ABD Yüksek Mahkemesi atamaları neden bu kadar önemseniyor?

ABD Yüksek Mahkemesi atamaları neden bu kadar önemseniyor?

Söz konusu ABD Yüksek Mahkemesi olunca, üye dağılımının mahkemenin kararları üzerinde hatırı sayılır bir etkisinin olduğunu dikkate almak gerekiyor.

Doç. Dr. Ali Emrah Bozbayındır / AA

ABD Başkanı Donald Trump, kendisine yeni tip koronavirüs (Kovid-19) teşhisi konulmasından birkaç gün önce Beyaz Saray’ın gül bahçesinde yaptığı açıklamayla Amy Coney Barrett’ı ABD Yüksek Mahkemesi’ne yargıç adayı olarak gösterdi. Barrett’ın mahkeme üyeliğinin hızla onaylanması için Senato’da da düğmeye basıldı. Barrett’ın üyeliğe atanmasıyla birlikte, mahkemede muhafazakâr kanadın üye sayısı altıya ulaşacak. Bu da dokuz üyeden oluşan mahkemenin, neredeyse önümüzdeki 30 yıl boyunca, muhafazakâr eğilimdeki yargıçların hakimiyetinde olması anlamına geliyor. Söz konusu ABD Yüksek Mahkemesi olunca, üye dağılımının mahkemenin kararları üzerinde hatırı sayılır bir etkisinin olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Esasen Yüksek Mahkeme’nin ne olduğunu, büyük ölçüde üyelerinin kimlerden oluştuğu belirliyor. Bu nedenle, mahkemeye yapılan her yeni atama, büyük bir alakaya mazhar olmanın yanında, her seferinde hararetli tartışmalara da sebep oluyor. Yargıç Barrett’ın saygın hukukçu kimliğinin hakkı, Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörü Noah Feldman gibi liberal isimler tarafından da teslim ediliyor. Beyaz Saray’dan yapılan resmî açıklamada, Katolik itikadına bağlılığıyla bilinen Barrett’ın iyi bir eş ve yedi çocuk annesi olduğunun altı çizildikten sonra, mahkemeye yeni ve önemli bakış açıları kazandıracağı ifade ediliyor. Bu bağlamda, Barrett’ın, ABD Yüksek Mahkemesi’nde okul çağında çocukları olan ilk yargıç olacağı vurgulanıyor. Buna karşılık, Demokrat kanat ise Barrett’ın Haiti’den edindiği iki siyahî evladını tartışmaya açıyor. Beyaz Saray ise çocuklarından biri down sendromlu olan Barrett’ın, Amerikan ulusunun yardıma muhtaç kesimlerini daha iyi anlayabilecek bir hassasiyete sahip olduğunu vurguluyor. Buna ilave olarak, Barrett’ın ne Harvard ne Yale mezunu olan ilk Yüksek Mahkeme yargıcı olacak olması da Beyaz Saray’ın tercih sebepleri arasında sıralanıyor. Barrett, halihazırda öğrencilerinin yüzde 80’ini Katoliklerin teşkil ettiği ve saygın bir akademik kimliğe sahip olan, Indiana’daki Notre Dame Hukuk Fakültesi’nin mezunu ve aynı fakültede öğretim üyeliği görevinde bulunuyor.

Yargıç Barrett, 90’lı yıllarda muhafazakâr Yargıç Antonin Scalia’nın yanında Yüksek Mahkeme stajı yapmış ve birkaç nesildir muhafazakâr hukukçuların adeta bir akreditasyon merkezi işlevini gören Federalist Society’nin üyeleri arasında yer alıyor. Yargıç Barrett’ın bu özellikleri, Amerikan kültüründe adeta seküler bir azize katına yükseltilmiş olan Ruth Bader Ginsburg’ün yerini alacak olması nedeniyle, ayrı bir önem taşıyor. Halen mahkemede görev yapan Yargıç Breyer ve Kagan gibi liberal ilerlemeci kentsoylu Yahudi üyeler arasında yer alan Ginsburg, mahkeme üyeliğine 1993 yılında Bill Clinton tarafından aday gösterilmişti. Mahkemenin artık tamamen Cumhuriyetçilerin eline geçtiğini gören Demokrat parti çevrelerinde, epeydir sağlık sorunları yaşayan Ginsburg hakkında “2013 yılında Obama görevdeyken istifa etseydi mahkemenin liberal geleceğini kurtarabilirdi” şeklinde yorumlar bile yapılıyor.

Hakikaten, muhafazakarlığı tescilli ve henüz 48 yaşında olan Barrett’ın ABD Yüksek Mahkemesi’ne Ginsburg’ün yerine atanmasının, mahkemenin hukuk politikalarında ve kararlarında önemli etkileri olacağı aşikâr. Daha önce Richard Nixon başkanlığında Yüksek Mahkeme’ye dört adayın atanması söz konusu olmuştu. Trump da Barrett ile birlikte mahkemeye üç üye atamış olacak. Trump’ın daha önce mahkemeye atadığı Neil Gorsuch muhafazakâr Scalia’nın yerine, Yargıç Brett Kavanaugh ise (Ronald Reagan tarafından atanmış olmasına rağmen belli konularda liberal-ilerlemeci kanatla hareket etmiş olan) Yargıç Kennedy’nin yerine atanmıştı. Yargıç Barrett’ın hukuk felsefesinin özünü ise hakimlerin siyaset yapıcı konumunda olmadıkları, onların görevinin mevzuatı mümkün olduğunca lafzına sadık kalarak yorumlamak olduğu anlayışı teşkil ediyor. Lafızcılık (textualism) olarak adlandırılan bu yorum yöntemine göre, hakimler kanunda geçen kelimelere, bunların günlük, sıradan anlamlarına göre mana vermelidir. Barrett’ın yanında staj yaptığı Scalia’dan tevarüs ettiği bu metodolojik ve felsefi yaklaşıma göre, hakimler gâî (gayeyi dikkate alan) yoruma başvurmadan, kanunu lafzına sadık kalarak yorumlamalıdır. Bu anlayışa göre, toplumsal hayatı yakından ilgilendiren ve büyük önem taşıyan tartışmalı meselelerde, şayet kanunda bir düzenleme yoksa, hakimler yasa koyucu gibi davranarak ilgili normun lafzından uzaklaşıp gâî yoruma başvuramazlar. Daha açık bir ifadeyle, lafızcılık yaklaşımına göre hukuka sadakat, kanunun lafzına sadakat anlamına geliyor.

Yargıç Barrett’ın mahkemeye atanmasıyla birlikte, liberal-ilerlemeci kanadın mahkemede çoğunluğu sağlama umudu kalmadığından, Demokrat Parti çevrelerinde mahkemenin yapısında değişiklik yaparak muhafazakâr kanadın hakimiyetinin kırılması planları öne çıkıyor. Bu kapsamda, Demokratların adayı Joe Biden’ın seçilmesi halinde, halihazırda dokuz üyesi olan mahkemenin üye sayısını on bire ya da on üçe çıkarılması ve bu yeni kadrolara liberal isimlerin atanması düşüncesi açıkça dillendiriliyor. ABD anayasasında açıkça Yüksek Mahkeme’nin üye sayısı belirtilmediğinden, bu konuda Kongre’nin bir değişlik yapmasının mümkün olduğu ifade ediliyor. Kasım ayında Demokratların Senato’yu ve Beyaz Saray’ı kazanmaları halinde, Yüksek Mahkeme’ye yeni üye sandalyelerinin eklenmesi bugünlerde oldukça sık ifade edilmeye başladı. Demokrat Parti çevrelerinde, üye sayısının artırılması, artık mahkemenin meşruiyetinin ve hatta kendisinin “kurtarılması” için tek çare olarak görülüyor. Demokratların seçimi kazanması halinde mahkemenin 1869’dan bu yana dokuz olan üye sayısını artırmasını kurumsal istikrar bakımından epey riskli bir hamle olarak gören ve geçmişte Franklin D. Roosevelt’in bu yöndeki çabalarının akim kaldığını hatırlatan görüşler de yabana atılır cinsten değil.

Bu kapsamda, mahkemenin belli konularda karar alabilmesi için nitelikli çoğunluk şartının getirilmesi de tartışılan seçenekler arasında. Üye sayısının artırılması yerine, halihazırda ömür boyu atanan Yüksek Mahkeme yargıçlarının görev sürelerinin kısaltılması da gündeme getirilen öneriler arasında yer alıyor. Ayrıca bu kısa vadeli önerilerin yerine, mahkemenin yetkilerinin kısıtlanarak zaman içinde genişleyen yargı yetkisinin daraltılması ve bu konuların yasamanın inhisarına bırakılmasının daha yerinde olacağı ifade ediliyor. Bir başka deyişle, Demokratlara, mahkemeye kendi ideolojilerine yakın yargıçları atamak yerine, onu daha güçsüz ve sonuç olarak daha az önemli bir kurum haline getirmeleri öneriliyor. Zira mevcut haliyle Yüksek Mahkeme adeta seçimle iş başına gelmemiş bir süper yasa koyucu hüviyeti arz ediyor. Bu nedenle, esas sorunun mahkeme üyelerini kimin ve nasıl seçtiğinden ziyade, bu kurumun elinde bulundurduğu gücün olduğu ileri sürülüyor.

Mahkemenin yapısı konusundaki bu reform önerileri bir tarafa bırakılacak olursa, 4 Kasım 2020 seçimi öncesi Yargıç Barrett’ın mahkemeye atanmasının, iki bakımdan Trump’ın lehine olacağı söylenebilir. Bunlardan birincisi, bu profildeki bir yargıcın Mahkemeye atanmasının, geniş muhafazakâr kitlelerin Trump’a verdiği desteğin konsolide edilmesine katkı sağlayacak bir unsur olması; ikincisi ise seçimin bir şekilde Yüksek Mahkeme’nin önüne gelmesi halinde, Trump’ın lehine bir sonucun ortaya çıkması konusundaki beklenti. Bu konuda, 2000 başkanlık seçimlerinde “Bush-Gore” davasının nihai sonucunu Yüksek Mahkeme’nin belirlemiş olması da akıllara geliyor. Kovid-19 virüsü nedeniyle bazı Demokrat partili valilerin yönetimindeki eyaletlerde posta yoluyla oy verme usulünün benimsenmesi veya kapsamının genişletilmesi Trump tarafından bir seçim hilesi olarak görülüyor. Trump bu sebeple olsa gerek her seferinde, seçim sonuçlarının lehine olmaması halinde bu sonucu kabul etmeyeceğinin, meseleyi Yüksek Mahkeme’ye taşıyabileceğinin sinyallerini veriyor. Nitekim Trump 23 Eylül 2020 tarihli konuşmasında, seçimlerin Yüksek Mahkeme’de sonuçlanacağı düşüncesinde olduğunu ifade ettikten sonra, seçimden önce mahkemenin tekrar 9 üyeye kavuşmasının önemini vurguladı.

Bu nedenlerden dolayı, Yargıç Barrett gibi bir ismi Yüksek Mahkeme’ye derhal atamak, Trump ve Cumhuriyetçilerin ağırlıkta olduğu Senato açısından büyük önem arz ediyor. Seçim arifesinde (daha evvel Obama tarafından aday gösterilen) Merrick Garland’ın adaylığına ilişkin onaylama süreci, Cumhuriyetçilerin hâkim olduğu Senato tarafından, yeni seçilen başkanın Yüksek Mahkeme’ye üye seçebileceği gerekçesiyle reddedilmişti. Buna karşılık, Senato’nun Yargı Komitesi, Yargıç Barrett’ın atanmasına ilişkin onay sürecinin, Kovid-19 salgınına rağmen 12 Ekim 2020 tarihinde başlayacağını duyurdu. Komite Başkanı Lindsey Graham gecikme olmaksızın Yargıç Barrett’ın atanması için gerekenin yapılacağını vurguladı. Bu da Yargıç Barrett’ın seçimlerden önce, belki de ABD seçimlerinin kaderini belirleyecek olan Yüksek Mahkeme üyeleri arasında yer alması anlamına geliyor.

[Lisansüstü derecelerini Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden alan Doç. Dr. Ali Emrah Bozbayındır Max-Planck Mukayeseli Ceza Hukuku Enstitüsü ve Cambridge Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulunmuştur]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *