Filistin davasının anlamı değişti, peki bu şaşkınlık neden?

Filistin davasının anlamı değişti, peki bu şaşkınlık neden?

Filistin meselesinin taşıdığı anlamın değişmesi neden bu kadar şaşkınlığa neden oluyor? Halbuki azımsanmayacak kadar çok gelişme buna zemin hazırlamıştır…

Hazım Sağıye / Şarku’l Avsat

Maşrık (Ortadoğu Arap dünyası), birbirini izleyen fırtınalar şeklini alan dönüşümler yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. 20 yıldan az bir süre içinde Irak ve Suriye tamamen değişti ve şimdi de nitelikli bir değişim Lübnan’ı kasıp kavuruyor. Bu değişimlerin çok azı olumlu, çoğu olumsuzdu. Üçüncü bir grup ise hala gizemini koruyor.

Yasadışı iddialar ve gerekçeler, mebzul miktarda yalanlarla ABD, 2003 yılında Irak’ta Saddam Hüseyin’i devirdi. Diktatör, 1968’den beri cumhurbaşkanı yardımcısı ve 1979’tan beri de cumhurbaşkanı olarak ülkeyi yönettiği yıllardan sonra kolayca yıkıldı.

Siyasi demokrasiye, otoriter devletin görünürde engellerken gizliden şiddetlendirdiği mezhepçi çürümüşlükteki patlama eşlik etti.

İran, mezhepçi milis grupları aracılığıyla Irak’ta aslan payını eline geçirdi.

Şimdi de bambaşka bir Irak ile karşı karşıyayız. Başbakan Mustafa el-Kazimi’nin ülkeyi aslanın ağzından kurtarma çabası hala test aşamasında, başarılı olabilir veya olmayabilir ama her iki durumda da Irak alışık olduğumuz gibi olmayacak. Sünnilerin Şiiler, Kürtlerin merkezi hükümet ile ilişkileri, tüm bileşenlerin birbirleriyle ilişkileri artık eskisi gibi olmayacak. Aynı şey Irak’ın komşuları özellikle de İran ile ilişkileri için de geçerli.

Suriye, devrim özellikle de karşı devrim nedeniyle başka bir ülkeye dönüştü. Demografisi, içerideki mezhepsel ilişkileri değişti. Sınıf haritası ve yaş dağılımı niteliksel olarak farklılaştı.

Buna ek olarak gazetecilik dilinde çokça belirtildiği gibi Suriye; bölgesel bir aktörden her türden işgaller ve müdahalelerle dolu bir oyun sahasına dönüştü.

Lübnan da arabuluculuk işlevini ve orta sınıfını kaybetti. Kadrolarını, eğitimli kesimini ve genç enerjisini de yavaş yavaş kaybediyor. Merkez Bankası ve Beyrut Limanı iki genişleme sembolünden daralma hatta ölüm sembolüne dönüştüler. Mezhepsel ilişkiler kaynıyor. Ufukta herhangi bir alternatifi görülmezken mezhepçi sistemi bir çürüme kapladı. Arap dünyasının moderniteye açılan penceresi neredeyse tamamen kapanmak üzere. Buna ek olarak, çağdaş Arap yaşamının diğer sütunlarının da rol ve işlevleri değişti.

Din, fikir ve değerler dünyasında Sünni-Şii çatışması daha önce görülmemiş bir şekilde patlak verdi. DEAŞ yükseldi ve iki ülkenin sınırları içinde kendi devletini deklare etti, ardından yıkıldı. İslam’ı çoğunluğun dini, politikaların ve bağlantıların kaynağı olarak ele incelemeler, öncekinden farklı bir boyut aldı.

Ekonomi ve para dünyasında, olumlu ve olumsuz büyük roller oynayan petrolün konumu son 5 yılda değişti. Oysa geçmişte Maşrık bölgesi ülkelerinin sınıfsal haritasını hep petrol çizmiş ya da buna büyük ölçüde katkıda bulunmuştu. Muhafazakar eğilimler kadar devrimci eğilimler de bundan faydalanmıştı.

Stratejik konum açısından, bölgenin Asya, Afrika ve Avrupa arasındaki konumu, öneminin en büyük nedeniydi. Şimdi ise Batı’da, Asya ve Pasifik’e doğru yönelim ağır basıyor ve Ortadoğu temel öneminin büyük bir bölümünü kaybediyor.

On milyonları etkileyen tüm bu dev değişkenler arasında, buradaki değişiklik en çok beklenen olay olmasına rağmen, Filistin meselesinin taşıdığı anlamın değişmesi neden bu kadar şaşkınlığa neden oluyor? Halbuki azımsanmayacak kadar çok gelişme buna zemin hazırlamıştır ki bunların en önemlilerini şu şekilde sıralayabiliriz;

1967 Arap-İsrail Savaşından sonra “işgal altındaki toprakları geri almak” söyleminin yerini Filistin’i kurtarma sloganı aldı.

1970’de Ürdün’de iç savaş yaşandı.

1973’te Arapların savaş kapasitesinin maksimum sınırı ortaya çıktı.

1974’te Filistin Ulusal Konseyi “On Maddelik Programı” nı kabul etti ve kurtarılmış herhangi bir Filistin toprağı üzerinde ulusal bir otorite kurulması çağrısında bulundu.

1975’te Lübnan iç savaşı patlak verdi.

1978-79’da Mısır, Camp David Anlaşmasını imzalayarak Arap-İsrail çatışmasından ayrıldı.

1982’de yalnız bırakılan Lübnan İsrail tarafından işgal edildi. Seksenli yıllar boyunca Hafız Esed,  Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) yönelik bir yok etme savaşı sürdürdü.

1990-1991 yılında, FKÖ Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin’i desteklediği için Filistin-Körfez uzaklaşması yaşandı. Öte yandan Sovyetler Birliği ve bloğunun yıkılması, uluslararası destek kaynaklarını kuruttu.

1993’te FKÖ Oslo Anlaşması’nı imzaladı.

1994’te Ürdün Araba Vadisi Anlaşması’nı imzaladı. Arafat ile Barak arasındaki müzakerelerin çökmesiyle 2000’de birincisinin aksine şiddeti seçen İkinci İntifada patlak verdi.

İsrail, Filistin Ulusal Otoritesi’nin inşa ettiği altyapının büyük bir bölümünü tahrip etti.

2007’de Batı Şeria ile Gazze arasında önce çatışma ardından da ayrılık yaşandı.

Gazze peş peşe 2008, 2012 ve 2014’te sanki sadece kendisi ile İsrail arasındaymış görünen savaşlara sahne oldu.

Bu arada, biri Batı Şeria’daki yolsuz diğeri Gazze’de geri kalmış olmak üzere iki Filistin modeli ortaya çıktı. Bu iki modelden her biri, kendi yöntemiyle Filistin davasını yoksullaştırdı. Daha sonra peş peşe yaşanmaya başlayan Arap devrimleri, Filistin meselesiyle alakasız veya alakası zayıf olan ülkelerin vatanseverlik endişelerini ortaya çıkardı.

Buna paralel olarak, İran hızla Filistin davasına el koymaya başladı. Bu, 2006 savaşında Lübnan topraklarında ve Lübnanlı ellerle yürütülen İran-İsrail savaşı ile zirveye ulaştı. Birçoklarına göre İran’ın yayılmacılığı, İsrail kaynaklı tehlikeleri ikinci hatta üçüncü sıraya itti.

Bu uzun süreçte Filistinliler hep ezilenler ve haksızlığa uğrayanlar olarak kalırken zalimler, başta İsrail olmak üzere (ama tekelinde olmadan) birçok tarafı içeriyordu.

Bu uzun süreli düşüşü takip eden akıllılar ve öyle de kalmak isteyenler, bu sonuca şaşırmazlar.

Elbette üzülürler fakat asıl şaşırsalardı, şaşırtıcı olurdu.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *