“Cumhuriyetimizin 100. yılını şanına layık kutlamalarla karşılayacağız”

“Cumhuriyetimizin 100. yılını şanına layık kutlamalarla karşılayacağız”

TBMM 27. Dönem 4. Yasama Yılı açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu yıl, Büyük Millet Meclisimizin dualarla, tekbirlerle, heyecanla, coşkuyla açılışının 100. yıl dönümüydü.” dedi.

Konuşmasında, “Meclisimizin ilk Başkanı ve Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile ülkemizin gelişip kalkınmasında emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum.” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, mücadelenin kıyamete kadar süreceğini vurguladı.

Abdurrahim Karakoç’un bir şiirinden bir kıta da paylaşan Erdoğan, Türkiye’nin demokrasi için bedel ödediğini belirtti, 2.200 yıllık devlet geleneğine sahip olduğunu söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis’te yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Sizleri en kalbi duygularımla, hürmetle, muhabbetle selamlıyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 27. Dönem 4. Yasama Yılının ülkemize, milletimize, bu yüce kuruma, tüm milletvekillerimize hayırlı olmasını Allah’tan diliyorum.

Açılışından bugüne Büyük Millet Meclisi’mizin üyesi sıfatıyla ülkemize hizmet eden tüm milletvekillerimizi saygıyla yâd ediyorum. Bir asırdır bu çatı altında görev yapmış milletvekillerimizden dar-ı bekaya irtihal etmiş olanlara Allah’tan rahmet, hayatta bulunanlara sağlık ve afiyet diliyorum.

Meclisimizin ilk başkanı ve Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile ülkemizin gelişip kalkınmasında emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum.

Bin yıldır üzerinde yaşadığımız bu toprakların vatan haline dönüştürülmesi için cansiperane mücadele veren aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle, minnetle, hürmetle anıyorum. Halen sınırlarımız içinde ve dışında bu mücadeleyi sürdüren güvenlik ve istihbarat güçlerimize başarılar temenni ediyor, Rabbim hepsini muhafaza etsin, muzaffer eylesin diyorum.

Bu mücadelenin kıyamete kadar süreceğini bilerek daima hazırlıklı, daima güçlü, daima tedbirli olacağız. Cumhuriyetimizin 100. sene-i devriyesinde, İstanbul’un Fethinin 600. senesi, Malazgirt Zaferinin 1000. senesi gibi sembolik yıldönümlerine ecdadın maddi ve manevi mirasını yaşatmak için önem veriyoruz. Tarihimizi ne kadar iyi bilir, ona ne kadar iyi sahip çıkarsak geleceğimize o derece güvenle bakabiliriz. Tüm adımlarımızı işte bu anlayışla atıyoruz.

Henüz birkaç asırlık geçmişe sahip toplulukların ve devletlerin kendilerine köklü tarihler uydurma gayretlerinin gerisinde işte bu hakikat vardır. Türkiye gerisinde kesintisiz ve çok geniş bir coğrafyaya yayılmış 2 bin 200 yılı aşkın devlet geleneği olan dünyadaki nadir ülkelerden biridir. Böyle bir ülke kökü de, geleneği de, ahlakı olmayan, gücünü sömürgecilikten ve açgözlülükten alan devletlerle aynı yöntemleri kullanamaz.

Türkiye Büyük Millet Meclisimizin yasama alanında temsilcisi olduğu kadim ve asil duruş evlatlarımıza bırakacağımız en kıymetli hazinedir.

Ülkemizin terörle mücadelesinde ve uluslararası alanda haklarını koruma gayretlerinde net tutum sergileyen Meclisimizin tüm mensuplarına şükranlarımı sunuyorum.

Aynı şekilde Kıbrıs ve Azerbaycan Türklerinden Balkanlar ve Kuzey Afrika’ya kadar her yerde kardeşlerimize samimi destek veren Meclisimiz milletimizle birlikte tüm dostlarımızın da umut kaynağı olduğunu göstermiştir.

Değerli Milletvekilleri,

Bu yıl Büyük Millet Meclisimizin dualarla, tekbirlerle, heyecanla, coşkuyla açılışının 100. yıldönümüydü. Koronavirüs salgınının yayılma günlerine denk gelmesi sebebiyle bu önemli yıldönümünü maalesef arzu ettiğimiz görkemde kutlayamadık.

İnşallah Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümünü hedeflerimize de ulaşmış olarak şanına layık kutlamalarla karşılayacağız.

Bizim Meclisimiz herhangi bir meclis değildir. Burası “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesiyle milli iradenin tecelligahı olmuş, yerdir. Burası, “Ya istiklal ya ölüm” şiarıyla ülkemizin İstiklal Harbini bizzat yönetmiş gazi bir meclistir. Burası, “Hangi çalgın bana zincir vuracakmış şaşarım” meydan okuyuşuyla istiklaline ve istikbaline sahip çıkan bir milletin evidir. Burası, coğrafyamızdaki son sığınağımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran meclistir.

Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçmesiyle başlayan demokratik dönüşümler de hep Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından gerçekleştirilmiştir. Nice darbelere ve darbe girişimlerine, muhtıralara, vesayetin sinsi oyunlarına rağmen bu kutlu çatı daima temsilcisi olduğu milletin onurunu korumuştur.

Elbette burada hatırlamak istemediğimiz kimi müessif hadiseler de yaşanmıştır, ama bu durum Meclisimizin temsil ettiği değerlerin yüceliğine halel getirmez.

Özellikle 15 Temmuz gecesi bu Meclisin ortaya koyduğu cesur ve kararlı duruş dünya demokrasi tarihine geçmiştir. Türkiye’yi demokrasiye bedel ödemeden sahip olmuş bir ülke diye itham edenler, umarız 15 Temmuz gecesi bu bühtanlarından dolayı utanç duymuşlardır.

Milletimizin yaşadığı veya savuşturduğu her sıkıntının ardından milli iradenin tecelligahı olan Meclisimiz üstlendiği sorumluluğun gereğini yerine getirmeyi bilmiştir. Ülkemizin elde ettiği tüm kazanımlarda en büyük pay sahibi Meclisimizdir. Sadece son 18 yılda bu çatı altında gerçekleştirilen reformlar, yapılan düzenlemeler, alınan kararlar, sergilenen takdire şayan tutumlar özellikle hayranlık verici bir başarı hikâyesidir. İnşallah önümüzdeki dönemde Meclisimiz çok daha büyük başarılarla tarihi yazmayı sürdürecektir. Türkiye’nin 2023 hedeflerine ulaşma yolculuğunda Meclisimize düşen daha çok görevler var.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, diğer kurumlarımız gibi Meclisimizin de kendi alanına yoğunlaşabilmesine imkân sağlamıştır. Elbette böylesine köklü yönetim sistemi değişikliklerinin ideal uygulama seviyesine gelmesi vakit alacaktır. Eski alışkanlıklarla yeni bir sistemi sürdürmenin zorluklarını her alanda yaşıyoruz, ama her geçen gün yasama, yürütme ve yargının yeni sistem doğrultusunda kendini geliştirdiğini görüyoruz.

Yeni reformlarla hukuki ve icrai olarak tespit ettiğimiz aksaklıkları gideriyor, çıtayı sürekli yukarıya taşıyoruz. İnşallah Türkiye bu konuda da dünya örnek olacak başarılara da imza atacaktır.

Meclisimizin yeni yasama yılında bu çerçevede çok önemli çalışmalar gerçekleştireceğine inanıyorum. Siyasi rekabet ile ülkeye ve millete hizmet yarışı arasındaki çizginin en iyi konduğu ve korunduğu yerin Meclisimiz olması gerektiğini düşünüyorum. Yeni dönemde Meclis çalışmalarına katkı verecek her partiden milletvekillerimize şimdiden teşekkür ediyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Sizlerin de dikkatini çekmiştir, millet olarak son dönemde her yılımızı geçmişte on yıllar boyunca yaşanan gelişmelere ve daha fazlasına şahit olduğumuz bir kesafette geçiriyoruz. Bu durumun iki önemli sebebi vardır.

Birincisi; Türkiye’nin istikrarsızlıklar, çekişmeler, kavgalar, krizler sebebiyle uzunca bir süre ihmal ettiği demokratik ve ekonomik atılımları bu dönemde hayata geçirmiş olmasıdır. Tabii bu atılımların her biri içeride ve dışarıda çıkarları zarar görenlerin çok büyük direnişleriyle, çok büyük saldırılarıyla karşılaştı. Milletimizin ve onun temsilcisi olan Meclisimizin desteğiyle karşımıza çıkan engelleri birer birer aşarak, hamdolsun bugünlere geldik.

Gelişmelerin bu derece hızlanmasının ikinci sebebi; dünyanın geldiği yeni yol ayrımıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında galipler tarafından kurulan siyasi ve ekonomik uluslararası düzen artık her alanda çatırdıyor. Salgın döneminde yaşananlar bu yıkılışın çok daha açık şekilde görünmesini sağlamıştır. Birleşmiş Milletler’den başlayarak mevcut küresel düzenin tüm insanlığı kucaklayacak şekilde işleyişinden sorumlu kurumların hemen tamamı tıkanmıştır.

Dünyanın karşılaştığı yeni sınamalar, yeni krizler, yeni ihtiyaçlar karşısında etkisiz kalan bu kurumlar kırılganlığı daha da arttırıyor. Gelişmiş denen ülkelerin gerçek bir kriz durumunda kendi vatandaşlarına dahi hayırlarının dokunamadığı görülmüştür. Velhasıl koskoca yerkürenin bir avuç muhterisin ipoteği altına alındığı bu çarpık düzenin aynı şekilde devam etme şansı kalmamıştır. Bir süredir her platformda dile getirdiğimiz “Dünya beşten büyüktür” tespiti işte bu gerçeğin ifadesidir. Ya mevcut kurumlar güvenliği, istikrarı ve refahı insanlığın tamamına yansıtacak şekilde yeniden yapılanacak, ya da bu ihtiyacı karşılayacak yeni kurumlar inşa edilecek.

Biz her şeye rağmen mevcut kurumların hakkaniyete uygun şekilde yeniden yapılanmasıyla bu ihtiyacın karşılanabileceğini düşünüyoruz. Küresel düzenin işleyişinin değişmesi gerektiği tespitimizi ilk söylediğimizde konuya mesafeli yaklaşanlar bulunuyordu. Salgın sürecinde ortaya çıkan tablonun ardından bu kesimlerin de bize destek vermeye başladıklarını görüyoruz. Burada bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Dünyanın doğusu ve batısıyla, kuzeyi ve güneyiyle her köşesinin güvenliğe ihtiyacı vardır. Dünyanın nerede yaşarsa yaşasın tüm insanların huzuruna ihtiyacı vardır. Dünyanın herkese yetecek kaynaklarının adaletli şekilde dağılımına ihtiyacı vardır. Dünyanın Rabbimizin bize emaneti olan havasının, suyunun, ağacının, tüm güzelliklerinin korunmaya ihtiyacı vardır. Bunları sağlayacak bir küresel yönetim düzeni kurmamız şarttır. Aksi takdirde dünyanın dört bir yanında ucu gelişmiş ülkelere de dokunacak şekilde çatışmaların, acıların, zulümlerin, yağmaların yeniden başlaması kaçınılmaz hale gelecektir.

Türkiye olarak insanlığı işte böyle bir tehditten kurtaracak çözümleri gündeme getirmenin, tartışmanın ve inşallah neticeye ulaştırmanın gayreti içindeyiz. Bu çerçevede Meclisimizin de üzerine düşenleri bihakkın yerine getirdiğini görmekten memnuniyet duyuyoruz.

Değerli Milletvekilleri,

Ülke olarak küresel krizlerin en çok yaşandığı coğrafyanın tam merkezinde yer alıyoruz. Balkanlar’da yaklaşık 30 yıl önce yaşanan trajik katliamların ve çatışmaların izleri hâlâ tazedir. Bölgenin kalıcı barışa ve huzura kavuşamadığı da ortadadır.

Karadeniz’de Kırım’ın işgaliyle başlayan kriz her an yeniden tırmanma potansiyeline sahiptir.

Kafkasya, her karış toprağıyla yeni çatışma potansiyelini bünyesinde barındıran bir kriz alanı olma vasfını sürdürüyor. Nitekim Dağlık Karabağ’ı işgal eden Ermenilerin Azerbaycan’a saldırısıyla başlayan çatışmalar bunun en somut örneğidir. Burada bir kez daha Azerbaycanlı kardeşlerimizin işgal altındaki topraklarını kurtarma ve vatanlarını koruma mücadelelerinde yanlarında olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Özellikle Minsk Üçlüsü denilen Amerika, Rusya, Fransa ve bunların hâlâ 30 yıla yakın zamandır bu sorunu ihmal ettikleri için bugünlere yansıyan bu olumsuz gelişmeler karşısında ateşkes arayışı içinde bulunmaları her şeyden önce kabul edilebilir bir şey değildir. Bir şey mi isteniyor? O zaman işgalcilerin bu topraklardan çıkmaları gerekir ki, burada bir çözüme ulaşılsın.

Bir milyon kilometrekarelik alandan evet ayrılmış olan Azeri kardeşlerimiz şu anda topraklarına dönecekleri günü bekliyor, onun hasreti içerisindeler, buna kimse yanaşmıyor önce bir defa bunu masaya bir yatıralım. Bunları biz Sayın Putin’le görüştük, Sayın Macron’la da görüştük, ama hep oturdular, konuştular, netice yok. İşte şimdi netice zamanı ve Azeri kardeşlerimiz de kendi göbeklerini kesmenin adımını attılar. Ermenilerin kadim Azerbaycan toprağa Karabağ’ı işgaline ve gerçekleştirdikleri sivil katliamlarına karşı kör, sağır, dilsiz kalanların bugün sergiledikleri tavır da ikiyüzlülüktür. İşgalcilere sessiz kalıp vatanlarını savunanları ve onların yanında yer alanları suçlayanların sözünün bizim nezdimizde kıymeti yoktur.

Türkiye olarak kendimizi iki devlet, tek millet olarak gördüğümüz Azerbaycanlı kardeşlerimize tüm imkânlarımızla ve tüm kalbimizle destek vermeyi sürdüreceğiz. Karabağ’ın işgal edildiği dönemde rahmetli Abdürrahim Karakoç’un şu dizelerinde dile getirdiği hissiyatı bugün adeta canlı olarak yaşıyoruz.

“Böyle geldi, böyle gitmez bu oyun!
Zalimleri iflah etmez bu oyun!
Umdukları gibi bitmez bu oyun!
Mazlumun ekmeği, tuzu bizdedir,
Sizdeki yaranın özü bizdedir.”

Evet, zalimleri iflah etmeyen bu alçak oyun inşallah bozuluyor. Bu bölgedeki kalıcı barışın yolu Ermenilerin işgal ettikleri her karış Azerbaycan toprağından geri çekilmelerinden geçiyor. Ermenistan yönetimini her şeyi bir kenara bırakıp ısrarla Türkiye’ye iftira atma gayreti de kurtaramayacak. Bu haydut devlete destek verenleri kendilerine insanlığın ortak vicdanı önünde hesap sorulacağı konusunda ikaz ediyorum. Rabbim Azerbaycanlı kardeşlerimizin yar ve yardımcısı olsun. Bu mücadelede şehit düşenlere Allah’tan rahmet, yaralılara Allah’tan şifalar diliyorum.

Değerli Kardeşlerim,

Kriz haritasına biraz daha güneye inerek bakmaya devam ettiğimizde karşımıza Körfez Bölgesi çıkıyor. İran-Irak savaşından Kuveyt’in işgaline, Yemen’deki çatışmalardan, Katar’a yönelik tehditlere kadar pek çok sorunla boğuşan Körfez Bölgesi halen kaynamaya devam ediyor. Bu vesileyle önceki gün hayatını kaybeden bölgenin aklıselim ve sağduyu sahibi yöneticilerinden biri olarak gördüğümüz Kuveyt Emiri El-Ahmed El-Cabir El-Sabah’a Allah’tan rahmet diliyorum. Merhum El-Sabah’ın aksine kimi bölge ülkelerinin yöneticilerinin kendilerini inkâr edercesine yürüttükleri akılla, mantıkla, insafla, vicdanla uyuşmayan politikalar krizi daha da derinleştiriyor.

Bu ülkelerin bir kısmı gerçekleri dile getirdiğimiz, mazlumun ve hakkaniyetin yanında yer aldığımız için bizi hedef alıyor. Unutulmamalıdır ki söz konusu ülkeler dün yoktu, yarın da muhtemelen olmayacaklar, ama biz Allah’ın izniyle bu coğrafyada ilelebet bayrağımızı dalgalandırmayı sürdüreceğiz. Irak’ta Körfez Savaşı’ndan beri süren istikrarsızlıklar en çok ülkemize zarar vermiştir. Bölücü terör örgütü yıllarca Irak’ın sınırımıza yakın bölgelerini üs olarak kullanıp ülkemizde kanlı eylemler yapmıştır. Son dönemde terör tehdidini kaynağında kurutma stratejimiz çerçevesinde Irak sınırındaki örgüt yuvalarını birer birer ortadan kaldırıyoruz. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin de rahatsız olduğu bu fitne çukurlarını tamamen bitirene kadar operasyonlarımız sürecektir.

Bağdat yönetiminin Türkmen kardeşlerimizin de haklarını gözetecek şekilde bir an önce ülkede siyasi birliği ve toprak bütünlüğünü sağlaması en büyük temennimizdir. Bölgemizde 10. yılına ulaşan Suriye krizi hiç şüphesiz coğrafyamızın en trajik, en kanlı, en acı meselesidir. Üstelik bu meselenin her boyutu bizi çok yakından ilgilendiriyor. Öncelikle bu ülkeyle 911 kilometrelik bir sınıra sahibiz. Sınırın her iki yanında yaşayan halklar binlerce yıllık bir ortak geçmişi paylaşıyor. Bu köklü geçmişin beraberinde getirdiği çok geniş ve derin insani, kültürel, sosyal ve hatta ekonomik ilişkiler var. Türkiye’nin 40 yıllık terörle mücadelesinde de Suriye her zaman kritik bir konumda yer almıştır. Üstelik ülkenin istikrarsızlaştığı son 10 yılda burada en etkili terör örgütleri DEAŞ ve PKK, YPG olmuş ve bunu hâlâ dirayetle sürdürmeye gayret ediyor. Suriye’deki zulüm ve savaştan kaçan 4 milyona yakın insanı şehirlerimizde biz misafir ediyoruz. Aynı şekilde Suriye içindeki 4 milyon mazlumun ihtiyaçlarını da yine biz karşılıyoruz. Dünyada Suriye meselesine her boyutuyla müdahil olma hakkına sahip bir ülke varsa o da Türkiye’dir. Her kim Türkiye’nin Suriye’de ne işi var diyorsa, ya bölgeyi ve tarihini bilmiyordur ya da kafasında başka hesaplar yapıyordur. Türkiye, Suriye’de ülkenin siyasi birliği ve toprağı bütünlüğü vesaire temelinde bir çözüm bulunana kadar sınırlarını güvenlik altına almak için her yolu ve yöntemi kullanmayı sürdürecektir.

Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı Harekâtlarımızı bu amaçla gerçekleştirdik, İdlib’de de bu amaçla bulunuyoruz. Sınırlarımızı terör örgütlerine ve onları maşa olarak kullananlara teslim etmedik, etmeyeceğiz. Güvenli hale getirdiğimiz bölgeler dışında kalıp da halen ülkemize ve kardeşlerimize yönelik saldırıların kaynağı durumundaki her yerde son teröristi de imha edene kadar harekâtlarımızı sürdüreceğiz. Lafa gelince hümanizmi, insan haklarını, ötekine saygıyı dillerinden düşürmeyenlerin sırtlarını döndükleri, ülkelerine sokmamak için her yolu denedikleri mazlumlara sahip çıkmayı biz sürdüreceğiz. Avrupa Parlamentosu’nda Avrupa’daki 100 binin üzerindeki kayıp mülteci çocuk konusunu gündeme getiren yine ülkemizden bir milletvekilimiz olmuştur. Suriyeli sığınmacıların iaşe, ibate ve barınması için ülkemize burası çok önemli; 3 milyar Euro, artı 3 milyar Euro sözü veren, sonra kırk dereden su getirerek, bunun çoğunun üzerine yatan yine Avrupa Birliği olmuştur. Ve birde doğru konuşmuyorlar, dürüst değiller. Biz onlara her şeyi rakamlarıyla söylüyoruz. İspat mı istiyorsunuz? Buyurun yaptığımız yatırımları gelin yerinde görün, ama işine gelmiyor. Kendi güvenlik ve refah kaygılarıyla insanlığın asgari şartlarını dahi bir kenara bırakanlardan ülkemizin gösterdiği erdemli tavrı anlamalarını beklemiyoruz. Bugüne kadar 411 bin Suriyelinin gönüllü ve güvenli bir şekilde evlerine dönmesi ülkemizin doğru olanı yaptığını gösteriyor. Suriye’deki krize siyasi çözüm bulunması için uluslararası platformlarda yürütülen çabaların da en etkin destekçisi Türkiye’dir. İnşallah o gün gelene kadar hem sınırlarımızı korumayı hem mazlumlara sahip çıkmayı sürdüreceğiz.

Değerli Milletvekilleri,

Doğu Akdeniz’deki gelişmeler Türkiye’nin son birkaç asırda denizlerde verdiği en önemli mücadeledir. Bu yıl 482’nci yıl dönümüne ulaştığımız Preveze Deniz Zaferi’yle Akdeniz’de kurduğumuz hâkimiyet sayesinde bölgeye asırlarca barış hâkim olmuştu. Yeniden diriliş destanımızın yazıldığı Çanakkale Harbi’nde karada olduğu gibi denizde de büyük zaferler kazanmıştık. Barbaros Hayrettin Paşa’nın ve diğer kahramanların bıraktığı barış mirasına sahip çıkmak bu ülkenin her evladının boynunun borcudur. Türkiye olarak Akdeniz’de çatışma, gerilim, haksızlık, hukuksuzluk peşinde asla değiliz. Tek talebimiz, ülkemizin haklarına, hukukuna, çıkarlarına saygı gösterilmesidir. Akdeniz’deki siyasi ve ekonomik potansiyelin paylaşımıyla ilgili anlaşmazlıkların hakkaniyet temelinde çözülmesi öncelikli tercihimizdir. Ancak Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin 2003 yılından beri ortaya koydukları tavır maalesef bu ülkenin çok uzağındadır. Avrupa Birliği ise Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin şımarıklıklarının esiri olarak etkisiz, ufuksuz, sığ bir yapı haline dönüşmüştür. Bölgemizde ortaya çıkmış olup da Avrupa Birliği’nin inisiyatifi ve ağırlığı ile çözüme kavuşmuş tek bir sorun yoktur. Tam tersine birliğin müdahil olduğu her kriz yeni boyutlar kazanarak büyümüştür. Bu tablo karşısında Türkiye’nin önünde kendi imkânları ve politikalarını kararlılıkla hayata geçirme dışında bir seçenek kalmamıştır. Libya ile yaptığımız anlaşma ülkemizi Akdeniz’de tamamen tasfiye girişimlerine verdiğimiz cevaplardan sadece bir tanesidir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını korumak için başlattığımız çalışmaları bu anlaşmayla çok daha geniş bir alana yayma imkânı bulduk. Yıllardır bölgede ülkemizi yok sayarak bizi sahillerimize hapsedecek haritalar ve taleplerle kaşımıza çıkanlar, attığımız adımların ardından önce tehdit ve şantaj dilini denediler.

Türkiye’nin siyasi ve diplomatik gücü yanında kahraman ordumuzun kara, deniz ve hava unsurları ve istihbaratıyla desteklediği kararlı duruşu karşısında ise diyalog yönetimini kabul etmek mecburiyetinde kaldılar. Özellikle Almanya’nın yoğun çabalarıyla gelinen bu noktada meseleyi görüşmeler vasıtasıyla çözmek de, gerilimi yeniden tırmandırmak da, hatta iş o raddeye gelirse çatışma çıkarmak da karşımızdaki tercihidir. Biz diyalog kanallarını açık tutan kararlı duruşumuzu sonuna kadar koruyacağız.

Çatışmaların arttığı bir dünyada barış için Türkiye kadar mücadele eden, Türkiye kadar fedakârlık yapan acaba kaç ülke vardır? Dünyanın en büyük ekonomisi olmadığımız halde insani yardımlarda ilk sırada yer almamamız bunun ispatı değil midir? Sınırlarımızdaki güvenlik risklerine ve ekonomik yüküne rağmen dünyanın en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülkesi olmamız bunun ispatı değil midir? Birleşmiş Milletler’den İslam İşbirliği Teşkilatı’na kadar her platformda gücümüzü ve inisiyatiflerimizi hep arabuluculuktan yana kullanmamız bunun ispatı değil midir? Bu gerçekler ışığında Avrupa Birliği ve komşularımız başta olmak üzere tüm ülkeleri Türkiye’nin verdiği güvenlik ve barış mücadelesini desteklemeye, en azından bu mücadeleye saygı duymaya davet ediyoruz.

Ülkemizin ve milletimizin hassasiyetle takip ettiği bir diğer kriz de İsrail’in Filistinlilere yaptığı zulüm ve Kudüs’ün mahremiyetini hiçe sayan fütursuz uygulamalarıdır.

Burada şu hususun altına özellikle çizmekte fayda görüyorum: Kudüs meselesi bizim için sıradan bir jeopolitik sorun değildir. Her şeyden önce Kudüs’ün kalbi olan eski şehrin şu andaki fiziki görünümü surlarıyla, çarşısıyla, pek çok binasıyla Kanuni Sultan Süleyman tarafından inşa ettirilmiştir. Ecdadımız asırlar boyunca bu şehri el üstünde tutup, mamur ederek hürmetini göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda gözyaşları içinde terk etmek zorunda kaldığımız bu şehirde hâlâ Osmanlı’nın direniş izlerine rastlamak mümkündür, yani Kudüs bizim şehrimizdir, bizden bir şehirdir.

İlk kıblemiz Kudüs’teki El Aksa ve Kubbetü’s Sahra da inancımızın sembol mescitleridir. Ayrıca bu şehir Hıristiyanlığın ve Museviliğin kutsal mekânlarına da ev sahipliği yapıyor. Kudüs’ün ve bölgenin binlerce yıllık sakinleri olan Filistin halkının topraklarının işgal edilmiş, hak ve hukuklarının çiğnenmiş olması da bu meseleyle yakından ilgilenmemizi gerektiriyor.

Asırlarca birlikte yaşadığımız mazlum Filistin halkının her platformda haklarını dile getirmeyi ülkemiz ve milletimiz adına bir şeref kabul ediyoruz. Bu anlayışla hem küresel vicdanın kanayan yarası Filistin davasının, hem de Kudüs davasının sonuna kadar takipçisi olacağız.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’nin Gezi Olaylarıyla başlayan yoğun saldırı sürecinde en çok hedef alınan unsurlarından biri de malum ekonomidir. Son olarak 2018 Ağustos’unda kur üzerinden ekonomimize kurulan tuzağı bir kez daha bozarak, 2019 yılında oldukça güçlü bir görünüme kavuşmuştuk. Nitekim geçtiğimiz yıl cari işlemler dengesi 8,8 milyar dolar fazla verdi, enflasyon yüzde 11,8’e geriledi, bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 3’ün altına indi. Yine 2019’da 181 milyar doları bulan ihracatımız da dünyanın 50 ülkesi arasında ihracat büyümesi bakımından 6’ncı sırada yer aldık, böylece dünya ihracatındaki payımızı da yüzde 1’e yaklaştırmış olduk.

Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen yıllık büyüme oranını yüzde 1’e yakın bir seviyede tuttuğumuz 2019 yılının ardından 2020’ye büyük umutlarla başladık. Bu yılın ilk çeyreğinde elde ettiğimiz yüzde 4,4 oranındaki büyüme oranı, hedeflerimize doğru kararlılıkla ilerlediğimizin işaretiydi. Dünyanın tamamıyla birlikte ülkemizi de etkisi altına alan koronavirüs salgınına işte böyle bir iklimde yakalandık. Salgın sürecinde elbette önceliğimiz milletimizin sağlığını korumaktı. Bunun yanında açıkladığımız destek paketleriyle ekonomimizin salgından en az hasarla çıkmasını temin etmeye çalıştık. Bugüne kadar açıkladığımız desteklerin ve paketlerin toplam ekonomik büyüklüğü 495 milyar lirayı, yani milli gelirimizin yaklaşık yüzde 10’unu bulmuştur. Sosyal koruma kalkanı çatısı altında milletimize ve ekonomimize 35 milyar lirayı aşkın karşılıksız ödeme yaptık. Bu kapsamda kısa çalışma ödeneği yoluyla bugüne kadar 19 milyar liraya yakın kaynağı doğrudan çalışanlarımıza aktardık. İstihdamı korumak için devreye aldığımız nakdi ücret desteği için 4,5 milyar liraya yakın bir kaynak kullandık. İşsizlik ödeneğini de aktif şekilde değerlendirerek, 3,6 milyar liralık bir desteği halkımızın istifadesine sunduk. Ertelediğimiz SGK ve BAĞ-KUR ödemeleri 40 milyar lirayı bulurken, vergi ödemeleri de 30 milyar liraya yaklaştı. Vergi indirimleri, mücbir sebep uygulamaları, Kredi Garanti Fonu limit artımı gibi yöntemlerle ekonomimize destek olduk. Kamu bankalarını teşvik ederek, 267 milyar liranın üzerinde bir finansmanın ekonomimize aktarılmasını sağladık. Bireysel ihtiyaç desteği, esnaf desteği, işe devam desteği, kurumsal ve bireysel kredi ertelemesi gibi yöntemlerle her kesimin finansman ihtiyacının giderilmesini temin ettik.

Yılın ikinci çeyreğinde yaşanan yüzde 9.9’luk eksi büyüme elbette üzüntü vericidir. Ancak, genel tablo itibariyle bakıldığında Türkiye OECD ve Avrupa Birliği ortalamalarının çok altında bir daralmayla bu süreci geride bırakmıştır. Üçüncü çeyrekle ilgili tüm öncü göstergeler hamdolsun ekonominin hızla toparlandığına ve kayıpların kısa sürede telafi edileceğine işaret ediyor. Açıklanan her endeks ve veri bu tabloyu destekliyor ve ileriye taşıyor.

Salgının dünya ekonomisinde yol açtığı dış talep daralmasına rağmen Eylül ihracatımız geçen yılın aynı ayına göre 4,8 artarak 16 milyar doları aşmıştır. Bunun Cumhuriyetin özellikle tarihindeki en büyük Eylül ayı ihracat rakamı olduğunu da özellikle belirtmek istiyorum.

Amacımız V tipi bir toparlanmayı sağlayıp bu yılı artı büyümede kapatmaktır. Önümüzdeki yıl için belirlediğimiz büyüme oranı ise yüzde 5,8’dir, esasen biz daha büyük bir büyüme gerçekleşeceğine inanmamıza rağmen beklentiyi ihtiyatlı bir düzeyde tutmayı tercih ettik.

Türk ekonomisi yaşadığı bunca saldırının ve şokun ardından kırılganlıklara karşı daha dayanıklı, krizlere karşı daha hazırlıklı bir yapıya kavuşmuştur. Gelişmiş ülkeler dâhil pek çok devlet salgın döneminde sağlık hizmetlerinden başlayan sarsıntının tüm ekonomilerine ve yeni yönetim sistemlerine sirayet etmesine engel olamamıştır. Türkiye ise tüm bu alanlarda gösterdiği olumlu yönde bir ayrışmayla bölgesinin ve dünyanın yükselen yıldızı konumuna gelmiştir.

OECD, Türk ekonomisini dünyada salgından en az etkilenen üçüncü ekonomi olarak göstermiştir. Bütçe açığındaki kısmi artış gibi olumsuzluk konusunda dahi gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden daha iyi durumdayız.

Dünya Bankası’nın iş yapma kolaylığı endeksinde 10 basamak birden yükselerek 33. sıraya çıkmamız yapısal reformlarımızın başarısını gösteriyor.

Önümüzdeki 3 yıllık dönemi kapsayan yeni ekonomi programını, yenilikçi, yüksek katma değerli, ihracat odaklı ve kapsayıcı bir kalkınma modeli üzerinde inşa ettik. İnşallah Türkiye’yi her alanda olduğu gibi ekonomide de 2023 hedeflerimize ulaştıracağız.

Değerli Milletvekilleri,

Çin’de başlayan ve kısa sürede dünyaya yayılan kovid-19 hastalığının henüz kesin bir tedavisi bulunamamıştır. Aşı çalışmaları belirli bir seviyeye gelmiş olmakla birlikte, insanlığın tamamını kuşatacak altyapının kurulması için vakte ihtiyaç olduğu açıktır. Türkiye diğer ülkelerdeki aşı çalışmalarını yakından takip etmenin yanında kendi aşısını üretme konusunda da yoğun bir gayret içindedir.

Dünyadaki diğer ülkelerin salgınla mücadele yöntemlerine baktığımızda, Türkiye’nin bunların çoğunun önünde olduğunu görüyoruz. Tabii bu olumlu tabloda son 18 yılda sağlık alanında gerçekleştirdiğimiz büyük dönüşümün ve inşa ettiğimiz altyapının çok büyük katkısı vardır. Sadece salgının ülkemize sıçradığı Mart ayından bu yana hizmete açtığımız hastanelerin yatak kapasitesi 15 bini geçmiştir. İnşallah yarın Konya’da Şehir Hastanemizin resmi açılışını yaparak, sağlıktaki bu güzel tabloyu bir adım daha ileriye taşıyacağız.

Sağlık çalışanlarımızın sayısı da 1 milyon 100 bin ile kamudaki en büyük istihdam oranına ulaşmıştır. Şayet Türkiye sağlık sistemini ve kapasitesini bu denli geliştirmemiş olsaydı, Allah göstermesin, bu salgının altında kalabilirdik.

Bu vesileyle, salgın sürecinde fedakârlıkla görev yapan sağlık çalışanlarımıza bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Ve yine bu süreçte ebediyete irtihal eden sağlık çalışanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Devlet ve millet el ele vererek inşallah bu musibetinden de üstesinden geleceğiz.

Salgınla mücadele ederken kendi vatandaşlarımıza sunduğumuz hizmetleri kesintisiz sürdürmenin yanında, 153 farklı ülkenin ve 8 uluslararası kuruluşun destek çağrısına Türkiye olarak biz cevap verdik. Ayrıca, dünyanın 141 farklı ülkesinde geçici süreyle bulunan 100 bini aşkın vatandaşımızı kurduğumuz hava, kara ve deniz köprüleriyle ülkemize getirdik. Bunun yanında 67 farklı ülkeden 5500 yabancının da ülkelerine dönebilmelerini sağladık.

Gelişmiş ülkelerin dahi vatandaşlarını kendi hallerine terk ettiği salgın döneminde, Türkiye içeride ve dışarıda gerçekten erdemli bir duruş ortaya koymuştur. Ne ülkemiz ne de dünya henüz salgının önüne tamamen geçebilmiş değildir. Ülkemizde vakitlice aldığımız tedbirler ve geliştirdiğimiz etkin tedavi protokolleri sayesinde süreç kontrol altında tutulabilmiştir. Salgının doğal yolla veya ilaç tedavisiyle tehdit olmaktan çıkacağı güne kadar bu mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdüreceğiz. Hâlâ en büyük ve etkili salgınla mücadele tedbirimiz TAMAM diye ifade ettiğimiz temizlik, maske, mesafe unsurlarıdır. İnşallah bu virüsü hep birlikte yenecek hep birlikte el ele, kol kola, sağlıklı, huzurlu, müreffeh esenlik dolu bir geleceğe yürümeyi sürdüreceğiz.

Bu duygularla bir kez daha Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 27. Dönem 4. Yasama Yılı’nın ülkemize, milletimize, milletvekillerimize hayırlı olmasını diliyorum. Sizlere Meclis çalışmalarında kolaylıklar temenni ediyorum.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum, kalın sağlıcakla.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *