Nesnellik ve objektiflik adına, “aklımız” başka yöne; subjektiflik ve müslümanlık adına, “kâlbimiz” başka yöne çekiyor bizi! Sahte ve yapay gerçeklikler üreten bir şizofren veya kişilik bölünmesi yaşayan, çaresiz bir hastaya benziyor durumumuz!…
Ayhan Küflüoğlu
1600 – 1700’lü yıllarda “Rönesans – Reform – Aydınlanma” üçgeninde sistemleşen ve bunun üçüncü saçayağını oluşturup, günümüzde de anaakım devam eden, mevcut “Bilimsellik Epistemolojisi” ise; tüm “inançlar”a, bilgi’nin, tarafsızlık ve objektivitesini bozan bir “virüs” muâmelesi yaptığı için; kendisini inançlardan ‘arındırarak’; “inançsızlık” tarafına geçmiştir!
Durum bu olduğu hâlde; doğru bilinen bir yanlış olarak, çoğumuz “Bilim/sellik”in; evren hakkında bizlere; “tarafsız ve objektif, olgusal ve nesnel”, yani “nötr” bilgi verdiğine inanıyoruz!
Halbuki: “İnanıp – inanmamak”tan bağımsız ve ayrı ve bu iki şıkka tarafsız ve eşit mesafeden bakabilen; yani nötr ve objektif bir “bilgi biçimi” ve “ifade biçimi”, mümkün değildir. Çünkü: İncelediğimiz birşeye; ya “Yaratıcı ve yöneticisi var(mış)” gibi veya “yok(muş)” gibi bakabiliriz! Ve başlangıçta seçtiğimiz, bu şıkka göre; gözlem bilgilerimizi ifade ederiz. Çünkü: Dilin mantığı ve Mantığın dili icabı, bu iki şıkkın ortası veya dış gözlem ve koordinat noktası yok! Diğer deyişle: Epistemolojik ve ontolojik açıdan; seçebileceğimiz, gidebileceğimiz, bakabileceğimiz üçüncü bir alternatif, üçüncü bir şık yok!
Din ve coğrafyadan bağımsız olarak tüm dünyaya yayılıp, genelgeçer olmuş “Bilimsellik Epistemolojisi” ise; (güya) “objektif bilgi”ye, “subjektif inancı” karıştırmamak için; “subjektif inançsızlık” tarafına geçmiştir!
Diğer deyişle: “Bilgi”ye, inancı karıştırmamak adına, “var(mış)” şıkkını seçmemiş; (var – yok’un, ortası ve dışı ve üçüncü olasılığı olmadığı için de;) diğer gidebileceği mecburî istikamet olan “yok(muş)” şıkkını işaretlemiştir! Bunun sonucu olarak; evrenden elde ettiği “bilimsel gözlem bilgileri”ni, “Allah yok(muş); varsa ve olsa bile, evrene karışmıyor(muş)” aksiyom ve önkabülüne göre dizayn etmiş; bu bilgileri, “ateist – deist” kontekstte ifade etmeyi tercih etmiştir!
Seçtiği bu şıkkın, “bilim”i götürdüğü diğer zorunlu şık da: Evreni ve evrendeki olayları, bir “ateist ve materyalist, natüralist ve determinist”in gözüyle (ve bu “inanç/sızlık’lar” sanki doğru ve sanki bilimsel olarak gözlenip – ispatlanmış gibi!); anlatmak olmuştur! Yani: Evrenden elde ettiği “bilimsel bilgi” ve “bunların ifadesi”ni; bu inanç/sızlık’larla uyumlu ve sanki bunlar, doğru ve ispatlanmış gibi; (bu algı ve altmesajı verecek şekilde; bu ateist kontekst ve bağlam, bu altzemin ve arkafonda) dizayn etmesi olmuştur!
Elhasıl: Bilimsellik Epistemolojisi; sanki bir öcüymüş gibi, ‘inançlardan kaçayım’ derken; ‘inançsızlığın’kucağına düşmüş! Güya; ‘tüm inançlardan bağımsız ve ayrı, nötr bilgi vereceğim’ derken; “ateist – deist ve materyalist, natüralist ve determinist” felsefe ve inanç/sızlık’ların; lojistik destekçisi durumuna düşmüştür!
Yazının Özeti:
Hepimiz “Bilimsellik” sihriyle, hipnotize edilip, büyülenmişiz! Daha dünyaya gözümüzü açar açmaz; evde, okulda, anaokulunda, televizyon ve internette; milyarlarca kez tekrar ve telkin edilen “bilinçaltı”(subliminâl) mesajlarla; zihnimiz, çoktan formatlanıp, kodlanmış ve programlanmış!…
Tabiri caizse; aklımız, güya “nesnel ve objektif bilimsellik” diyerek; (inancımızı askıya alarak) “inanmayan bir ateist” gibi, görüyor evreni. Subjektif tarafta olan kalbimiz ise, İslâm’a çağırıyor bizi! Kâinata, bir müslümanın bakış açısıyla bakmamızı, tavsiye ediyor bize.
Bu tavsiyeye uyarak: Bilim’in “tabiî oluşum”undan, İslâm’ın “ilahî yaratılış”ına; bilimin “doğal nesne ve madde”sinden, “ilâhî ihsan ve ni’met”ine; “içgüdü ve sevk-i tabiî”sinden, “sevk-i ilâhî ve ilham”a; “fizik – doğa kanunları”ndan, “ilâhi ilim ve irade”ye… sıçramalar yapıyoruz!
Ne yazık ki; aralarında mantıksal boşluklar bulunan bu kavramlar arasında, “mantıksal köprü ve merdivenler” kurmadan; aralarındaki bu boşluğu kapatmadan; yaptığımız bu atlama – sıçramalarla; güya, böylece “bilimsel bilgi” ile “inancımız” arasındaki mesafeyi kapattığımızı düşünüyoruz!
Hasılı: Nesnellik ve objektiflik adına, “aklımız” başka yöne; subjektiflik ve müslümanlık adına, “kâlbimiz” başka yöne çekiyor bizi! Sahte ve yapay gerçeklikler üreten bir şizofren veya kişilik bölünmesi yaşayan, çaresiz bir hastaya benziyor durumumuz!..
Meselâ: “Yağmur”un, “neden – nasıl”ını anlatan bir bilim ve ders kitabında; “Bu yağmuru kim yağdırıyor?” sorusu, aklımıza bile gelmiyor, gelmez! Çünkü: Çağımız “Bilim/sellik Epistemolojisi”ne göre dizayn edilip; “neden – sonuç kurgu ve şablonu”yla anlatılan, evrenin bilimsel tasvirlerinde; “kim’ sorusuna, zaruret ve ihtiyaç yok(muş)” gibi anlatılır, evrenin hikâyesi!
Zaten; nedenlerin, sonuçları yaptığına inanılan bir evrende; “kim” sorusuna, neden ihtiyaç olsunki! Bir bilgisayar veya makina gibi; “otomatik olarak işleyen neden – sonuç mekanizma ve programlarının (doğa kanunları) olduğu” bir evrende; gözlenen fizikî bir olaya, “fail” aramaya ne gerek var!…
Çünkü: “Bilim/sellik Epistemoloji”sinin zihnimize çizdiği, “determinist ve natüralist” bir evrende; “Tanrı”ya, yapacak bir iş kalmamıştır! Artık O, olsa olsa; sistemi kurup, kuralları belirleyip, programı yükleyip; artık evrenin varlık ve işleyişine karışmayan; bir “İlk Neden Tanrısı” olabilir! (Deizmin Tanrısı!) Fakat bu, şartlı ve kayıtlı bir kabüldür. Çünkü: “Eğer ‘sonsuz evren veya evrenler’ olduğu tespit edilirse; evreni, yok’tan yaratmak için zorunlu olduğunu düşündüğümüz, bu ‘İlk Neden Tanrısı’na da gerek kalmayabilir! Bu Tanrı’ya inanmak için de, mantıksal bir gerekçemiz kalmayabilir!”derler. Yani ifadelerinin bağlamından, mantık ve mefhumundan çıkan anlam ve sonuç bu!
Sözün özü: Bilimsellik Felsefesi’nin; evrendeki fizikî bir olay veya olguyu, “o işi yapan ve yöneten bir fail yokmuş gibi ve buna ihtiyaç da yokmuş gibi;” yani bu algı ve altmesajı verecek şekilde, salt “neden – sonuç şablonu”yla determine edip, anlatması; “bu işin Tanrı’yla ilgisi yok, bu işi Tanrı yapmıyor” demenin, asimetrik ifadesi olmaktadır! (Kulağı, tersi elle göstermek gibi!)
Bilimsel Bilgi’de yüklü ve kodlu, bu algı ve altmesajlar; bir “ateist” veya “deist” için, bir problem teşkil etmez. Hattâ onlar: “Biz de böyle diyoruz zaten! İşte tezimizi; bilim de, bilimsel olarak ispatladı!”diyerek; memnun bile olurlar!
Evet, Bilim’in, güya “bilimsel gözlem bilgisi” diyerek; zihnimize inşa ettiği “Evren senaryosu” ile “İtikadî bilgi”miz arasındaki, boşluk ve çelişkilerin, farkında değiliz! Farkında değiliz, çünkü, “bilimsellik sihri”nin, algı ve zihnimizi teshir etmesi sonucu; bilim’in, “inanıp – inanmamaktan bağımsız ve ayrı ve bu ikisine tarafsız ve objektif” olduğuna inandırılmışız! Bize verdiği “bilimsel bilgiler”in; yüksüz, “nötr bilgi” olduğuna inanmışız!
Çünkü: “İnanıp – inanmamak”tan bağımsız ve ayrı ve bu iki şıkka tarafsız ve eşit mesafeden bakabilen; yani nötr ve objektif bir “bilgi biçimi” ve “ifade biçimi”nin, mümkün olduğunu zannediyoruz! Halbuki, incelediğimiz birşeye; ya “Yaratıcı ve yöneticisi var(mış)” gibi veya “yok(muş)” gibi bakabiliriz. Ve başlangıçta seçtiğimiz, bu şıkka göre; gözlem bilgilerimizi ifade ederiz. Çünkü: Dilin mantığı ve Mantığın dili icabı, bu iki şıkkın ortası veya dış gözlem ve koordinat noktası yok! Diğer deyişle: Epistemolojik ve ontolojik açıdan; seçebileceğimiz, gidebileceğimiz, bakabileceğimiz üçüncü bir alternatif, üçüncü bir şık yok!…
1600 – 1700’lü yıllarda “Rönesans – Reform – Aydınlanma” üçgeninde sistemleşen ve bunun üçüncü saçayağını oluşturup, günümüzde de anaakım devam eden, mevcut “Bilimsellik Epistemolojisi” ise; tüm “inançlar”a, bilgi’nin, tarafsızlık ve objektivitesini bozan bir “virüs” muâmelesi yaptığı için; kendisini inançlardan ‘arındırarak’; “inançsızlık” tarafına geçmiştir!
Güya “objektif bilgi”ye, “subjektif inancı” karıştırmamak için; “subjektif inançsızlık” tarafına geçmiştir! Diğer deyişle: “Bilgi”ye, inancı karıştırmamak adına, “var(mış)” şıkkını seçmemiş; (var – yok’un, ortası ve dışı ve üçüncü olasılığı olmadığı için de;) diğer gidebileceği mecburî istikamet olan “yok(muş)” şıkkını işaretlemiştir! Bunun sonucu olarak; evrenden elde ettiği “bilimsel gözlem bilgileri”ni, “Allah yok(muş); varsa ve olsa bile, evrene karışmıyor(muş)” aksiyom ve önkabülüne göre dizayn etmiş; bu bilgileri, “ateist – deist” kontekstte ifade etmeyi tercih etmiştir!
Seçtiği bu şıkkın, “bilim”i götürdüğü diğer zorunlu şık da: Evreni ve evrendeki olayları, bir “ateist ve materyalist, natüralist ve determinist”in gözüyle (ve bu “inanç/sızlık’lar” sanki doğru ve sanki bilimsel olarak gözlenip – ispatlanmış gibi!); anlatmak olmuştur! Yani: Evrenden elde ettiği “bilimsel bilgi” ve “bunların ifadesi”ni; bu inanç/sızlık’larla uyumlu ve sanki bunlar, doğru ve ispatlanmış gibi; (bu algı ve altmesajı verecek şekilde; bu ateist kontekst ve bağlam, bu altzemin ve arkafonda) dizayn etmesi olmuştur!
Elhasıl: Bilimsellik Epistemolojisi; sanki bir öcüymüş gibi, ‘inançlardan kaçayım’ derken; ‘inançsızlığın’kucağına düşmüş! Güya; ‘tüm inançlardan bağımsız ve ayrı, nötr bilgi vereceğim’ derken; “ateist – deist ve materyalist, natüralist ve determinist” felsefe ve inanç/sızlık’ların; lojistik destekçisi durumuna düşmüştür!
Bu, “Bilimsellik Sihri”yle öyle bir büyülenmişiz, öyle bir aldatının içindeyiz ki; “bilim”e getirilen en küçük bir eleştiriye dahi tahammülümüz yok! Çünkü: “Bilim”e; sanki insan ürünü değil de, gökten inmiş, “kutsal bir vahiy” muâmelesi yapıyoruz! Tarih içerisinde, insan ve olaylardan bağımsız ve ayrı olarak akan; evrensel ve objektif bir “b/ilim” idesi olduğuna inanıyoruz! Bu sebepten; “bilimin, bilimsel yöntem”in, eksik ve yanlışları olabileceğini, tasavvur dahi edemiyoruz! Bunu dillendirmek; (özellikle ülkemizde); “Sen şimdi, suyun yüz derecede kaynadığını inkâr mı ediyorsun!?” gibi, tuhaf tepkiler almanıza sebep oluyor! “Dünyanın yuvarlak olduğunu, boşlukta döndüğünü kabul etmiyor musun!?”diyorlar!… “Öküzü göster” diyen bile var!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *