri olmadığı gibi, hiç bir konuda kamusal sorumlulukları da bulunmuyor. Düşüncesiz duygusallıkların hakim olduğu toplumlara hükmetmekle, eleştirel bilince sahip toplumlara hükmetmek birbirinden çok farklı şeyler. Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, konformizmi rahatsız etmek için, eleştirel bilince sahip olmak gerekiyor.
Eleştirel bilince sahip toplumlar ve kültürler, put kırıcı düşünürler yetiştirirken, kayıtsız-şartsız itaati dayatan topluluklar ve kültürler put üreten bir iklim / ortam / çevre oluşturuyor. Bugün, soyut söylem alanlarında konuştuğumuz / yazdığımız / tartıştığımız temel İslami ilkeleri, uygulama alanlarında hiç görmüyoruz. Kayıtsız-şartsız itaat geleneğini içselleştirerek, kendi kendilerini köleleştiren topluluklar, bugün, köleliği büyük bir ibadet aşkıyla sürdürüyor. İbadet aşkıyla sürdürülen kölelikler, her tür konformizmi tahkim ederek, İslami bilinci imkansız hale getiriyor. İslami bilinci imkansız kılan bir gelenek / ortam / iklim çevre sebebiyle paramparça olan İslami bünye bir araya getirilemiyor, İslami bir irade oluşturulamıyor.
Günümüz dünyasında her ulus-devlet, yalnızca kendi etnik nüfusuna hitap edebilmek için, milliyetçiliklere sarılıyor. Dış tehdit retoriğini araçsallaştıran milliyetçilikler, ulus-devlet kutsalları / sloganları / klişeleri yoluyla, Müslüman halklar, hazır-kıta haline getirilerek, aziz İslam’ı savsaklamak / hırpalamak / çarpıtmak / askıya almak pahasına, oportünist / pragmatist politik kadrolara/yapılara hizmete memur ediliyor. Konformist / statükocu / popülist kültürler, memur zihniyetli aydınlar/topluluklar yetiştiriyor. Bu zihniyet sebebiyle kitleler, çoğu kez, bütünleştiren, tamamlayan, kapsayıcı düşüncelere yabancılaştırılarak, parçalayan / dışlayan düşünceleri içselleştirebiliyor. Kendilerini İslami anlamda ifade etme yeteneğine sahip olmayan kitleler, çoğu kez, karizmatik otoriter din’i/politik ya da laik figürler tarafından sömürgeleştirilebiliyor.
İslami bütünlük ve dayanışmadan yoksun olan, parçalanmış, tek parçaya hapsedilmiş, tek yoruma hapsedilmiş varoluşlar sebebiyle, İslam toplumları, her durumda, emperyalist müdahaleye açık bir yapı-bünye manzarası sergiliyor. Yapısal kırılganlıklarla malûl bulunan İslam toplumları, öteden beri Filistin’de sergilenen soykırım karşısında bir irade ortaya koyamadığı gibi, bugün de, Doğu Türkistan’da yaşanan soykırıma karşı ortak bir irade / dayanışma / tepki oluşturamıyor. Niteliğin ve bilincin mağlup edildiği / edilebildiği toplumlarda, bugün, İslami bilinç sessizliğe / suskunluğa ve kayıtsızlığa mahkûm edilmiş bulunuyor. İslam toplumlarında popülizm ve hamaset, İslami hafızanın ve bilincin yerine geçiyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, fiilen yaşayarak gördüğümüz üzere, İslam toplumlarında koşulları bir şekilde emperyalist güç ilişkileri belirliyor. Kendi gerçekliğimizin farkına varamadığımız, piyasa hesaplarıyla hemhal olan topluluklara dönüştürüldüğümüz için, toplumlarımızda çok ciddi bir patolojiye dönüşen kolektif narsizmi, kolektif kibri, kolektif sadizmi, paranoid politik söylem ve dili gereği gibi teşhis edemiyor, teşhis edememek bir yana, bu patolojilerle iftihar edebiliyoruz. Hiç bir milliyetçilik ya da mezhepçilik, kendi tercihlerinin/gündeminin eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutulabileceğini kabul etmiyor. Hiç bir milliyetçilik/mezhepçilik, kendi üzerinde eleştirel olarak düşünme ihtiyacı duymuyor. Hazır-kıta haline dönüştürülen toplum ve kültürler, otoritenin belirlediği sınırlar dışında bağımsız bir içerik, özellikle de, eleştirel bir içerik üretemiyor.
Her tür konformizm, sorgulama ve tepki gösterme yeteneğini yok ediyor. Otoriter/popülist politik dilin hakim olduğu toplumlarda, entelektüel / felsefi / düşünsel içeriği olmayan ideolojik araçlarla, propoganda araçlarıyla toplumlar yönlendiriliyor. İdeolojik araçlarla, propoganda araçlarıyla kontrol edilen, edilebilen toplumlarda kent kültürü, kentsel incelikler-ilişkiler ve estetik yok oluyor, yok ediliyor. Kamusal alanı, güvenlik politikaları belirliyor.
İslam toplumlarında, bilincin / niteliğin / ahlakın ve adaletin mağlup edilmesi, aziz İslamın, bütün çıkar çevreleri tarafından amansız bir şekilde sömürgeleştirilmesini kolaylaştırdı. Bugün, toplumlarımızda, hamaset-popülizm yoluyla, toplumsallaşan her tür patoloji gizleniyor. Kayıtsızlık, ahlaki bir felç durumu oluşturuyor. İslami zihin dünyası, bilincin / ahlakın / vicdanın/adaletin gücünü yeniden tesis ederek, geleneksel ya da modern paslı prangalardan kurtulmadıkça, kendi kavram ve kurumlarını, kendi referans ve paradigmalarını hayata geçirebilecek İslami bilgi’yi özgürleştiremez. Sömürgeci ve ırkçı tutkuların/projenin, modern dil/söylem/siyaset aracılığıyla maskelenmiş olduğunu bilmemiz/hatırlamamız gerekir.
Yeni bir hayat tarzı, yeni bir varoluş tarzı, İslami bilgiyi özgürleştirerek, bu bilgi’ye meşruiyet ve otorite kazandırdığımızda başlayabilir, başlatılabilir. Bugün, kültürel acil durumu, ahlaki acil durumu fark edememek gibi, çok ağır ve çok derin bir sorunla karşı karşıya bulunuyoruz. Olağanüstü durumların, olağanüstü çözümlemeleri/dayanışmaları ve sorumlulukları zorunlu kıldığını idrak etmekte gecikmemeliyiz. Olağanüstü çözümlemeler, dayanışmalar ve sorumluluklar, umut için yeni bir iklim oluşturabilir. Olağanüstü çözümlemeler/dayanışmalar ve sorumluluklar, her durumda kendi zaaflarını / çelişkilerini / yetersizliklerini reddeden politik kadroların/iktidarların, kendi sorunlarıyla yüzleşmelerini sağlayabilir.
Teknik tahakküm ve müdahaleler karşısında, hayatın ve tabiatın bütünüyle savunmasız bırakıldığı, çılgın bencilliklerin, çılgın sorumsuzlukların, klinik paranoya konusu olabilecek ihtirasların belirleyici hale geldiği, insanın yalnızca biyolojiye indirgendiği, bilinç/bilgelik ve kültürden arındırıldığı bir dünyada/zamanda ve toplumlarda yaşıyoruz. Bütün bu bencillikler, sorumsuzluklar ve ihtiraslar, bütün bir insanlığın, bütün toplumların ve kültürlerin çok derin bir kriz’le karşı karşıya bulunduğunu gösteriyor. Kriz’lerle popülizmler arasında çok yakın bir ilişki olduğunu açıkça görebiliyoruz. Popülizmler, içerisinde yaşadığımız toplumda da görülebileceği üzere, ahlakın değerini, sözün değerini ve anlamın değerini bütünüyle yok ediyor.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *